Ana içeriğe atla

Öküzün Birine...

Takipçilerim sosyal medyadaki paylaşım ve yazılarımda olaylara eleştirel yaklaştığımı bilir. Az sayıdaki takipçimin de beni bu yönümle takdir ettiğini düşünüyorum.

Olayları değerlendirirken ve analiz ederken kolay kolay kişiselleştirmem, asla belden aşağı vurmam, kimsenin yağdanlığını yapmam. Bu olaya şöyle baksam şu kesim küser, darılır, kırılır, incinir demem; kendi cephemden olaylara bakarım. Kimseye ne minnet borcum var, ne de kimseden bir beklentim. Sırtımda yumurta küfesi hiç olmadı. Fikirlerime uygun olanları tasvip eder, olmayanı eleştirir; şöyle olsaydı daha iyi olurdu, derim. 

Renksiz biri miyim? Asla! Bir rengim var. Bugün Türkiye'de siyaseten büyük çoğunluğun tasvip ettiği kesim, benim içinden çıktığım kesimdir. Kendimi onlara ait hissederim. Dün söz sahibi değilken de o camianın içindeydim, bugün de. Dün nimet yokken de oradaydım, bugünde. Yanlış ve hataları olsa da yerim yine onların yanıdır. Kırılıp gücensem de savrulup gitmem. 

Camiam hata yaparsa "Ne haliniz varsa görün gününüzü" deyip çekip gitmem, mahallemi değiştirmem. Çünkü yuvam burası, kendimi ait hissettiğim yer burası. Dilimin döndüğünce doğrularına doğru, yanlışlarına yanlış derim. Mütevazı sayfamda kırmadan, dökmeden, kişiselleştirmeden duygu ve düşüncelerimi yazmaya, içimi dökmeye çalışırım. Yapıcı eleştiri benimki. Ebu Zer el Gıfari nasıl gözünü budaktan esirgememişse benimki de o hesap. Teşbihte hata olmasın, zira tozu bile olamam mübareğin. Allah razı olsun kendisinden.

Niyetim kendimi yazmak değil. Hem sevmem, hem de bu sayfa kendimi anlatma sayfası değil. Burada kendimi yazmamın sebebi, tanımadığım bir öküzden bahsetmek. Kim olduğunu bilmediğim bu embesil ne yapmış derseniz? Bu salak ve ahmak birkaç yıl önce bir arkadaşımı arayarak "FETÖ'cü mü o" diye sormuş beni. FETÖ'cülük geçer akça nasılsa günümüzde. Sanki kızına veya bir akrabasına talip olmuşum da nasıl biri diye beni soruyor. Bu kendini bilmez benim sosyal medyadaki paylaşımlarımı takip eden biri anlaşılan. Olaylara eleştirel yaklaşmamı hazmedememiş; yememiş, içmemiş. Beni merak etmiş. Bu beyinsize göre eleştiren herkes FETÖ'cü belli. Herkesin kendisi gibi yağdancı olmasını istiyor olmalı. Üstelik tanımadığı adam hakkında zanda bulunacak ve iftira atacak kadar zırcahilin biri. Yazdığım yazıları takip ettiğine göre yazılarımın altına "Görüşlerine katılmıyorum" demeyecek kadar kendisine öz güveni olmayan korkağın teki. Ki paylaşımlarımın hepsi profilimde kayıtlı olsun veya olmasın herkesin yorum yapmasına açık. Demek ki gölgesinden korkan, görüşünü açıklamaktan kaçınan, "Ne olur, ne olmaz" diyen ödleğin biri.

Arkadaşıma bu kim diye sormadım. Doğrusu hiç de merak etmedim. Bir sinektir mide bulandıran. Hatta sinek kadar bile değeri yok hakkımda konuşan kovucu ve müfterinin. 




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde