9 Temmuz 2018 Pazartesi

Nice Mutlu Yıllara Evlat!

Fakülte ikinci sınıftan üçüncü sınıfa geçtiğimin yaz döneminde inşaatlarda işçi olarak çalışmaya başladım. Piyasada bir günlük yevmiye 30 lira iken sürekli diye şimdilerde beş yüz evler denen mevkide günlük 17 lira karşılığında çalıştım. İnşaata gitmek için her gün Büyük Aymanas'tan çıkıyor, 500 Evler denen mevkiye gelinceye kadar üç vasıtaya biniyordum. Gerçi sadece bu seneye mahsus değildi benim inşaatlarda çalışmam. Orta birin yaz döneminden fakülte bitinceye kadar iki yıl hariç her yıl yaz döneminde çalıştım böylesi yerlerde. 

Fakülteye başladıktan sonra iki defa imam-hatiplik sınavına girmiş olmama ve atamam yapılmasına rağmen "sesim çirkin, cemaati bezdirmeyeyim" düşüncesiyle imam hatiplik görevi almadım. Bunun yerine inşaatlarda çalışmayı tercih ettim. Bu sene daha fazla çalışmalıydım. Çünkü baba olacaktım.

Çoğu kimse okur, (veya okumaz) iş-güç sahibi olur. Ardından çoluk-çocuğa karışmak ve dinin yarısını tamamlamak için evlenme yoluna gider. Ben ise işim-gücüm yokken ya nasip deyip fakülte ikinci sınıfta iken evlenme yoluna gitmiştim. 

İnşaatta çalışıyorum ama akşam sabah baba olmayı bekliyorum. Haliyle arabam yok. Gidip bir ticari taksi ile görüştüm, telefon numarasını aldım. Hastaneye gideceğimiz zaman arayacaktım. 

Günlerden cumartesi. Vakit geldi/gelmedi kararsızlığı içerisinde evde beklerken kayın validem mahalleden bir bilene durumu danışmaya gider. Yaşlı teyze evime geldi. Bana da dışarı göründü. Evin etrafında yarı oturarak yarı dolaşarak bekledim durdum. "Haydi Ramazan! Taksi çağır" sesini duymayı bekledim. Haber gelmedi bir türlü. Öğrendim ki yaşlı teyze, Bu iş tam benim işim" diyerek evde ebelik yapmaya kalkmış. Nice sonra kapı açıldı, benden şimdi adını hatırlamadığım bir iğneyi eczaneden alıp gelmem istendi. Sürmeyi pek beceremesem de bisiklete bindim. İstedikleri iğneden alıp geldim. Dışarıda hacı yolu bekler gibi "baba oldun" müjdesini bekledim. Kapı bir daha açıldı. Şimdi oldu derken "Hemen aynı iğneden bir daha al gel" dendi. İğneyi alıp verdim. Nihayet endişeli bekleyiş sona erdi, ikindi vakti doğum gerçekleşti. 

Dünyalar benim olmuştu o anda. Hem baba oldum, hem de acemi ebenin elinden eşim ve oğlum kurtulmuştu. Sabahtan ikindiye kadar okumadığım dua ve süre kalmadı. Doğumla birlikte "Ya Rabbi şükür" dedim. 

Eski zamanların usulü bir doğum oldu bizimki. Buna acemilik mi dersiniz, cehalet mi? İstediğinizi söylemekte haklısınız. Zira doğumu yaptıran yarım doktor birkaç defa "O çocuk yaşıyor mu" diye sormuş. Belki de o kadına rağmen çocuğumun yaşamasına Rabbim imkan verdi, bize evlat acısını göstermedi.

Doğumda ölüp ölüp dirilen, aynı duyguyu ebe sayesinde bize de yaşatan çocuğum yaşadı. Hanemizin süruru oldu, benim ilk göz ağrımdı aynı zamanda. 

Okula giderken peşimden koştu, zaman zaman ardımdan ağladı. Bir gün ardımdan kapıyı açtığı gibi çıkmış. Oymuş ondan sonra evden çıktığımda kapıyı kilitlemeye başladım. Bazen ağlamasına dayanamayıp havanın karlı ve soğuk olmasına aldırmadan camiye götürdüm.


Evde misafir varken kapıyı hızlıca açar ve "Baba den" derdi. "Den'in ne olduğunu haydi bilin bakalım. Bilemezsiniz. Zira baba ile oğul arasında bir şifre idi. Sizi fazla merakta bırakmayayım. Bizim oğlan çişe "den" derdi. Biz buna güldükçe onun da hoşuna giderdi. Dağarcığımıza kattığı kelime sadece bu değildi. Gırgıra "dırdır" derdi. Zira ilk harfleri çıkarmakta ilk zamanlarda zorlandı.

Derken efendim hanemizdeki saltanatı fazla uzun sürmedi. İki yaşında iken ikiz kardeşleri bastırdı. Pabucu dama atılmadı, sevgimizden bir eksilme olmadı ama geri planda kaldı: Bir yere giderken aracımız tabanvaylarımız idi. İkizin birini ben, diğerini anneleri kucağına alırdı. İlk göz ağrımız "Baba ben" diyerek o da kucağımıza gelmek isterdi. "Oğlum! Sen büyüdün, ağabeysin" demek suretiyle ona büyük ve büyümüş muamelesi yapardık. İkizlerin keyfi beyde yokken o da büyük adam gibi bizimle beraber yürürdü.

İkiz kardeşleri kendisini bastırdı. Kısa zamanda yaşıt oldular. Birlikte bir yere giderken bizi görenler "Bunlar ikiz mi, üçüz mü diye sorarlardı. Birbirlerini hiç kıskanmadan, birlikte oynayarak büyüdüler. Akran gibi görünseler de kardeşlerine hep ağabeylik yaptı.

Yaşar mı/yaşamaz mı denen o çocuk yukarıda bahsettiğim gibi yaşadı hem de otuzuna bastı ve bugün onun doğum günü. Üstelik bir baba aynı zamanda. Benim 29 yıl önce yaşadığım babalık duygusunu o da tattı ve bana dede olmayı tattırdı. 

Doğum günün kutlu olsun evlat! Nice otuzlu yıllara huzurlu, mutlu girmen dileklerimle! Ben senden memnunum, Allah da razı olsun. Allah hanenize, işinize, aşınıza mutluluk versin; huzur ve mutluluğunuz daim olsun. Allah sana da torunlar nasip etsin. 08.07.2018


7 Temmuz 2018 Cumartesi

CHP, 56.Kurultaya Doğru Giderken ***


Yazar ve çizer kesim çoğu zaman CHP için “Kurultaylar partisi” der, ben bunu biraz abartı bulurdum. 24 Haziran seçimlerinin ardından parti daha doğru dürüst seçim değerlendirmesi yapmadan CHP’de olağanüstü kurultay sesleri yükselmeye başlayınca merak edip CHP’nin kuruluşundan bugüne kaç kurultay yaptığına bir göz attım: Bugüne kadar 36’ı olağan, 19’u olağanüstü olmak üzere toplam 55 kurultay toplamış bu parti. Kurultay konusunda rakiplerine büyük fark atan CHP, bu konudaki şampiyonluğunu başka bir partiye kaptıracağa benzemiyor. Ancak kendisiyle yarışır.

12 Eylül ihtilaliyle birlikte kapatılan ve 1992 yılında tekrar açılan partinin kapalı olduğu 12 yılı çıkarırsak 99 yıllık geçmişi olan bu Parti, 87 yılda ortalama 1,5 yılda bir kurultay yapmış görünüyor. Yapılan her kurultay genel başkanlık seçimi olmasa da kurultay kurultaydır. Abartıyor falan değilim. Türkiye 24 Haziran seçimleriyle birlikte 27.dönem milletvekili seçimini yapmış oldu. Bu, genel seçimlerin iki katının bir fazlasını CHP kurultay yapmış demektir.

Kurultay dediğimiz bir iki günde yapılıp geçiştirilen bir süreç değildir. Her seçimden sonra “kurultay” sesleri ayyuka çıkar. Genel başkanlarından kurultayı toplaması istenir. Genelde rest çekilir. Ardından imzalar toplanmaya başlar. Günlerce taraflar ekranlarda kurultay sürecini anlatır durur, gazeteciler yorumlarıyla CHP kurultaylarını değerlendirir.

Günler ve aylar öncesinde başlayan bu kongre heyecanında belirlenen gün gelir. Kongrenin yapılacağı salon panayır yeri gibi süslenir. Parti genel başkanlığına adaylığını açıklayanlar birbiri ardına konuşmalarını yapar, delegenin gözüne girmeye çalışır. İki gün boyunca televizyonların çoğu kongre sürecini canlı olarak verir. İlk gün genel başkan, ikinci gün parti meclisi listeleri delegenin önüne konur ve sandığa gidilir. Gecenin ilerleyen saatlerinde genel başkanlığı kazanan ve parti meclisine girenler, en çok oyu alanlar, üzeri delege tarafından çizilenler belli olur.

Kurultay yapılır, sorun yine çözülmez. Çünkü kurultayda kaybeden diğer kurultay hazırlıklarına başlar kurultayın bitiminde. Tabirimi hoş görürseniz bizde “Şeytan taşlamaktan Kabe’yi tavaf yapamadım” denir. Bu sözü CHP’ye uyarlarsak “CHP, kendi içinde şeytan taşlamaktan Kabe’yi tavaf yapmaya zaman bulamıyor.” diyebiliriz. Parti içi sorunlarını çözemeyen bir partinin bu ülkeyi yönetmede gözü yok demektir. Kurultaylarla verdikleri görüntü “Biz ülkeyi değil, partiyi yönetmeye talibiz” şeklindedir.

55 kurultayla CHP, kendisiyle yarışıyor. Kurultaylar genellikle “Seçimde başarılı olunamadı, genel başkan ve ekibi gitmeli, başaracak olan ekip gelmelidir” üzerine yapılır. Yıllardır başarıya susamış CHP’liler şunu bilmeli ki sorun genel başkan ve ekibinin değişmesinde değildir. Bence niçin iktidar olamadıklarına kafa yormalıdırlar. Sorunu kendileri bulmalıdır. Oldu olacak bir kurultay da “Niçin başarılı olamıyoruz” üzerine yapsalar çok iyi olur. Yine CHP’liler için şunu söylemek isterim: Kurultay toplamaya verdikleri önemi ve sarf ettikleri eforu, bu ülkede seçim kazanmak için yapsalar sanırım başarılı olurlardı…

*** 19/07/2018 günü Yeni Haber gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

Kitabın Ortasından Bir Hutbe *


02 Temmuz 2018 günü çıkan yazımda “Hutbeler Eskiye Döndü” başlığıyla Diyanetin hutbelerini eleştirmiştim. 06 Temmuz 2018 Cuma günü minberlerimizde irat edilen hutbe, tam kitabın ortasındandı. Çok hoş ve enfes bir hutbe idi. Bize kurtuluş reçetesini sunan, nasıl olmamız gerektiğini hatırlatan, hayatın kısa bir özetiydi.

Cumaya gidenler dinlemiştir bize sorumluluğumuzu hatırlatan hutbeyi. Cumayı kaçıranlar veya cumaya geldiği halde tam dinleyememiş olanlar, Diyanet veya müftülüklerin sitelerine girerek “Allah’ın Rızasına Ulaştıran Salih Ameller” başlıklı hutbeyi bulup okuyabilirler. İzninizle bu hutbenin bir kısmını buraya iktibas etmek istiyorum:  

“…Bizi cennete götürecek hidayet yolunun ilk adımında iman vardır…”

“Kardeşlerim! Cennete giden yolun ikinci adımı ise salih amellerdir. Bize Rabbimizin rızasını kazandırmasını ümit ettiğimiz salih amellerin, yani iyi ve güzel davranışların, doğru ve anlamlı adımların sınırı yoktur. Kul olma bilinciyle söylenen her hayırlı söz, insan olma şerefine layık her güzel eylem, Allah’ın hoşnutluğunu amaçlayan her iyi niyet birer salih ameldir. Yeter ki samimiyet elden bırakılmasın. Yeter ki Allah rızası başka bir gayeye, beklentiye kurban edilmesin.
Kıymetli Kardeşlerim! İbadetlerimizin her biri birer salih ameldir. Ancak cennete götürecek olan ibadet aynı zamanda bize güzel vasıflar kazandıran ibadettir. Namazımız bizi günah ve çirkin işlerden alıkoymalıdır. Orucumuz dilimizi kem sözlerden, elimizi, zihnimizi ve gönlümüzü kötülüklerden korumalıdır. Haccımız, teslimiyetimizi ve ümmet bilincimizi pekiştirmelidir. Zekâtımız, infakımız, kurbanımız dünya nimetlerinin esiri olmamak gerektiğini bize hatırlatmalıdır.

Aziz Müminler! İmanı kemale eriştiren ve mümini cennete ulaştıran en etkili yol ise güzel ahlaktır. Mümin, anne-babasına, eşine, evladına, komşu ve akrabalarına, can taşıyan her bir varlığa şefkat ve merhamet gösterir. Eliyle, diliyle hiç kimseye zarar vermez. Çevresine güven telkin eder. Rabbimizin emrettiği şekilde dosdoğru olur; istikametten asla ayrılmaz. Zarar göreceğini bilse dahi yalan söylemez. Ahde vefa gösterir. Boş ve faydasız işlerle ömrünü israf etmez. Cennet yolunun yolcusu, hayatının her anında, her işinde sadece Allah’ın rızasını gözetir.

Kardeşlerim! Bu Cuma vakti, kurtuluşa ermeyi, cennet ehli olmayı niyaz ederken her birimiz kendimizi hesaba çekelim. Şu soruları samimiyetle kendimize soralım: Rabbimizin emaneti olan ömrümüzü hangi yolda tüketiyoruz? Acaba yürüdüğümüz yol bizi cennete mi götürecektir? Yoksa cennetten mi uzaklaştıracaktır? Yaşantımızla bizi cennete götürecek bir köprü mü kuruyoruz? Yoksa cennetle aramıza duvarlar mı örüyoruz? Söz ve davranışlarımız, birer samimiyet eseri mi? Yoksa yapıp ettiklerimizi riya ve gösterişle heba mı ediyoruz?

Değerli Müminler! Hutbemi Sevgili Peygamberimizin şu hadis-i şerifiyle bitiriyorum: “Siz bana altı şey hususunda garanti verin, ben de size cennetin garantisini vereyim: Konuştuğunuzda doğru söyleyin. Söz verdiğinizde sözünüzü tutun. Size bir şey emanet edildiğinde ona riayet edin. İffet ve haysiyetinizi koruyun. Gözlerinizi haramdan sakının. Elinizi kötülüklere uzatmayın.” Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü)

Gördüğünüz gibi hutbe, neyin olması gerektiğini bildiğimiz bir hutbeydi. Allah, bu bildiklerimizi pratiğe dökmeyi nasip etsin hepimize! Bu hutbeyi hazırlayanlara şükranlarımı sunar ve bize sorumluluğumuzu hatırlatan bu şekil hutbelerin devamını diliyorum.

* 09/07/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

6 Temmuz 2018 Cuma

Keşke Hayatımızın Hiçbir Safhasında "Keşke"lere Yer Olmasaydı!


Yaptığımız veya yapmadığımız bazı şeyler için “keşke”ye yer yoktur. Çünkü pişmanlığı ifade eder. Veya “olsaydı, olmasaydı” gibi sözler olmamış bir temenniden ibarettir. Tam karşılamasa da bunda da bir pişmanlık vardır. Hayatımızda keşkeye, olsaydı, olmasaydıya pek yer olmasa da gündelik hayatta bizden ayrılmaz bir parça gibidir bu ifadeler. Çünkü çoğu zaman yaptığımız veya yapamadığımız tercihlerden dolayı bu kelimeler imdadımıza yetişir. Keşke çözüm olur mu? Maalesef çözümü yok. Çünkü geçmiştir. Geriye dönüşü yok ve son pişmanlık da fayda vermez.

Pişmanlık ifade eden bu tabirler bizi geriye göndermese de en azından bundan sonra aynı hataları yapmamak üzere bir özeleştiri olarak görürüm. Çoğu insan yapmaz. Hatta öyle insanlar vardır ki "Ben hiç hata yapmadım, bugün olsa yine aynısını yapardım" diyerek boyundan büyük laf eder ve kendisiyle yüzleşmez. İzin verirseniz yazımın bundan sonraki kısımlarını "keşke, olsaydı/olmasaydı" gibi pişmanlık veya temennilere ayırmak istiyorum:

Keşke;
-namaz, oruç gibi ibadetlere verdiğimiz önemin birazını da ahlak ve etik değerlere verebilseydik... Dost-düşman, herkes bizi güvenilir bir kimse olarak görseydi... Müslüman mı? Onun elinden ve dilinden kimseye zarar gelmez. Ben her şeyimi ona emanet ederim, deseydi...
-Kur'an ve namaz sürelerini öğrenmeye verdiğimiz önemin birazını da sosyal konularda insan kazanmaya verseydik... İlmihal bilgisine verdiğimiz önemin birazını da pratiğine verebilseydik... Öğrendiğimiz dini bilgilerin birazını da pratiğe dökebilseydik...
-abdestsiz Kur'an-ı Kerim'e dokunulmaza verdiğimiz önemin birazını da Kitabın içeriğine gösterebilseydik... Giyim-kuşam, kılık-kıyafet yani kaportaya verdiğimiz önemin birazını da güzel huya verebilseydik...
-Müslüman’ın olduğu yerde taciz, istismar, ensest ilişki, şiddet, darp, çocuk kaçırma vb olmasaydı…
-okullarda öğretime verdiğimiz önemin birazını da eğitime verebilseydik... Bilgiyi ölçtüğümüz gibi davranışı da ölçen bir başarı kriteri geliştirebilseydik…
-Akademik başarı adına oyun çağındaki çocuklarımıza kapasitelerinin üzerinde yük yüklemeyip çocukluklarını adam gibi yaşayabilselerdi… Akademik başarı için teste verdiğimiz önemin birazını da analitik düşünmeye verebilseydik…
-eğitim ve öğretimde “Önce ahlaklı ol, sonra bilgili” prensibini oturtabilseydik…
-rahatımıza düşkünlüğe verdiğimiz önemin birazını da çalışmaya verebilseydik…
-tüketime verdiğimiz önemin birazını da üretmeye verebilseydik…
-hiçbir sorumluluk vermeden, el bebek, gül bebek yetiştirdiğimiz çocuklarımıza yaşlarına uygun bir sorumluluk verebilseydik…
-toplumda fakir ve zengin arasında bir denge olsaydı…sosyal adalet dengesini sağlayabilseydik…insanımızın insanca yaşayabileceği, alın terinin karşılığını tamı tamına alabileceği bir ücret politikamız olsaydı…
-birbirimizi dinlemeyi, birbirimize değer vermeyi, aramızdaki sorunları diyalogla çözmeyi becerebilseydik…
-ya olduğumuz gibi ya da göründüğümüz gibi olsaydık…hayatın hiçbir alanında kendimizi ikna etmek için yemine yer olmasaydı…
Keşke keşke keşke/olsaydı olsaydı olsaydı/olmasaydı olmasaydı olmasaydı…
Keşke hayatımızın hiçbir safhasında keşke, olsaydı, olmasaydı gibi kelimelere hiç yer olmasaydı…


Siz Hiç Böyle Yol Tarifi Gördünüz mü? *

(Meram Tıp Fakültesine Nasıl Gidilir? = Tabana Kuvvet!)

Meram Tıp Fakültesi Hastanesinden dönüşte Meram Yakaya doğru giderken yolda zoraki yürüyen yaşlı bir karı-koca gördüm. Yanlarında durdum. Camı indirdim. "Gelin gideceğiniz yere götüreyim” dedim. "Yola kadar mı" dedi amca. Tamam olur dedim.

Hasta ziyaretinden geliyorlarmış ve çarşıya gideceklermiş. "İyi de amca Yaka yolunda ne işin var? Tıp'ın önünden geçen çarşıya giden dolmuş vardı, ona binseydin ya" dedim. "Çarşıda sordum, Tıp'a giden dolmuş yokmuş. Yaka dolmuşuna binip O...n Markette ineceksin, oradan yürüyeceksin" dedi biri. "Gelirken de burada inip tıpa kadar yürüdük, ziyaret bittikten sonra tekrar buraya yürüyoruz" dedi. Yaka yolunun uygun bir yerinde amca ve teyzeyi indirdim.

Şimdi gelelim bu amca ile teyzeye yol ve güzergah gösteren iyiliksevere... Be kardeşim! Senin bu yaptığını Çorumlular yapmaz. (Çorumlular kusura bakmasın! Tabir böyle)  Böyle iyilik yapma bir daha! Ki zaten iyilik değil senin bu yaptığın. 30 derece Güneşin altında yaşlı iki kişiyi 20-25 dakika yürütmekten ne zevk aldın? Gariplerim hem gitmişler, hem de aynı yoldan tekrar geliyorlar. Ayaklarına kara sular inmiştir. Umarım diğer alanlardaki bilgi ve tecrüben bu iki kişiye gösterdiğin yol gibi değildir. Sen öyle her soru sorana bilir gibi yapıp böyle yol gösterdiysen ne canlar yaktın şimdiye kadar! Bu işin cahilisin gayri belli. "Bir defa Şeker-Tekke dolmuşları hastanenin önünden geçiyor. Yok bildiğin bu kadarsa sen o bildiğini ve aklını kendine sakla. Bir daha olur-olmaz, bilir-bilmez yol tariflerine kalkışma. Senin bu yaptığın sağ kulağını göstermek için sağ elini değil de sol eliyle göstermeye benziyor. Bilmiyorum" da mı diyemiyorsun? Şunu bil ki bilmediğini "bilmiyorum" demek ilmin yarısıdır. 

Amcaya sormadım sana bu aklı kim verdi diye. Umarım yolcu kapmak için dolmuşçu "geçer, bin amca" dememiştir. Eğer öyleyse dolmuşçu, 4,5 TL kazanacağım derken babası ve annesi yaşındaki bu kişilere eziyet etmiştir. O aldığı iki kuruşun hayrını görmez. 

Acaba marketçi, hastaneye hasta ziyaretine gidenler Yaka dolmuşuna binip benim marketin orada inerse hastaya hediye almak için dükkanıma girer diye birilerini yönlendirmiş olabilir mi? Pes doğrusu! Böyle de düşünülür mü? Amma da kötü kalplisin diyebilirsiniz. Bu işte marketçi yoktur. Ben de aynı sizin gibi düşünüyorum. Yol-yordam bilmez iki kişiyi tıp dolmuşlarına değil de çok uzağından geçen başka bir güzergâha yönlendirme yapıldığını bizzat görünce maalesef aklıma böyle şeyler geldi.

Şimdi size gelelim bey amca ve hacı teyzeye! Hangi çağda yaşıyorsunuz, şehre ilk defa mı geldiniz? Daha önce hiç tıp fakültesine gelmediniz mi? Konya'yı hiç tanımıyor musunuz? Bu şehirde kuş uçmaz ve kervan geçmez diyebileceğimiz mahallere bile otobüs ve dolmuş giderken günlük binlerce kişinin muayene olmak için gelip gittiği tıp fakültesi güzergahına işleyen bir dolmuş hattının olabileceğini hiç düşünemediniz mi? Hacı teyze! Haydi kocan uyar akıllı! Her söylenene inanır. Sen de mi uyarmadın eşini? "Bey! Koca şehirde hastaneye giden dolmuş olmaz mı" diye. Keşke bir başkasına daha sorsaydınız, tıpa nasıl gideriz diye.

Basit bir olayı yazı konusu yapacak şekilde büyütmüşsün diyebilirsiniz. Haklı olabilirsiniz. Ama siz yaşını başını almış, Güneş'in altında güç-bela yürüyen, babamız hatta dedemiz ve ninemiz yaşındaki ikilinin halini görseydiniz bana da hak verirdiniz. Ümit ediyorum ki bu yol tarifinde kasıt yoktur, bildiği o kadardır. 

