Ana içeriğe atla

Kavga ve Atışmalarda Suç Kimin Olur?

Lisede çalışırken 10.sınıflardan bir grup öğrenci ile 12.sınıflardan bir grup öğrenci arasında bir sürtüşme çıktı. Kavga etti, edecekler.

Tarafları odama çağırıp önce nasihat ettim. Aralarındaki sorunu konuşarak çözmeleri gerektiğini söyledim. Ardından akıllarını başlarına almaları gerektiğini, en ufak bir şiddette kendileri ile ilgili disiplin işlemi başlatacağımı, haklı bile olsalar kavgada ilk yumruk sallayanı cezalandıracağımı sözlerime ekledim. Sonra 10.sınıfları odamdan çıkararak 12.sınıf öğrencilere, bu sene üniversite sınavına gireceksiniz, sizi iyi yerleri kazanmış olarak görmek istiyoruz. Kavga etme gibi bir lüksünüz yok dedim.  Ardından her birine hedeflerini sordum. Söylediler. İnşallah hedefinize ulaşırsınız" dedikten sonra küçük kardeşiniz var mı dedim. Hepsi var dedi.  Evde bu kardeşinizle kavga etseniz, bu kavgada siz haklı bile olsanız anne-babanız  önce kime kızar dedim. Yine hep bir ağızdan "Kime olacak? Bize" dediler. Niçin dedim. "Onlar küçük olduğu için" dediler. Tebrik ederim çocuklar! Aklın yolu bir. Ben de aynı sizin gibi düşünüyorum. O zaman 10.sınıflar sizinle kavga ederse ben kime kızacağım dediğimde "bize" dediler. O zaman dikkat edin kendinize dedim, sınıflarına gönderdim. 

Gel zaman git zaman uyardığım bu öğrenciler bir hafta sonu  okul dışında bir araya gelerek birbirlerine girmişler. Olayı duyar duymaz kavgaya karışan 12.sınıfları odama aldım. Daha önce dediklerimi hatırlayıp hatırlamadıklarını kendilerine sordum. Hatırlıyoruz dediler. O zaman benim ne yapabileceğime hazırlıklısınız dedim. Evet dediler. Ardından alaman mı, veremendi dedim, dövdükçe dövdüm. Yanlış anlaşılmasın. Şiddet yoktu. Laflarımla dövdüm onları. Sonra boyunları bükük bir şekilde onları sınıflarına gönderdim. Sağ olsunlar, kavga edip suçlu duruma düşseler de tek kelime etmediler. 

Aradan bir hafta geçti. Gençleri gördükçe hepsi süt dökmüş kedi gibiydiler. Beni gördükçe selam verip başlarını eğerek geçip gittiler. Ne kadar haylaz da olsalar onurlu çocuklardı. Çocukların bu içine kapanmışlıkları ve cezaları yeter, gönüllerini alayım dedim. Elebaşlarını çağırarak senin şu çeteyi topla gel, dedim. Tamam dedi. Az sonra arkadaşlarını getirdi odama. Gençler! Bana kırgın mısınız dedim. Başlarını öne eğdiler. Sorumu tekrarlayınca "Valla hocam! Sözleriniz bize çok ağır geldi. Aramızda konuştuk. Bizi dövseydi, ceza verseydi veya okuldan atsaydı daha iyiydi, dedik". Çocuklara, ben böyleyim. Benim sözlerim ağırdır. Kime ağır gelir? Laftan-sözden anlayana. Her adam laftan anlamaz. Siz ne kadar benim uyarımı dikkate almayıp adı üzerinde kanı deli diyebileceğimiz delikanlılarsınız ve onurlusunuz. Benim kusuruma bakmayın. Benim bu sözlerimi sizi çok seven acılı bir babanın sözleri olarak algılayın. Çünkü ben sizi çok seviyorum. Benim kusuruma bakmayın, hakkınızı helal edin dedim. Hep beraber helal olsun, esas siz kusura bakmayın, özür dileriz, siz de hakkınızı helal edin dediler. Ardından misafir çikolatısı tuttum her birine. Yüzleri gülmüş bir şekilde sınıflarına gönderdim. Onları mutlu görünce onlardan fazla ben sevindim. Zira kırdığım gönülleri tamir edebilmiştim. Çünkü kalp kırmaktan korkarım.

Niyetim bu anımı kısaca anlatıp sadede gelmekti. Gördüğünüz gibi bir türlü sadede gelemedim. Yazmaya başlayınca 4,5 yıl önce başımdan geçen bu olayı sanki bugün yaşamışım gibi kendimi kaptırdım. Aynı zamanda duygulandım. Bu anımı yazarken amacım kıssadan hisse çıkarmaktı. Vermek istediğim mesajı hepinizin aldığını düşünüyorum. Çünkü arife tarif gerekmez. Yine de ben kısaca değineyim. Adı ister kavga, ister atışma olsun taraflardan yaşça veya makamca büyük olan büyüklüğünü bilmeli, soğukkanlı olmalı, küçüklerin(yaşça veya makamca) sataşmasına hemen dalmamalı. Çünkü büyüklerin sorumluluğu küçüklere göre daha fazladır. Büyük temkinli olmaz, yoğurdu üfleyerek yemezse değerini düşürür, küçük de itibar kazanmış olur. Bak bak, beni muhatap aldı der. Sanırım derdimi anlatabildim.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde