Ana içeriğe atla

Sen Çatla E mi Nefsim!

Haziranda(ramazan ayı) doğmuşum. İsim arama derdi olmamış ailemin. Ramazan demişler bana. Elli beş yaşını doldurup elli altıdan gün aldım. Yarım asrı devirdim anlayacağınız. Ailemin küçük yaşta alıştırmasıyla kendimi bildim bileli ramazan orucumu tutarım. Yeri geldiği zaman peygamberimizin "gözümün nuru" dediği namaz ibadetini ihmal ettim, hatırladığım kadarıyla mazeretimden dolayı birkaç gün yediğimin dışında oruç tutmayı ihmal etmedim. Bana bu oruç ibadetini yerine getirmem konusunda küçük yaşta bu bilinci veren aileme özellikle namaz ve oruç konusunda çok hassas olan babamı rahmet ve minnetle anmak istiyorum. Allah kendisinden razı olsun! Mekanını cennet eylesin!

Bugün ramazanın son günü. Haziran aylarında tuttuğum oruçların ikincisi sanırım. Yani sıcak ve günlerin uzun olduğu günler. Her yıl hicri takvime göre ramazan on bir gün önce geldiğine, her otuz küsur yılda bir aynı günlere denk geldiğine göre çocukluğumda tuttuğum ilk oruçların haziran-temmuz ayları olduğunu anlıyorum. Dördü bitirip beşinci sınıfa geçtiğim yılın yazında Sofu Emmi lakaplı bir ustanın yanında oruçlu oruçlu beş gün inşaatta çalışmıştım. Rahmetlinin "Haydi kuzum" demesi hala kulağımda. Tatlı diliyle çalıştırmayı iyi bilirdi. Kovayla çamur getirmiştim kendisine. Mübarek, yanında kolay kolay büyüklere yer vermezdi. Bunun yerine küçükleri çalıştırırdı. Hatta aldığım beş günlük yevmiye ile babam evimize beş kilo toz şeker almıştı. Beş gün çalışmanın karşılığı, beş kilo toz şeker ettiğine göre demek ki beni çocuğa verilen  günlük harçlığa çalıştırmış Sofu Emmi. Allah rahmet eylesin.

Her ramazan yaklaşırken içim daralır, "Bu sıcakta, bu uzun günlerde nasıl oruç tutacaksın" şeklinde nefsim beni kıskaca alır, sıkboğaz eder. Aklım, fikrim, inancım, tecrübem dinin beş temelinden biri olan oruca eyvallah, başüstüne derken nefsimi karalar bürür, neredeyse karabasan basar. Güler yüzümü güldürmez eder. İçimde bir sıkıntı meydana getirir. Derken ramazan gelir, çatar ve orucuma başlarım. Oruca başlamadan önce nefsimin kötülüğü emretmesi ve kanımda dolaşan şeytanın iğvasıyla içimde oluşan endişenin oruca bismillah dedikten sonra bu endişenin yersiz olduğunu anlarım. Bende oluşan bu heva ve hevesin, tıpkı çalışkanlardaki pazartesi sendromu gibi olduğunu, nefsin isteksizliğinin ilk bir-iki gün oruç tuttuktan sonra geçtiğini anlarım.

Bundan bir ay öncesinde isteksizce başladığım bu ibadete vücudum uyum sağladığı gibi sayılı günler çabuk geçer misali -nefsimin bitmez dediği günler- bugün itibariyle bitti. Boşuna başlamak bitirmektir denmemiş. Bakın bitti. Sonra azmin elinden ne kurtulurdu ki? Yeter ki sen azmet!

Şükür ki bitti, Rabbime olan borcumu ödedim ve şimdi şu an itibariyle bayramı hak ettim. Sağlam olarak bayrama giriyorum. Nefsime galebe çaldım.

Sen çatla e mi nefsim? Sana kalsaydı,  ya da sana uysaydım kara kara günlere kalacak, ben ne yaptım deyip pişmanlık duyacaktım bugün. Şükür ki sana uyup Rabbimin emrine isyan etmedim ve tüm müminler gibi orucumu tutarak bayrama girdim. Cümlemizin tuttuğu oruçlar indi ilahide kabul olsun, nice haziranlarda sağlıklı bir şekilde oruç tutmayı nasip etsin Mevlam. Herkesin bayramı mübarek olsun.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde