16 Ağustos 2018 Perşembe
Otuz Üç Derece Sıcağın Altında Kravatlı Bir Adam
Stratejik Ortaklığa Bir Ayar Verme Zamanı *
14 Ağustos 2018 Salı
Yer Bildirimi Yapmak
Bulunduğu yerin bildirimini yapanların çoğunun imkanı yerinde. Üstelik zengin-fakir herkesin cebinde pardon elinde telefon var. O zaman bu yer bildirimlerinin sebebi ne? Sebebini bilmediğimiz bir konu hakkında konuşmak zor. Ama ben kendi kendime beyin jimnastiği yapacağım izninizle. Nasıl ki zenginin parası züğürdün çenesini yorarsa ben de konum bildirenler adına kendimi yoracağım. Buyurun:
5.Bulunduğum yerin konumunu paylaşmazsam çatlar ölürüm, içim dışıma çıkar.
6.Çoğu kimsenin gelemediği bu yeri paylaşayım da düşman çatlatayım.
7.Konumla yerimi bildireyim ki dönüşte birileriyle karşılaşırsam "Maşallah! Çok geziyorsun, iyi yapıyorsun" desinler.
Gezme-tozma üzerine konum bildirenler için aklıma gelenler bunlar. Her paylaşanın niyetini bilemem. Belki de aklıma gelenlerin hiçbiri değil. Hizmetinden sual olmaz.
Konu konum bildirimlerinden açılmışken başka paylaşımlar da var. Birkaç cümlede onlar hakkında sözümüz olsun:
"Falan kişi şu hastanede kendisini üzgün hissediyor...kötü hissediyor...morali bozulmuş hissediyor." gibi. Tamam kardeşim! Sen de hastasın. Derdini paylaşmak hissediyorsun. Zira dertler paylaştıkça azalırmış. Bari derdin ne? Onu da yaz da sevenlerini ve takipçilerini başka dertlere gark etme. Ne oldu sorusunu sormaları hoşuna mı gidiyor yoksa? Biliyorum dertlisin. Merakımı af buyur. Hasta ve dertli iken konum nasıl aklına geldi?
Huzurlu ve mutlu hissedenleri de görürüz çoğu zaman. Bunların keyfine diyecek yok. Allah dert vermesin, huzur ve keyiflerini faik eylesin. Siz de huzur ve mutluluğunuzu yazsanız da takipçilerinizi merakta bırakmasanız olmaz mı? Sevenleriniz mıtluluğunuza ortak olsa fena mı olur?
Konum bildirimi yapıp bunu sosyal medyadan paylaşanlar kendi tercihleridir, saygı duyarım. Ama yer bildirimi yapmanın bazı sakıncaları olabilir. En azından benden sakınmalarında fayda var. Zira birinin -özellikle yakınen tanıdıklarımın- ailecek şehir dışında olduğunu öğrenen ben, nasılsa evde kimse yok diye evlerini bir güzel soyarım. Gördüğünüz gibi ben neler yapabileceğimi açıklayarak dişimi gösterdim. Ya bir de sizi takip eden ve dişini göstermeyen kişiler...Bunu da siz düşünün!
Desene Avrupalılar Bizden Daha Az Yanacak!
Dertlenmek/Dert Edinmek Çok mu Zor? *
Klimanın İntikamı
Öğleden sonra bir arkadaşım şirketine uğradım. Birkaç arkadaşla çayımızı yudumluyoruz. İçimizden biri sıcak değil mi burası dedi. Kalkıp klimayı çalıştırdı. Tam karşısındayım klimanın. Çalışmaya başlayan klimanın serinliği bana gelmeye ve üşütmeye başlayınca hemen yerimden kalkıp klimanın kör noktasını aradım. Kenara geçtim ve dünden beri başımın ağrımasına sebep olan nedeni buldum. Klimaydı başımı ağrıtan. Ah imam, alacağın olsun senin dedim.
Cuma namazını kılmak için mahallemizdeki camiye gitmiştim. Caminin ortasında boş bulduğum yere oturdum. Her cuma olduğu gibi imamımız vaaz veriyordu. Vaazı dinliyorum ama üşüyorum. Kare şeklinde kutu gibi olan caminin doğu ve batı duvarlarına monte edilmiş klima sonuna kadar açılmış; üfürdükçe serinletmenin de ötesinde üşütüyordu beni. Kenar köşe bir yer bulup kalkmak istedim. Ama beyhude bakış benimki. Çünkü cuma namazında öyle istediğin yere oturmam mümkün değil. Neresi boş ise orası senin. Üşüşem de bulunduğum yerde oturmaya devam ettim. Vaaz, ilk sünnet, iç ezan, ardından hutbe ve son sünnet derken klima mal bulmuş mağribi gibi üzerime üfürdükçe üfürdü, üfürdükçe üşüttü. Sanırım camiyi serinletsin diye klima sonuna kadar açılmış. Ya Rabbi! Şu namaz bir bitsin dedim içimden. Çünkü kendimi tedbirsiz bir şekilde kışın ayazında hissettim. Üzerimde ağustos ayına uygun kısa kollu bir penye vardı. Ben cumayı, mevsimi hesap ettim de camiyi, imamı ve klimayı hesap edememişim. Yazın ortasında kışta-kıyamette kalacağımı bilseydim kışlıklarımı giyer, üzerine de paltomu giyerdim. Kenarda namaz kılanlar biraz daha serinlik gelsin hesabı yapılırken ortadaki kılanlar ne hali varsa görsün diye düşünülmüş olmalı.
Omuzlarımda ve boynumda hala kırgınlık ve ağırlık devam etse de tamı tamına bir tam gün çektikten sonra başımın ağrısı geçti. Bize sıkıntı vermesin, serinletsin, rahat rahat namazı kılalım düşüncesiyle sonuna kadar açılan klima intikamını böyle alır. Buna da şükür! Ya geçmeseydi... İşte o zaman çek dur, bir de hap atmayan ve doktora gitmeyen cins biriysen.
Niye açarız ki klimayı sonuna kadar? Namaz kılarken, seyahat ederken, otururken klima; kışın sıcak üfürecek, yazın da soğuk. Ne birazcık yanmaya, ne de üşümeye geliriz. Azıcık sıkıntıya, meşakkate dayanamayız. Çoğumuz bu klimanın intikamı müthiş olacak diye düşünmüyoruz bile o an. Alacağın olsun imam senin!
13 Ağustos 2018 Pazartesi
Yumuşak Karnımız Ekonomi *
Bir zamanlar bu ülkede gidişata ayar vermek amacıyla her 10 yılda bir darbe
yapılır, Türk siyaseti yeniden dizayn edilirdi. Darbeye gerekçe hazırlamak ve
darbe ortamını oluşturmak için başta terör olmak üzere her yola başvurulurdu.
Halk iyice bezme noktasına getirilir, "Gelecekse asker gelsin"
dedirtilirdi. Hatta adımız darbeler ülkesi olarak anılır olmuştu. Darbeler
geride kaldı. Türkiye'nin bir daha bir darbe ile karşı karşıya kalması mümkün
değil. Fakat darbeye benzer bir başka durumumuz daha var. Tıpkı darbe gibi bir ekonomik
kriz de bizi belirli aralıklarla yokluyor.
Çok eskiye gitmeyeceğim. 80 öncesini hayal-meyal hatırlıyorum. Karaborsa ve
stokçuluk almış başını gitmişti. Para yoktu millette. Olsa da birçok malı almak
için kuyruğa girmek gerekiyordu. Bu dönemler, bir siyasinin deyimiyle "70
sente” muhtaç olduğumuz dönemlerdi.
Özal ile birlikte ülke bol enflasyonlu bir döneme girdi, vatandaşın cebi
para gördü, tüketim özendirildi. Ayağımızı yorganımıza göre uzatmamaya
başladık. Borç yiğidin kamçısıdır, atın ölümü arpadan olsun dedik. Bize
"çağ atlatan" bu saadet zinciri böyle devam edecek sandık. 90'lı
yıllardan itibaren kendini göstermeye çalışan likidite sıkıntısı, Çiller'in
başbakan olduğu dönemde bizi ve piyasaları vurdu. TL'nin döviz bazında
erimesiyle birlikte halk iyice fakirleşti. Hükümet 5 Nisan kararlarını
uygulamak zorunda kaldı. Para sıkıntısını gidermek için IMF’nin kapısı çalındı.
Özal ile birlikte alt yapısı oluşturulan özelleştirmeye hız verildi.
Değişik koalisyon hükümetleriyle 2001 yılına geldiğimizde kriz bizi yine
vurdu. Dönemin başbakanı Ecevit'e yazar kasa atıldı, Sezer tarafından kendisine
Anayasa kitapçığı fırlatıldı. Gecelik faizler tavan yaptı. Daha fazla
fakirleştik. Her kriz döneminde olduğu gibi bu dönemde de iflaslar oldu. Krizi
aşmak için dışarıdan Kemal Derviş bakan yapıldı. İMF ile yeniden stand-by anlaşması
yapıldı. Devlete ait işletmelerin birer birer satılması kararı alındı.
2002'ye gelindiğinde, erken genel seçim kararı alan koalisyon ortaklarını,
seçmen sandığa gömdü. Halk yeni kurulmuş bir partiye iktidarı verdi. Erdoğan
hükümeti ekonomiye ağırlık verdi, enflasyonla mücadele için sıkı bir maliye
politikası izledi. IMF'ye olan borçlar ödendi. Bir daha da bu Fon'un kapısı
çalınmadı. Ekonomi döndürülebilir noktaya getirildi. Ekonomik yönden
rahatlayan halk, ardı ardına Erdoğan'a iktidar imkanı verdi. 2007 krizi bizi
teğet geçti. IMF'den borç almıyorduk ama yine borçlanmaya devam ettik. İthalat
ve ihracat dengesini sağlayamadık. Her geçen gün tehlike sinyali veren cari
açık için tedbir alınmadı. Bunu bilen birileri de sonuç almak için belirli
periyotlarla hep bu zayıf yönümüze vurdu ve vurmaya devam ediyor. Çünkü
ekonomimiz, bu ülkeye biçilen rol gereği sıcak para girişine bağlıydı. Biz de
bu rolü değiştirmek için çaba sarf etmedik. Dışarıdan para geldikçe sorun
olmadı. Ülkede olup bitenler, paradan para kazanan dış yatırımcıları kaçırttı.
Çünkü paradan para kazananlar güvenilir limanlara para yatırır. Para çıktıkça
paraya ihtiyaç oldu ve cari açık iyice açıldı ve daha önce görülmemiş bir
ekonomik krizle karşı karşıya kalıyoruz sürekli.
80 öncesinden bugüne ekonomimize bir göz attığımızda, ekonomimizin sıcak
paraya dayalı olduğu görülecektir. Bize bir müddet rahatlama sağlayan bu yol,
bizi hep duvara toslattı. Yani ekonomik krize duçar etti. O zaman bu yol,
canımızı acıtacak şekilde bizi hep duvara toslatıyorsa, dışı jelatinli bu
ekonomik modelden vazgeçmenin, alternatif yollar bulmanın, üretime dayalı bir ekonomik
modele geçmenin zamanı gelmedi mi hala? Biz, her 8-10 yılda bir ekonomik krizle
mi boğuşacağız? Üstelik yeni bir kriz için şimdi bir 8-10 yıl da beklenmiyor. Hiç
ibret ve tedbir almayıp böyle gelmiş, böyle gider mi diyeceğiz? Nasıl ki
deneme-yanılma ve mücadele yoluyla bedeller ödeyerek askeri darbelerin önüne
geçilmişse, ekonomik kriz hastalığına da bir çözüm bulunmalıdır. Çünkü ekonomik
kriz bu ülkenin bir kaderi değildir. Hiç suçu bir başkasına atmayalım ve krizi
dış güçlere bağlamayalım. Başımıza ne gelmişse kendi yapıp ettiklerimizdendir. Burada
ülkeyi yönetenlere büyük görev ve sorumluluk düşüyor.
*24.03.2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.