9 Haziran 2018 Cumartesi

Karneye Bakın, Hizaya Geçin!

Eğitim ve öğretimimizin hal ve ahvalini sormaya gerek yok. Hiç eğitimin içinde olmayan bile eğitim ve öğretim alanında bir şeylerin iyi gitmediğini bilir. Yan tarafta elde ettiğim iki karne bile maarifimizin içler acısı durumunu ayan beyan göstermektedir. Her iki karne de sekizinci sınıfı bitiren iki öğrenciye ait. 

İlk karnede öğrenci ilk dönem sadece Türkçe dersinin ilk sınavına girmiş ve 13 puan almış. Beden Eğitimi ve Müzik öğretmenleri muhtemelen öğrenciyi hiç görmeden 100'er puan vermiş. Öğrenci diğer derslerden sınava girmediği için başka da not almamış. Büyük bir ihtimalle okula da devam etmedi bu öğrenci. Sınıf öğretmeni hiç not almayan ve doğru dürüst devam etmeyen bu öğrenciye davranış notu olarak "çok iyi"yi döşemiş.

İkinci dönem hiçbir dersten not almamış ve sınav notu girilmemiş. Çünkü öğrenci okula gelmemiş. Yıl sonunda İlköğretim Kurumları Yönetmenliğine göre bu öğrenci şube öğretmenler kuruluna kalmış. Sonuç, öğrencimiz 13.1250 puan ile 8.sınıftan ŞÖK ile geçerek ikinci kademeden mezun olmuştur. 

İkinci karnedeki öğrenci karnedeki yazana göre ilk dönem 51, ikinci dönem ise 64 gün devam etmemiş okula. İkinci dönem hiçbir sınava girmemiş ve dönem notu oluşmamış. Bu öğrencimiz de şube öğretmenler kurulu kararıyla 41,9657 puanla 8.sınıftan mezun edilmiştir.

Size karneden tespit ettiğim iki örnek. Milyon kere kalmayı hak etmiş, okumamak ve geçmemek için direnmiş bu iki öğrenci gibi kaç öğrencimiz mezun oldu ve liseye devam etmeye hak kazandı? Varın gerisini siz düşünün. 

Okul yönetimleri bu şekil öğrencileri seneye başıma bela olmasın, mezun edeyim benden gitsin, ne halleri varsa görsünler, benim çektiğim yeter, biraz da başkası çeksin diye bu tip öğrencileri geçirmek suretiyle okulunda bir güzel temizlik harekatı yapıyor. Güya hem kendine, hem okuluna, hem de öğrenciye iyilik yapmış bu okul idaresi. Problem bitecek mi? Bitmeyecek. Bu öğrencilerin doğru dürüst okula gelmeden, sınava girmeden mezun olduğunu gören arkadaşları, "Alemin kerizi biz miyiz? Baksana arkadaşlarımız hiç yorulmadan, çalışmadan, sınava girmeden nasılsa mezun oluyorlar, biz niye devam edelim" deyip önümüzdeki sene aynı yolun yolcusu olma ihtimalleri yüksek. Burada ne şiş yanmış, ne de kebap. Herkes halinden memnun. 

Sonuçta olan eğitim ve öğretimimize oluyor, hep beraber topuğumuza sıkıyoruz. Geleceğimizi tüketiyoruz. Öğrenci, daha bu yaşta emek sarf etmeden yatarak sınıf geçebileceğini öğreniyor. Büyüyünce niye çalışsın. İçinizden suç okul idaresi ve öğretmenlerin, bu tip öğrencileri geçirmeyin olsun bitsin diyebilirsiniz. Böyle diyenler haklı. Fakat karşımızda herkesi okutmayı ve mezun etmeyi kafasına koymuş zorunlu bir eğitim var. Elin mahkum geçirmeye. Bu sene olmazsa öbür sene bu çocukları mezun edeceksin ve bu çocuk yarın ortaokul mezunuyum diye toplumda caka satacak. Belki liseyi bitirecek. Çünkü bizim eğitim sistemimiz diploma basıyor sadece. Hiç elek kullanmadan unu eler, eleği duvara artırır türdendir. İçerik hiç de önemli değil. Önemli olan kaç insanımızın ortaokul ve liseyi bitirdiğinin istatistiklere girmesidir.

Sonuç, bizim eğitim sistemimiz diplomalı cahil yetiştiriyor. Emek sarf etmeden kazanmayı vadediyor. Okumamak için direnenleri mezun edeceğim derken okumak isteyenlere kötülük yapan bir sistem dense yeridir. Sizce elemenin olmadığı bu sistemden bir cacık olur mu?

8 Haziran 2018 Cuma

İlkokulda Eğitim ve Öğretim

Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri iktidar oldukları zaman başarılı icraatlara imza atmak isterler. Her hükümetin başarılı olduğu icraatlarının yanında çok istemesine rağmen başaramadığı icraatları da vardır. Gelmiş geçmiş hükümetlerin isteseler de başarılı olamadığı tek alan eğitim ve öğretimdir. Mevcut hükümet de bundan nasibini alanlardandır.

Mevcut hükümet, öncekilerden farklı olarak eğitim ve öğretime bütçeden daha fazla pay ayırmış; bina ve derslik ihtiyacını minimize etmiş, okulların alt yapı ve fiziki yönden sorunlarını çözmüş, öğretmen ve personel ihtiyacının çoğunu karşılamış; elektrik, su, telefon, internet ve yakıt ihtiyacını gidermiş, farklı sınav sistemleri uygulamış, müfredatlarda gerekli değişikliği yapmış, okulları teknolojiyle donatmış, mevcut yöneticilerle bu iş olmuyor diye hemen hemen tüm yöneticileri değiştirmiş...Fakat istenilen başarıyı bir türlü yakalayamamıştır. Helva yapacak her türlü malzeme olmasına rağmen niçin iyi bir helva yapılamıyor? Öyle zannediyorum sorunu iyi teşhis edememiştir. Teşhis doğru olmayınca tedavisi de olmuyor.

Bir defa hükümetler eğitim alanında halka şirin görünmekten, mavi boncuk dağıtmaktan, herkesi okutacağım demekten vazgeçip eğitimi adam akıllı masaya yatırmalı.  Burada eğitim ve öğretimle ilgili daha önce defalarca yazdığım görüşlerimin bir hülasasını ilkokuldan almak suretiyle tekrar yazmak istiyorum:
-Haftalık ders yükü 25 saat ile sınıflandırılmalı.
-09.00-13.00 arası ders, öğleden sonra oyun. Çocuklar oyun ile büyümeli. Öğle yemeğini okulda yemeli. Okulda okurken çocukluğunu yaşamalı çocuk.
-İlkokul öğretmeni dört yıl boyunca aynı sınıfa girmemeli. Her bir sınıfa branş sınıf öğretmeni derse girmeli. Sınıf öğretmenliğinden mezun olan bir öğretmen hangi sınıf seviyesinde derse gireceğini bilmeli.
-İlkokul boyunca öğrenci okuma-yazma, anlama ve anladığını anlatma, basit matematik bilecek şekilde mezun edilmeli.
-Oyunlarda öğrencinin kişilik kazanması esas alınmalı. Çocuk oynarken sosyalleşmeli, görgü ve etik kurallarını öğrenmeli: Paylaşmayı, oyun kuruculuğu, yerlere kağıt atmamayı, yalan söylememeyi, sıra ve duvarları çizmemeyi, arkadaş edinmeyi, nazik ve kibar olmayı, adaletli olmayı...
-Öğrenciye geldiği gün ve dört yıl boyunca yardımcı kaynak aldıran, ona test yaptıran, oyun oynatmayan, oyun saatinde ders işlemeye kalkan, bir an evvel okuma-yazma öğretmeye kalkan, diğer öğrencilerle yarıştıran öğretmene önce uyarı, ardından inceleme ve soruşturma başlatılmalı, hala söz dinlemiyorsa görevine son verilmeli.
-Bu kademede kesinlikle sınav yapılmamalı.
-Eve ödev verilmemeli.
-Seviyesine göre çokça kitap okumasına imkan verilmeli.
-Öğrencinin, okulun belirlediği tek tip forma yerine serbest giyinmesi sağlanmalı.
-Öğretmen ders ve oyun saatlerinde sürekli öğrencileri gözlemlemeli. Çocuğun kabiliyet ve istidatlarıyla ilgili rapor düzenlemeli.
-Dört yılın sonunda öğrenci, istenen kazanımlardan neleri öğrenebildiği, neleri öğrenemediği ile ilgili belge ile mezun olmalı ve kayıt alanına göre kaydı merkezi olarak ortaokula yapılmalı.

Ortaokulda eğitim ve öğretim ne şekilde olmalıdır sorusuna bir başka yazımızda değinelim.

Zırcahil Hatta Cahil mi?

Allah kimseye en büyük nimet olan akıl noksanlığı vermesin. Toplumda aklını kullanmayan, söylediği sözün nereye gideceğini kestiremeyen, senin ne dediğini anlamayan, anlamadığını kabul etmeyen, senin kastettiğini başka şekil anlayan; nerede, ne konuşulacağını bilmeyen ve cahil hatta zırcahil olduğunu bilmeyen kişiler çoğunluktadır. 

Bu tiplerle karşılaşmayı gör. Bunlara kendini anlatamazsın. Yenme gibi bir düşüncen varsa havanı alır, pes edersin.  Çünkü hep bunlar galip gelir. İnsana saç-baş yoldurur. Anandan doğduğuna pişman eder. Bu tipler geri zekalı mı? Değil. Aklını kullanmayan embesildir. Sıfır akılla yaşar. Çünkü zerre kadar aklını kullanmaz. Allah'ın kendilerine verdiği akıl nimetini hiç kullanmadan öbür dünyaya tekrar götürürler. Götürmeden önce seni gönderir. Uzun ömürlüdürler. Seni toprağa gömer yine yaşamaya devam ederler.

Cahilliğine bakmaz, bakamaz. Çünkü paçasından akan cahilliğinin farkında değil. Senin her hareketini ayıplar, burun kıvırır. Bok böceği gibi ortamı kirletir. Ama farkında değil. Her olayda zeytin yağı gibi suyun yüzüne çıkar. Altta kalan sen olursun.

İçinizden bu tiplerden bu kadar muzdaripsin, o zaman uzak dur bunlardan diyeniniz çıkabilir. El-hakk doğru der böyle düşünen. Uzak biri olsa eyvallah diyeceğim. Ya böylesi bir akraban ise sılayı rahim gereği görüşmen gerekiyorsa o zaman ne yapacaksın? Elin mahkum! Yatıp ağlayacaksın, kalkıp anlayacaksın. Çünkü karşında aşılması, geçilmesi zor bir duvar var. Ne o seni, ne de sen onu anlarsın. Allah böyleleriyle karşılaştırmasın. Karşılaşırsan da Allah Eyyüp peygamber sabrı versin.

7 Haziran 2018 Perşembe

Ön Safları Yara Yara Çıkıp Gitmek

Teravih, ramazan ayına mahsus bir ibadettir. 8, 12, 20, 32 rekat kılınır şeklinde rivayetler vardır. İsteyen evinde isteyen de camide cemaatle kılabilir. Mısır'da camilerde 8 rekat olarak camilerde cemaatle kılınmaktadır. Türkiye'de ise 20 rekat olarak kılınmaktadır. Bu şekil teravih, teravih adı altında ramazan ayına mahsus bir ibadet olduğunu kabul edenlerin görüşüdür. Bir de teravih diye bir namaz yoktur. Peygambere atfedilen namaz gece namazıdır, şeklinde görüş bildirenler de vardır.

Burada niyetim teravih vardır veya yoktur görüşlerini ortaya dökmek değildir. İsteyen kılar, isteyen kılmaz. Var deyip kılan sevap alır, yok deyip kılmayan ise sevap almaz ve günah kazanmaz.

Teravih kılanlarımız yeknesak olmamakla beraber çoğunluk camilerde 20 rekat olarak kılar. Kimi de sekiz rekat kılmak için camiye gelir. Çünkü teravihin 8 rekat olduğuna inanıyorlar. Tamam kılsınlar. Buna diyeceğim yok. Garibime giden "Ben sekiz kılıyorum, hepiniz görün" dercesine olan görüntüleri. Bu arkadaşlar en ön saflara geçip sekiz kıldıktan sonra "Benden bu kadar" deyip en önden arkaya doğru safları yararcasına çıkıp gitmeleri. Niye böyle yapıyorlar acaba? Sekiz rekat kıldıktan sonra çekip gitmelerine değil serzenişim. Niçin arka saflarda kılmadıkları. Bu tip cemaat, arka safta kılıp da çekip gitse fena olmaz, hatta çok iyi olur diye düşünüyorum. Çünkü en önden kalkıp giderken hem saftakileri rahatsız ediyorlar. Hem de ön saf boşalınca arka tarafta safına alışmış kişi boşalan yeri doldurmak için öne geçmek zorunda kalıyor. Bazen de ön saf doldurulmadığı için boşalan yer boş kalıyor.

Sekiz kıldıktan sonra safını boşaltan başkasını rahatsız ettiğini, saf düzenini bozduğunu düşünememiş veya bunu sorun edinmemiş veya yaptığı bu işi normal görmüş olabilir. Eğer böyleyse az da olsa benim gibi her şeyden nem kapan cinsleri rahatsız ettiklerini düşünürlerse sevinirim. Buradan duyurmuş olayım. 

Not: Kendileri arkada duracak iken mecburiyetten ön safa geçmek zorunda olanlara sözüm olmaz.

6 Haziran 2018 Çarşamba

Alkışlarımız Askerimize! ***


Mehmetçik adını verdiğimiz askerimizle ne kadar gurur duysak onları ne kadar methetsek azdır ve haklarını ödeyemeyiz. 15 Temmuz 2016 gününe kadar bir başka şer odağının çöreklendiği milli ordumuz içindeki irinlerden kurtularak yurt içinde, Suriye'de, Irak'ta operasyon üstüne operasyon yapıyor. Girdiği her yerde sinsi düşman ve teröristlere karşı şehit verse de tuttuğunu kopararak dönüyor, öldürücü hamleleriyle terör yuvalarını bir bir temizleyip geliyor.
Fazla değil, iki sene öncesine gidelim: Yurt içindeki terörle başa çıkamayan, günlük pusuya düşürülüp sayısız şehir veren, günlük canlı bombaların patlatıldığı bir ülke görünümünden bugün içeride teröre göz açtırmayan, girilemeyen terör yuvalarına giren, günlük onlarca teröristi etkisiz hale getiren, yurt dışında bir operasyondan diğer operasyona koşan ve her girdiği yerden başarı ve zaferle dönen bir ülke görünümüne döndük. Karanlık gecelerin sabahına menfur saldırı haberleriyle kalkmaz olduk. Bu başarıda ordunun başarısı yadsınamaz. Önlerinde saygıyla şapka çıkarılır.
Dün terörle boğuşan bir ülke görünümünden bugün güvenle yatağımızdan kalkmamızı sağlayan bir ülke görünümüne kavuşmamızda en büyük pay sahibi olan askerimiz, daha iki yıl öncesinde içinden bir hain güruhu çıkarmış, demoralize olmuş, birçok üst rütbelinin görevden el çektirildiği yaralı bir ordudur. Subay ve personel eksikliğine rağmen kısa zamanda toparlanmış, yaralarını sarmış bir ordu; bıkmadan, usanmadan, yorulmadan yaptığı vurucu ve akılcı hamle ve nokta atışlarıyla ülke düşmanlarına göz açtırmıyor. 
İki yıl öncesine kadar başarı nedir bilmeyen, ülkedeki terörle başa çıkamayan, olup biteni bizim gibi seyreden bu ordu, içindeki  hainlerden kurtulunca önce silkindi ve ardından şaha kalktı. Korksun bundan sonra bu ordudan herkes. Ardında kendisine siyasi desteğini esirgemeyen güçlü bir siyasi irade olduğu müddetçe milletimizin değerleriyle barışık olan bu ordu, gözümüz arkada kalmayacak şekilde daha çok şey yapar. Güvenli bir ülkede yaşamamızın en büyük teminatıdır. Sayelerinde biz emniyet içerisinde sıcak yatağımızda yatarken korkması gereken şer cepheleri fellik fellik kaçacak yer arasın.
Allah bu ordunun başına geleni kimseye vermesin. Zira çiğ tavuğun başına gelmedi bunların başına gelen. Allah karada, havada ve denizde göz bebeğimiz olan ordumuzu muzaffer eylesin. Başkasının değil, milletin ordusu olmaya devam etsin. Siyaset yapmasın, hep siyasi iradenin ve milletin emrinde olsun. Biz kendilerinden razıyız, Allah da kendilerinden razı olsun.

*** 28/06/2018 günü Yeni Haber gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

Askerlik Muayenesinin Böylesi!

Yıl 1983. Lise birinci sınıf öğrencisi iken askerlik kağıdım gelmişti. Öğrenci olduğum için okulum her yıl askerlik şubesine öğrenci olduğuma dair yazı göndermek suretiyle askerliğim tecil edildi.

Herkesin üniversite bitirdiği bir yaşta erkenden liseyi bitirmiş, diplomamı almıştım. Okumayacağım, ama ileride girmedim demeyeyim diye öylesine girdiğim üniversite sınavı sonucunda Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesini kazanmıştım. 

Üniversiteye kayıt yaptırmak için istenen belgelerden bir tanesi olan "Askerlik ile ilişiği yoktur" yazısını almam gerektiğini öğrenince aynı okuldan birlikte mezun olduğumuz ve herhangi bir yeri kazanamayan arkadaşımla birlikte Çumra Askerlik Şubesine gittim. Bize şubeden "Burada muayenenin günü geçti, siz geç kaldınız, Konya'ya gideceksiniz ve orada muayene olacaksınız" dendi. Tekrar Konya'ya geldik, yerini-yurdunu bilmediğimiz Konya Askerlik Şubesini araya araya bulduk. Oradan da bize, "Burada da muayenenin günü geçti. Muayene olmak için Isparta'ya gitmelisiniz" dendi.

Şubeden çıktık. Bizi aldı bir düşünce. Konya'dan dışarıya çıkmamış, yol-yordam bilmeyen ve cebinde meteliğe kurşun atan biz, muayene olmak için Isparta'ya nasıl giderdik? 

Hayal gücü kuvvetli arkadaşım, "Gel dersimizi Milli Güvenlik dersimize giren Aslanlı Kışla'daki komutana anlatalım. Hatırlat mısın derslerinde öğrenciyi sevdiğini söylerdi. Bizim derdimize ancak o çare olur. Ne de olsa buradakilerin komutanı" dedi. Aklıma yattı bu fikir. Denemeden başka çare yok diyerek birlikte Aslanlı Kışla'ya vardık. 

Nizamiyede bize ayşe et soruları gibi sorular soran askere, "Komutanımızın öğrencisiyiz. Onu ziyarete geldik" dedik. Komutana telefon açan askere komutan, "gelsinler" demiş. Tir tir titreyerek komutanın makamına girdik. Ne de olsa bir kışlaya, bir komutanın yanına ilk defa çıkıyorduk. Acaba işimizi halledeme miydi, ya da bizi nasıl karşılayacaktı, alın şunları içeriye. Bunlar asker kaçağı mı diyecekti. 

Görevli asker nezaretinde girdik komutanın yanına. Sağ olsun komutan, bizi ayakta karşıladı. Konya İHL'den öğrencisi olduğumuzu söyledik. Askerlik muayenesiyle ilgili bir maruzatımızın olduğunu ifade ettik. Bize, "Nereyi kazandığımızı" sordu. Ben Erciyes İlahiyatı, bir yeri kazanamayan arkadaşım da Edebiyat Fakültesini kazandığını söyledi. "Aferin size, ben okuyanı severim" dedi. Santralı arayarak görevli askere askerlik şubesini bağlamasını emretti. Şubedeki üst rütbeli komutana, "İki öğrencimi gönderiyorum, bunların muayenesini hemen yapın" dedi. Umduğumuzdan fazla bir iltifat gördüğümüz komutanımıza teşekkür ederek makamından ayrıldık.

Yürüyerek geldiğimiz yolu tabana kuvvet diyerek tekrar kat etmeye koyulduk. Korkarak ümitsiz bir vaka olarak geldiğimiz yerden önemsenmiş bir kişi edasıyla yorgunluğa aldırmadan daha bir iştahlı yürüdük. Zaten başka da çaremiz yoktu, cepte de metelik. Dolmuş hattı vardı mutlaka ama bizim için dolmuşa binmek lükstü. Ne kadar yürüdük bilmiyorum. Kolar adımla Konyalıların deyimiyle Battı-Çıktı adı verilen Meram Yeni Yol'daki askerlik şubesine geldik. Geldik ama yine içimizde bir korku vardı. Zira muayenede tepeden tırnağa soyuyorlarmış, biz bugüne kadar kimsenin yanında üstümüzü çıkarmadık. Nasıl soyunacaktık. Utanırdık bir defa. 

Kafamızda bin bir türlü müphemle daha önce muayene için Isparta'ya gitmemiz söylenen şubeden içeriye girdik tekrar. "Bizi komutanımız gönderdi. Biz onun öğrencileriyiz, biz askerlik muayenesi için geldik" dedik. Görevli asker, yaş, kilo ve boyumuzu sordu. Yaş dışında kilo ve boyumuz için verdiğimiz yaklaşık değeri asker yazdı. Sonra "tamam, gidebilirsiniz, teciliniz yapıldı" dedi. 

Zafer kazanan bir komutan edasıyla içimiz içimize sığmaz bir şekilde dışarıya çıktık. Sevincimize diyecek yoktu. Nasıl sevinmeyelim ki milli güvenlik dersimize giren komutanımız sayesinde Isparta'ya gitmekten kurtulmuş, üstelik muayenemiz yapılmıştı. 

1986 yılında başından geçen bu askerlik muayenesini bize kolaylaştıran komutanın adı yanlış hatırlamıyorsam Abdullah Kayacık idi. Vefat etmişse Allah rahmet eylesin, yaşıyorsa kulakları çınlasın.

Bir Öğretmen Düşünün ki...

Bir öğretmen düşünün ki herkesin oruçlu olduğu veya oruç tutmayanların da oruçlu göründüğü bir ortamda sote yerler var iken öğretmenler odasında herkesin gözü önünde masanın üzerine nevalesini çıkarıp kimseye aldırmadan yesin, içsin.

Bir öğretmen düşünün ki yeni geldiğin okulda sana bir hoş geldin, demesin. Yanına gelip sana çantasından çıkardığı alternatif tıp denilen ilaçların pazarlamasını yapsın. Ardından bir masaya ilaçları çıkararak bir pazarlamacı gibi ilaçlarını satmaya kalksın.

Bir öğretmen düşünün ki boş dersin aynı zamana denk gelsin, hiç nefes almadan sana soru sorsun ve durmadan konuşsun.

Bir öğretmen düşünün ki kaşlarının üzerini turkuaz bir renk ile boyasın, herkesin dikkatini çekecek şekilde garip bir şekilde giyinsin.

Bir öğretmen düşünün ki öğretmenlikten arta kalan zamanında kick boks sporu öğrenmeye gitsin ve bu öğrendiğini öğrenci, öğretmen cümle alem sormadan herkese anlatsın dursun.

Bir öğretmen düşünün ki ABD'den getirttiği bir şampuanla saçını yıkasın. Durmadan bu şampuanın reklamını yapsın, görselini gelene-geçene göstersin. "Atın kuyruğunun kılından yapılan bu şampuanın dökülen saçları yeniden çıkarttığını, Türkiye'de böyle bir ürünün yapılamadığını, hatta atın bu ülkede bol olduğunu" anlatsın dursun.

Bir öğretmen düşünün ki arabasına bindiği zaman tali yoldan çıkmış olsa bile ana caddede seyreden araçların önüne aracını sürsün. "Ne yapıyorsun hocahanım! Araba geliyor, lütfen durur musun" dediğinde 'Yol benim, ben sinyalimi verdim. Sinyali verdim mi iş biter, yol hakkı bana geçer. Ben trafik kurallarını iyi bilirim, bugüne kadar hiç kaza yapmadım' desin ve sana yol boyunca bildiğin tüm duaları okutsun.

Bir öğretmen düşünün ki kendi branşını tüm branşlardan daha önemli görsün, önemini anlata anlata bitiremesin. Kendini dünyanın merkezine koysun.

Bir öğretmen düşünün ki hasta olduğunu bilmesin; konuşması, hal ve hareketi, giyim ve kuşamı ve süründüğü garip makyajıyla insanları rahatsız ettiğini bilmesin. Olduğu beyin ameliyatıyla dünyaya yeniden geldiğini söylesin dursun.

Bir öğretmen düşünün ki öğrenci, öğretmen ve idareci kendisiyle karşılaşmamak, kendisiyle konuşmamak için kapı-pencere kaçsın dursun ama bu, tüm bu olan bitenden haberi olmasın.

Bir öğretmen düşünün ki "Ben bir şehit kızıyım, bunu bugüne kadar kimseyle paylaşmadım. Ama bundan sonra paylaşacağım" desin.

Bir öğretmen düşünün ki senin dersindeki tüm öğrencileri "Not vereceğim" diye sana söylemeden yanına çağırsın ve dersinin kanına girsin.

Ve bu öğretmen Milli Eğitimde sağlıklı diye çalışa dursun. Doktor "çalışamaz" diye rapor vermesin, Milli Eğitim "Bu öğretmen bu haliyle derslere giremez" deyip emekliliğe sevk etmesin. Okul; öğrenci, öğretmeni ve idarecisi birlikte bununla aynı havayı teneffüs etmeye ve "Millet deliye, biz akıllıya hasretiz" desin dursun.

Ne diyelim? Allah kimseye akıl noksanlığı vermesin. İnsanların kendini tanıması için bir ışık versin. Beyin noksanlığı vermesin. Bu tipler Allah'a yakın, kuldan uzak olsun...