Konya'da yol tariflerimiz zaten sıkıntılıdır. Ama böylesi tarif çok ilginç geldi bana. Yazım sayesinde Meram Tıp'a çarşıdan nasıl geleceğinizi öğrendiniz. Son olarak tarifi bir defa da ben yapayım: "Meram Yaka dolmuşuna biniyorsunuz, O...n Markette iniyorsunuz, sonra tabana kuvvet tıpa doğru yokuş-yukarı yürüyorsunuz. Hasta ziyareti veya muayeneden sonra aynı güzergâhı tekrar gerisin geri tepiyorsunuz. Bu sefer rampa yok, yokuş yok! İnişiniz daha kolay!" Bu iyiliğimi de unutmayın...

* 11/07/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
 .

5 Temmuz 2018 Perşembe

Seçimin Galibi Kim? ***


---Seçimin galibi kim sence?
---Cumhurbaşkanı Erdoğan.
---Değil.
---Adam kazandı ya!
---Zaten cumhurbaşkanı idi, yeniden seçildi.
---Kılıçdaoğlu o zaman.
---O da kazanan değil. Zaten Ana Muhalefetin Genel Başkanı idi. Oyunu düşürse de yerini korudu. Mevcut koltuğunu koruyabilirse Allah’a şükretsin şimdi…
---Demirtaş mı yoksa?
--- Hayır, değil. Zaten içerideydi, yine içeride. Partisi Meclisteydi, tekrar Mecliste.
---Bahçeli’yi kastediyorsun…
---O da Meclisteydi, yine Mecliste. Ama neredeyse hiç miting yapmadan mevcudu korudu denirse orası doğru. Demirtaş da öyle oldu. İçeride yata yata partisini Meclise gönderdi. Bu, mitinglerin seçim kazandırmadığını gösteriyor. Şu kadar miting yaptık diye hava atan siyasilere duyurulur.
---Geriye Akşener kaldı.
---Estirilen onca rüzgara rağmen kendisinin aldığı oy ve partisinin çıkardığı vekil sayısı kendilerini bile memnun etmedi. O hiç değil. Partisinden düşük puan alan lider olarak tarihe geçecek.
---Karamollaoğlu kaldı geriye…
---O hiç değil. O umduğunu ne alabildi, ne de kendisinden umulanı verdi. Küstürdükleri de cabası.
---Başka başka başka…Hah İnce o zaman!
---O hiç değil. Bakmayın oyunu artırdığına. İhsanoğlu kadar bile oy alamadı. Sonra seçim kazanmak demek birinci çıkıp bayrağı göğüslemek demektir. Açık ara geride. Ama mevcudun üzerine 8 puan artırmayı başarı sayıyorlarsa bu, Türkiye’yi yönetmeye talip olmaktan ziyade parti içinde başarı sağlamaya yönelik çalıştıklarını gösteriyor. Bundan sonra bu 8 puanı miras paylaşır gibi paylaşacaklar. Eğer pay edebilirlerse…
---O zaman herkes mağlup mu? Çünkü seçime girenleri saydım.
---Hepsi yerini ve mevcudu korudu, eski başarısını yineledi. Yerinde saymayı başarı sayıyorlarsa tamam başarıdır. Kimi kendisi yüksek puan alırken partisi zayiat verdi. Kiminin de partisi yüksek puan alırken kendisi geride kaldı. Kimi de maratona girmeden önce sıfırdı, yine sıfır aldı. Anlayacağın bu seçimde çoğu gazi oldu dense yanlış olmaz.
---Seçimin kazananı yok mu o zaman?
---Bana göre tek kazanan var: O da Binali Yıldırım.
---Oldu mu şimdi? Adam başbakanlığı kaybetti.
---Hayır! Yanlış düşünüyorsun. Bir defa Yıldırım, başbakanlığı yok etmek ve koltuğu bırakmak için referandumdan beri çırpındı durdu. Nihayet başarılı oldu. Çünkü ülkede artık başbakanlık olmayacak. Kendisi de Son Başbakan olarak tarihe geçecek. Yine Yıldırım, samimiyet sınavından geçer not aldı. Koltuk sevdalısı olmadığını gösterdi. “İyi de ben ne olacağım, benim bir koltuğum bile olmayacak” demedi. Herkesten çok koltuğu bırakmak için gece gündüz didindi durdu ve başardı. Bana göre bu seçimin kazananı Binali Yıldırım’dır.  Diğerleri koltuğunu korurken bu, koltuk “istemiyorum” dedi ve koltuktan oldu.

*** 12/07/2018 günü Yeni Haber gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.


4 Temmuz 2018 Çarşamba

Yine Konya Düğünleri *-


Esnaf bir dostumu ziyaret için yanına giderken komşu iki esnafa çay geldiğini gördüm. Selam verdim. "Çay içiyoruz, buyurun" tekliflerine "Çay teklifini reddetmem biliyorsunuz," dedim. Girdim içeri.

Çayımızı yudumlarken laf lafı açtı. "Ramazan Bey! Yazılarında bir de Konya düğünlerindeki ortak yemeğe değinseniz" dediler. Dertli mi dertliydi ikisi de. "Ortak kaptan yemenin hijyen olmadığını, özellikle dışarıdan şehrimize gelip düğün yemeğimizi görenler yemeklerimizin çeşitliliğini beğenseler de yiyemediklerini, çünkü yoğurt çorbası ve bamya yemeğine herkesin birden kaşık daldırmasını garipsediklerini,  biz yerken onların baktıklarını, böylesi durumlarda mahcubiyet duyduklarını, yerken fazlaca yendiğini, hatta geçen bir düğünde on kişilik masaya 7 tabak pirinç pilavının geldiğini, yemek yenirken sıra beklemek amacıyla masanın etrafında ayakta beklendiğini, bu görüntünün hem yemek yiyen, hem de bekleyen açısından güzel bir görünüm olmadığını, aslında ortak kaba kaşık saklamaktan ziyade tabldot usulü yemek vermenin daha iyi olacağını, düğünlerde zaman zaman yemek yetmediğini, çünkü kimin kaç kişiyle geleceğinin bilinemediğini, düğüne davet ettiklerinden ortalama 50-70 davetiyelik insan gelmemesine rağmen yemeğin ya yetmediğini, ya ilave yaptırmak zorunda olduğunu ya da bazısının yemek yiyemeden geri döndüğünü, aslında en güzeli düğüne katılacak olanın kaç kişiyle katılacağını düğün sahibine bildirmesinin aksaklığı önleyeceğini, yine düğünlere hediye olarak getirilen hediyenin düğün sahibinin işine yaramayacak şekilde kap-kacaktan ibaret olduğunu, keşke bunun yerine para verilse daha iyi olacağını..." saydı ikisi birden.  Bir bardak çaya dünyanın lafını işittim desem durumun vahameti sanırım daha iyi anlaşılır. Dertlilermiş, içlerini döktüler bana.

Konuşmalarını bitirdikten sonra düşüncelerine aynen katıldığımı, üstelik bu konuda defalarca yazdığımı söyledim kendilerine. Çoğu insanımız sizin, benim gibi aynı hassasiyette olmasına rağmen yerleşik düzeni değiştirmenin zor olduğunu, bazılarının da "Biz goca Gonyalıyız, bizde adet böyle. Eski köye yeni adet getirme" dediğini, işte bu azınlığın sözünün geçtiğini, kimsenin düzeni değiştirmeye kalkmadığını, aslında bu konunun camilerde vaaz ve hutbe konusu yapılmasının insanımızın ekseriyetini bilgilendireceğini, bazı kurumların ramazan ayında verdikleri toplu iftarlarda tabldot usulünü kullanıp öncü olabileceklerini, bizim düğünlerimizde sorunun sadece ortak kaptan yemek ve düğüne hediye olarak gelen kap-kacak olmadığını, düğün konvoylarının da sorun olduğunu, yeri geldiği zaman silah atıldığını, gereksiz korna çalındığını, düğün masrafının düğün sahibinin belini büktüğünü, alışverişlerin yarışırcasına çok abartıldığını, iğneden ipliğe her şeyin alındığını, düğünlere davetsiz misafirlerin geldiğini...anlattım. Bütün bunları birkaç yazıda ele aldım ama hatırınız için bu konuyu tekrar ele alacağımı ifade ettim ve yanlarından ayrıldım. Tabi bütün bu konuşmayı bir bardak çaya yaptım.

Umarım düğünlerimizde bir türlü değiştiremediğimiz bu adetlerle ilgili son yazım olur. Karar ve takdir düğün yapacakların!

* 07/07/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.