18 Haziran 2018 Pazartesi

Muhsin Yazıcıoğlu'nun Duyarlılığını Bugün Bazıları da Gösterebilmiş Olsaydı... ***


Yanlış hatırlamıyorsam 95 milletvekili genel seçimleri idi. Partilerin birlikte seçime girmesi yasak olduğu için yüzde on barajından dolayı BBP, ANAP listelerinden seçime katılmıştı. BBP, içlerinde Muhsin Yazıcıoğlu’nun da olduğu 8 milletvekiliyle Meclisteki yerini almıştı. Refah partisi, birinci parti olmasına rağmen önce ANA-YOL koalisyonu denendi. Hükümet düşünce DYP milletvekillerinin bir kısmının karşı çıkmasına rağmen 1996 yılında Refah-Yol koalisyonu kuruldu.  Hatta DYP’den bazı vekiller partilerinin koalisyonuna güvenoyu vermedi.   Hem güvenoyu, hem de önemli yasaların çıkarılmasında BBP, koalisyonun büyük ortağı Refah’a yakınlığından dolayı koalisyona kerhen destek verdi.

Niçin mi destek verdi? “Hükümete güvenoyu vermeyin, şayet verirseniz darbe olur” şeklinde aba altından sopa gösterilmesine rağmen Yazıcıoğlu, “Kuracağınız hükümet ile milletin menfaatini gözetin ve milletin iradesini asla çiğnetmeyin. Bu minvalde yürürseniz biz sizin arkanızda oluruz“ diyerek hükümete en zor zamanında desteğini vermişti. Ne zaman hükümet Mecliste zorda kalsa bu desteğini hiç esirgememişti. Koalisyona desteğini verirken “Müslüman’ı arkadan vurdu dedirtmem” demişti bir konuşmasında.

Rahmetli Yazıcıoğlu, milliyetçi çizgisinin yanında İslami hassasiyeti olan biri idi. Tam bir memleket sevdalısı idi aynı zamanda. Çok bedel ödemesine rağmen karşılığını tam alamadan menfur bir cinayete kurban giderek aramızdan ayrıldı. Allah rahmet eylesin kendisine.

Niyetim geçmiş koalisyonları anlatmak değil. O zaman sadede geleyim. BBP’nin gösterdiği bu duyarlılığı, 96 koalisyonunun büyük ortağı olan parti yetkililerinde göremiyoruz. Üstelik BBP’nin, Refah Partisine yakınlığından daha yakın olmalarına rağmen zor zamanlarında ona destek olacağı, onunla ittifak kuracağı yerde bugün yoluna başka isimle devam eden o parti; duygu, düşünce ve fikir birlikteliği olmayan bir partiyle ittifak kurmuş durumda. Ne yaparlar ne ederler bilmiyorum. Zira çok da önemsemiyorum. Ama milletin büyük bir çoğunluğu bulundukları ittifakı garipsemiştir. Gittikleri yol, yol değil demiştir. Zira kem alat ile kemalat olmaz. Kendilerini eleştirenlere de “Efendim! Biz 74’de Ecevit ile koalisyon kurmuştuk, çok büyük hizmetler yapmıştık, ne var bunda? Bunu ilk defa yapmıyoruz” şeklinde cevap veriyorlar. İnşallah yanılan ben olurum, ama keşke Yazıcıoğlu’nun en zor zamanda Refah Partisine verdiği açık çeki bugün bunlar da verebilseydi. Maalesef yapamadılar. Üstelik, “Gelin birlikte seçime girelim” teklifine rağmen. Güya yaptıkları bu ittifaka da ilkeler etrafında birleştik diyorlar. Nasıl ilke ise görüntüleri bir araya gelemeyecek, renk ve desen benzerliği bile olmayan yamalı bohça gibi. Merak ettiğim teklif edilen ittifak ile bugün yer aldıkları ittifakı karşılaştırsalar hangisiyle ortak noktaları daha çoktur? Ya da vatandaşa sorsalar vatandaş onları nereye koyardı?

Sanki Yazıcıoğlu, Refah-Yol’a destek verirken o günün koalisyonunun yaptığı her şeyi tasvip ettiği için mi güvenoyu verdi? Beğenmediği yönler olmasına rağmen ülkeyi hükümet krizine düçar etmedi, kerhen de olsa desteğini verdi. Ha ne olurdu, bunlar da teklifi çevirmeyip ittifakın içinde yer alsalardı... Üstelik yakışırdı da. Ki olması gereken bu idi. Maalesef bu duygu ve düşüncelerimi kendilerine söyleyemiyorum. Çünkü çok hırçınlar! Nedendir bilinmez. Ne diyelim Rabbim hakkımızda hayırlısını versin, bizlere feraset versin. Pazar günü yapılacak seçimlerin ülkemize hayırlar getirmesini temenni ediyorum.



*** 21/06/2018 günü Yeni Haber gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

Sonuçları Herkes Hazmetmeli *

Başta siyasiler olmak üzere herkes aylarca konuştu. Şimdi konuşma sırası seçmende. Çünkü bu pazar önümüze sandıklar konuyor. Milyonlar oyunu kullanacak. Herkes heyecanla sandıkların açılmasını beklemeye koyulacak. Seçim günü 17.00 itibariyle yurt içi ve yurt dışı sonuçlara kilitlenecek. YSK tarafından sonuçlar açıklandıkça heyecan doruğa çıkacak, yorum ve değerlendirmeler yapılacak. Sonuçta adaylardan biri cumhurbaşkanı seçilecek, diğerleri kaybedecek. Referandumla 600 kişiye çıkarılan Meclis aritmetiği değişecek. Kimi beklediğini alacak, kimi de umduğunu bulamayacak. Doğal olan da bu. Çünkü adı üzerinde bir seçimdir. Kazananı olacak, kaybedeni de.

Milletimizin ferasetine güveniyorum. Çünkü yanlışta isabet etmez. En doğru paylaşımı sandıkta yapacaktır. Seçim sonuçları umduğu gibi çıkmayanların “Seçim adil şartlarda olmadı, sandık güvenliği yoktu, seçmene baskı yapıldı, aba altından sopa gösterildi, bizi televizyonlar vermedi/televizyonlar bizimle ilgili yanlı haber yaptı, oylar mühürsüzdü, sandık başkanları böyleydi, oylar sandık alanının dışına çıkarıldı, millet oyunu sattı, falan sandıktan silme şu partiye oy çıktı, seçmen sindirildi, seçimde şaibe var, yeniden seçime gidelim…” şeklinde yenilgisine mazeret üretmesini istemiyorum. Sonuç beklediğimiz gibi olmasa da "Demek ki hayır olan bu imiş, zira millet böyle takdir etti" denmesidir. Ardından kazananı tebrik etmesidir. Yani seçim sonuçlarını tüm sonuçlarıyla hazmetmesi gerekir. Seçim sonuçlarına bin bir türlü zorlama kılıf bulmak suretiyle vatandaşın kafasını karıştırmaya, seçime şaibe karıştırmaya kimsenin hakkı yoktur. Zira bu milletin mazeret üretmeye karnı toktur.

Seçim sonuçlarına göre kazanan da kaybeden de tüm yönleriyle sonuçları iyice analiz etmelidir. Bir sonraki seçim için kendini revize etmelidir.

Cumhurbaşkanı hangisi seçilirse seçilsin, Meclis aritmetiği ne şekilde oluşursa oluşsun sorumlulara düşen bir beş yıl verimli bir çalışma yapmalarıdır. Meclisi kilitlemeye, toplumu germeye, yeniden seçime gidelimi dillendirmeye kimsenin hakkı yoktur. Cumhurbaşkanı seçilen “Seçimi kazandım, yetki bende, ben istediğimi yaparım” diyerek havalara girmemeli, içinden çıktığı partinin değil, tüm milletin başkanı olacak şekilde ülkeyi yönetmelidir. Meclis çoğunluğunu eline geçiren de “Nasılsa çoğunluk bizde, biz cumhurbaşkanının elini-kolunu bağlarız. O bizim istediğimizi yapmak zorunda” gibi ayrı telden çalmamalı. Cumhurbaşkanı ile Meclis arasında istişareye dayalı bir işbirliği olmalıdır. El birliğiyle biriken sorunlara el atmalılar. Sorunları çözmek için pansuman tedbirlerden ziyade sonuç alıcı karar almalılar. Memleketin kalkınması neyi gerektiriyorsa onu yapmalılar. Gerekirse vatandaşa acı reçete sunmalılar.  Sakın ola ki biz istediğimizi yaparız, vatandaşı da ikna ederiz, demeye kalkmasın kimse. Bu millet konuşulana değil icraata bakar. Ülke yönetiminde kim ipe un serer, toplumu gerer ve sistemi kilitlemeye kalkarsa bu millet, yeni bir sandıkta böylelerini sandığa gömer. Siyasi tarihimiz bunun örnekleriyle doludur.


Seçimin ve seçim sonuçlarının tüm yönleriyle bu ülkeye hayırlar getirmesini temenni ediyorum.

* 23/06/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

17 Haziran 2018 Pazar

Öküzün Birine...

Takipçilerim sosyal medyadaki paylaşım ve yazılarımda olaylara eleştirel yaklaştığımı bilir. Az sayıdaki takipçimin de beni bu yönümle takdir ettiğini düşünüyorum.

Olayları değerlendirirken ve analiz ederken kolay kolay kişiselleştirmem, asla belden aşağı vurmam, kimsenin yağdanlığını yapmam. Bu olaya şöyle baksam şu kesim küser, darılır, kırılır, incinir demem; kendi cephemden olaylara bakarım. Kimseye ne minnet borcum var, ne de kimseden bir beklentim. Sırtımda yumurta küfesi hiç olmadı. Fikirlerime uygun olanları tasvip eder, olmayanı eleştirir; şöyle olsaydı daha iyi olurdu, derim. 

Renksiz biri miyim? Asla! Bir rengim var. Bugün Türkiye'de siyaseten büyük çoğunluğun tasvip ettiği kesim, benim içinden çıktığım kesimdir. Kendimi onlara ait hissederim. Dün söz sahibi değilken de o camianın içindeydim, bugün de. Dün nimet yokken de oradaydım, bugünde. Yanlış ve hataları olsa da yerim yine onların yanıdır. Kırılıp gücensem de savrulup gitmem. 

Camiam hata yaparsa "Ne haliniz varsa görün gününüzü" deyip çekip gitmem, mahallemi değiştirmem. Çünkü yuvam burası, kendimi ait hissettiğim yer burası. Dilimin döndüğünce doğrularına doğru, yanlışlarına yanlış derim. Mütevazı sayfamda kırmadan, dökmeden, kişiselleştirmeden duygu ve düşüncelerimi yazmaya, içimi dökmeye çalışırım. Yapıcı eleştiri benimki. Ebu Zer el Gıfari nasıl gözünü budaktan esirgememişse benimki de o hesap. Teşbihte hata olmasın, zira tozu bile olamam mübareğin. Allah razı olsun kendisinden.

Niyetim kendimi yazmak değil. Hem sevmem, hem de bu sayfa kendimi anlatma sayfası değil. Burada kendimi yazmamın sebebi, tanımadığım bir öküzden bahsetmek. Kim olduğunu bilmediğim bu embesil ne yapmış derseniz? Bu salak ve ahmak birkaç yıl önce bir arkadaşımı arayarak "FETÖ'cü mü o" diye sormuş beni. FETÖ'cülük geçer akça nasılsa günümüzde. Sanki kızına veya bir akrabasına talip olmuşum da nasıl biri diye beni soruyor. Bu kendini bilmez benim sosyal medyadaki paylaşımlarımı takip eden biri anlaşılan. Olaylara eleştirel yaklaşmamı hazmedememiş; yememiş, içmemiş. Beni merak etmiş. Bu beyinsize göre eleştiren herkes FETÖ'cü belli. Herkesin kendisi gibi yağdancı olmasını istiyor olmalı. Üstelik tanımadığı adam hakkında zanda bulunacak ve iftira atacak kadar zırcahilin biri. Yazdığım yazıları takip ettiğine göre yazılarımın altına "Görüşlerine katılmıyorum" demeyecek kadar kendisine öz güveni olmayan korkağın teki. Ki paylaşımlarımın hepsi profilimde kayıtlı olsun veya olmasın herkesin yorum yapmasına açık. Demek ki gölgesinden korkan, görüşünü açıklamaktan kaçınan, "Ne olur, ne olmaz" diyen ödleğin biri.

Arkadaşıma bu kim diye sormadım. Doğrusu hiç de merak etmedim. Bir sinektir mide bulandıran. Hatta sinek kadar bile değeri yok hakkımda konuşan kovucu ve müfterinin. 




İktidar Kaybederse Kendi Başarısıdır

16 yıldır ülkeyi yöneten, ülkeye görmediği kadar hizmet yapan, birçok ilke imza atan, ülkeye siyasi istikrar getiren, girdiği tüm seçimleri kazanan ve zirveden inmeyen mevcut hükümet 24 Haziran seçimlerinde şayet seçimi kaybederse bu, rakiplerinin değil; kendi eseri olacaktır. Bu yazımda iktidarın hata ve yanlışlarına değinmek istiyorum:
1.FETÖ'yle mücadele dolayısıyla kamudan ihraç edilenlerin çokluğu. (Halkın bir kesiminin "içlerinde mağdurlar var... İbadet kesimi ihraç ediliyor' demesi.
2.İhraç edilenlerin kendisi ve eşlerin anne babalarının iktidara desteğini çekip başka partilere yönelmesi.
3.İlk öğretmen alımında KPSS puanının yerine mülakat tercih edilmesi. (Mülakata girmeye hak kazanan üç katı adaydan bir katı alınmıştır. Çoğu kimsede mülakatlarda torpil var algısının oluşması.
4.Mülakat sisteminin okul müdürü, okul müdür yardımcısı, şube müdürü vb çoğu yerde tek kıstas olması. (Hepsinde üç katı aday çağrılıp bir katı seçildikten sonra üçte ikisinin elenmesi. Bu demektir ki her mülakatta iktidar, bir katı memnun ederken iki katı üzmüştür. Yani her mülakat ikiye bir iktidarın aleyhine sonuçlanmıştır.)
5.Sözleşmeli öğretmenlik adı altında atananların eş durumundan faydalanamayarak 4+2 yıl atandığı yerde çakılı kalması. (Bu durumda olanlardan bir kısmı başka bir iktidar gelirse belki 6 yıl kalma şartını kaldırır, şeklinde düşünmesi)
6.Öğretmenlere öğrenci, veli not verecek şeklinde kamuoyuna yansıyan ve hükümet tarafından iki yıldır uygulanamayan performans sistemi.)
7.Ekonominin eskisi gibi iyiye gitmemesi, enflasyonun yeniden çift haneli rakamları görmesi, dövizin fırlaması, piyasada yaprak kıpırdamaması, işsizliğin artması...
8.İktidarın bütçe disiplininden ödün vermesi. İktidarın seçim ekonomisi uygulaması, birbiri ardına vaatlerde bulunması.
9.Çıkardığı yasayla birlikte ittifaklara resmiyet kazandırması. (Bu yasa, muhalefeti birleştirmiş, seçim işbirliği yapmalarına imkan vermiş, barajı aşamayacak partilere gün doğmuştur.)
10.Değişik sebeplerle birlikte çalıştığı yol arkadaşlarıyla yollarını ayırmış olması, kırgınlık veya küskünlüğe sebebiyet vermesi.
11.Eğitimde sınav sistemini seçim öncesi değiştirmesi, öğrenci ve velinin önünü görememesi...
12.Bürokratların yaptıklarının iktidara mal edilmesi. Değişik adlar altında kurulan komisyonların tasarrufları...
13.Kamuya eleman alımında uygulanan güvenlik soruşturmalarının normalinden çok uzaması.
14.İktidarın yaptığı hizmetleri anlatmak için her defasında 2002 öncesiyle günümüzü kıyaslaması.
15.İktidarın eleştiriye açık olmaması.
16.İktidarın muhalefet liderlerine tepeden bakması...
17.İktidarın eskisi gibi halkın nabzını tutamaması, halkı okuyamaması, kendisini tekrarlamaya başlaması, yeni şeyler söyleyememesi.
18.Adalet duygusunun zedelenmesi.

İlk etapta aklıma gelen sebepler bunlar. Daha başka nedenler de sayılabilir. Gördüğüm iktidara yeni oy gelmemesi, mevcudu koruyamaması şeklinde.

Bayramlarda Vatandaşın Ekmek İmtihanı *


Ramazan orucunu tuttuk, eşimizle dostumuzla bayramımızı yaptık. Arife günü Suruç’ta meydana gelen menfur olayı saymazsak eşimizle-dostumuzla tadında bir bayram geçirdik. Tadı damağımızda kaldı dense yeridir. Çünkü kısaydı bu bayram. İnşallah birlik, beraberlik içerisinde nice bayramlara yeniden kavuşuruz. Bugün bu bayram ve her dini bayramda karşılaştığımız bir sorunu gündemime alarak yetkililerin dikkatini çekmek istiyorum.


Bayrama bir iki gün kala gelen misafire ikram etmek amacıyla eşimiz, annemiz bayrama hazırlık yapar: Sarmasından dolmasına, yoğurt çorbasından bamyasına, böreğinden tatlısına varıncaya kadar envaiçeşit yemek hazırlar. Aşağı yukarı her ev yapar bunu. Bayram boyunca bu yemekler eşle, dostla yenir. Kimi ziyaretler ziyafete dönüşür. Çünkü yemekler enfestir. Ama bir sorun var. Nice emeklerle hazırlanan bu yemeklerin yanında sofralarımıza konan ekmeklerimiz bayattır. Çünkü arife gününden kalmadır.

O güzelim yemeklerin yanında bayat ekmek! Maalesef her bayram yaşadığımız vakayı adiyeden bir olaydır. Çünkü bayramda fırıncılar da tatil yapmaktadır. Şehrin günlük ekmeğini nöbetleşe çıkarır fırıncılar. Bunu bilen vatandaş arife gününden ekmek stoku yapar ve bayram boyunca hem kendisi yer, hem de gelen misafirine ikram eder. Bayramda bayat ekmek bulduğumuza şükrediyoruz. Çünkü kazara unutur veya nöbetçi fırın vardır diyerek önceden ekmek tedarik etmezsen ekmek ihtiyacını karşılamak için şehri enine-boyuna, yatay ve dikey epey bir turlaman gerekir. Çünkü günlük ekmek aldığın fırın, bakkal veya market kapalıdır. Açık olan çoğu yerde de ekmek bulabilmen mümkün değil. Çünkü tükenmiştir. Kazara bakkal veya markette ekmek kalmışsa önce seviniyorsun, ardından sevincin kursağında kalıyor. Çünkü ekmek bayat olmaya bayat. Bunu anladık da sert, kuru…ne ararsan var ekmekte. Silah yerine birine vursan adam yıkılır.

Bayramda karşılaştığın bu durum kulağına küpe olur, sonraki bayramın arifesinde evine bol ekmek stoku yaparsın. Bayat-mayat yendi yendi. Yenmedi mi çoğu ekmek maalesef çöpe gidiyor. Şükür! Ekmeği çöpe atanlardan değilim. Ama “Ben bayat yiyemem” deyip çöpe atanların sayısı da az değil.
Hasılı bayram öncesi arife gününden ekmek alsan da dert, almasan da. Bu durum ben kendimi bildim bileli var. Siz bu durumu sorun olarak görmeyebilirsiniz. Ama ben sorun görenlerdenim. Niçin bayat ekmek yiyelim, bunun başka çözümü olamaz mı? Burada fırıncılar tatil yapmasın demek istemiyorum. Tatil onların da hakkıdır. Ayrıca fırıncıların işi kolay değil. Ayakta sabahtan akşama veya gece boyunca her gün ekmek çıkarmak zorundalar: Hem kürek sallıyor, hem de ekmekle beraber ocağın karşısında onlar da pişiyor.

Bayat ekmek yememizin sebebi olarak ben planlama eksikliği olduğunu düşünüyorum. İyi bir planlama ile vatandaş o güzelim yemeklerin yanında taze ekmek de yiyebilir. Bunu yapacak olan da fırıncılar odasıdır. İçinizden fırınlar odası, hangi fırının ne zaman tatil yapacağını, kimin açık olacağının planlamasını yapıyor diyebilirsiniz. Yapıyor yapmasına eyvallah! O zaman organizede bir sıkıntı var. İyi bir planlama ve organize ile bayramlarda da taze ekmek yiyebiliriz. Yeter ki yetkililer ve sorumlular bu işi dert edinsin. İnşallah önümüzde iki ay sonra gelecek olan kurban bayramı var, Fırıncılar Odası bu işe bir el atar.

* 18/06/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

15 Haziran 2018 Cuma

Faize Faiz Dememek İçin Kırk Takla Atmak


Faize; riba, nema, kredi gibi değişik isimler verilmiş tarih boyunca. Faiz dendi mi çoğu kimse "Hafazan Allah" deyip ürküp kaçarken günümüz faize dayalı ekonomisi, kredi adı altında kendini bize ambalajlayarak pazarlatmayı bilmiştir. "Allah ve Rasulüne savaş açmak" demek olan faiz, açtığı yaralar ve söndürdüğü ocaklara rağmen insanlığın ibret alıp azalıp yok olacağı yerde kartopu gibi artarak hayatımızın içinde bizden bir parça olmaya devam ediyor ve bilinçaltımıza durmadan "Faizsiz bir sistem olmaz" ı pompalıyor.

Dünyanın iyi insanları ekonomiyi yürütmek için faizsiz bir ekonomik model bulmak için çabalamasın ve seyretsin, bunun yerine paradan para kazanan az sayıdaki kötüler bize faizsiz bir sistemi dayatsın. Oturdukları yerden taş atmadan para kazanan bu tipler dünyayı sağacak öyle bir sistem kurmuşlar ki faizler yükselse de kendileri kazanıyor, düşse de... Elinin emeğiyle kazanıp geçim derdinde olan pasif iyiler ise kazandıklarını bu para babalarına aktarıyor durmadan. 

Adına ne derseniz deyin, bugün faize bulaşmayan yok gibidir. Hiç bulaşmadım diyen faiz sarmalından nasibini alıyor. Peygamberimiz, "Öyle bir zaman gelecek ki faize girmeyen kalmayacak, hiç girmedim diyen, tozundan nasibini alacak" dediği günler bugünler olsa gerek. Bu nasıl bir çark ki hepimizi yutup içine alıyor. Çünkü piyasa faiz verilerine göre şekilleniyor. Arz talebe göre değil. Sen istediğin kadar faizle, krediyle işim olmaz deyip övün dur.

Biz faiz bataklığının içinden kendimizi kurtarmaya çalışmayalım, yerine alternatif bir sistem koymayalım. Bu acziyetimiz yetmediği gibi kendini din adına fetva vermeye yetkili gören bazı zevat, "Faizden kaçının" diyeceği yerde "Bu, düpedüz faizdir" diyerek faizli muameleden kaçınanları "Yok bu faiz değildir. Devletin bankalarının verdiği fazlalık faiz olmaz, bunların tüzel kişiliği var, Kur'an'da yasaklanan faiz kişiler arasındaki muamelelerdir" şeklinde fetva vermek suretiyle "Tövbe bulaşmam, girmem bu savaşa" diyenleri mindere çekmeye çalışıyor. Mısır müftüsü de bu tiplerden biri. Belki de başları. Rejimin dümen suyuna girmiş bir noter dense yeridir. 

Din adına söz söyleyenlerin yüz karası. Bu tipler kendilerine bahşedilen makam karşılığında anasını da satar, babasını da. Allah bu dini bu tiplerin elinden kurtarsın. Dinini satan başka neler satmaz ki... Değer mi bir makama geleceğim ve o makamda tutunacağım diye ahretlerini mahveymeye? Bunlar makamların kendilerini yücelteceğini sanan cüce insanlardır. İmamı Azam hiçbir makama gelmeden, tüm makamları elinin tersiyle itmek suretiyle büyük imam olabilmiştir. İşkenceyle öldürülmüştür ama sistemin dayatmasına boyun eğmemiştir. Bu tipler, bu imamın hayatından haberdar değiller mi acaba? Bal gibi haberleri var ama işgal ettikleri makam kendilerine tatlı geliyor. Çünkü dünyalık yaşıyorlar, ahiret gibi bir dertleri yok. Yazıklar olsun bu tip belam kişilere! 

Sen Çatla E mi Nefsim!

Haziranda(ramazan ayı) doğmuşum. İsim arama derdi olmamış ailemin. Ramazan demişler bana. Elli beş yaşını doldurup elli altıdan gün aldım. Yarım asrı devirdim anlayacağınız. Ailemin küçük yaşta alıştırmasıyla kendimi bildim bileli ramazan orucumu tutarım. Yeri geldiği zaman peygamberimizin "gözümün nuru" dediği namaz ibadetini ihmal ettim, hatırladığım kadarıyla mazeretimden dolayı birkaç gün yediğimin dışında oruç tutmayı ihmal etmedim. Bana bu oruç ibadetini yerine getirmem konusunda küçük yaşta bu bilinci veren aileme özellikle namaz ve oruç konusunda çok hassas olan babamı rahmet ve minnetle anmak istiyorum. Allah kendisinden razı olsun! Mekanını cennet eylesin!

Bugün ramazanın son günü. Haziran aylarında tuttuğum oruçların ikincisi sanırım. Yani sıcak ve günlerin uzun olduğu günler. Her yıl hicri takvime göre ramazan on bir gün önce geldiğine, her otuz küsur yılda bir aynı günlere denk geldiğine göre çocukluğumda tuttuğum ilk oruçların haziran-temmuz ayları olduğunu anlıyorum. Dördü bitirip beşinci sınıfa geçtiğim yılın yazında Sofu Emmi lakaplı bir ustanın yanında oruçlu oruçlu beş gün inşaatta çalışmıştım. Rahmetlinin "Haydi kuzum" demesi hala kulağımda. Tatlı diliyle çalıştırmayı iyi bilirdi. Kovayla çamur getirmiştim kendisine. Mübarek, yanında kolay kolay büyüklere yer vermezdi. Bunun yerine küçükleri çalıştırırdı. Hatta aldığım beş günlük yevmiye ile babam evimize beş kilo toz şeker almıştı. Beş gün çalışmanın karşılığı, beş kilo toz şeker ettiğine göre demek ki beni çocuğa verilen  günlük harçlığa çalıştırmış Sofu Emmi. Allah rahmet eylesin.

Her ramazan yaklaşırken içim daralır, "Bu sıcakta, bu uzun günlerde nasıl oruç tutacaksın" şeklinde nefsim beni kıskaca alır, sıkboğaz eder. Aklım, fikrim, inancım, tecrübem dinin beş temelinden biri olan oruca eyvallah, başüstüne derken nefsimi karalar bürür, neredeyse karabasan basar. Güler yüzümü güldürmez eder. İçimde bir sıkıntı meydana getirir. Derken ramazan gelir, çatar ve orucuma başlarım. Oruca başlamadan önce nefsimin kötülüğü emretmesi ve kanımda dolaşan şeytanın iğvasıyla içimde oluşan endişenin oruca bismillah dedikten sonra bu endişenin yersiz olduğunu anlarım. Bende oluşan bu heva ve hevesin, tıpkı çalışkanlardaki pazartesi sendromu gibi olduğunu, nefsin isteksizliğinin ilk bir-iki gün oruç tuttuktan sonra geçtiğini anlarım.

Bundan bir ay öncesinde isteksizce başladığım bu ibadete vücudum uyum sağladığı gibi sayılı günler çabuk geçer misali -nefsimin bitmez dediği günler- bugün itibariyle bitti. Boşuna başlamak bitirmektir denmemiş. Bakın bitti. Sonra azmin elinden ne kurtulurdu ki? Yeter ki sen azmet!

Şükür ki bitti, Rabbime olan borcumu ödedim ve şimdi şu an itibariyle bayramı hak ettim. Sağlam olarak bayrama giriyorum. Nefsime galebe çaldım.

Sen çatla e mi nefsim? Sana kalsaydı,  ya da sana uysaydım kara kara günlere kalacak, ben ne yaptım deyip pişmanlık duyacaktım bugün. Şükür ki sana uyup Rabbimin emrine isyan etmedim ve tüm müminler gibi orucumu tutarak bayrama girdim. Cümlemizin tuttuğu oruçlar indi ilahide kabul olsun, nice haziranlarda sağlıklı bir şekilde oruç tutmayı nasip etsin Mevlam. Herkesin bayramı mübarek olsun.