Ana içeriğe atla

Bir Öğretmen Düşünün ki...

Bir öğretmen düşünün ki herkesin oruçlu olduğu veya oruç tutmayanların da oruçlu göründüğü bir ortamda sote yerler var iken öğretmenler odasında herkesin gözü önünde masanın üzerine nevalesini çıkarıp kimseye aldırmadan yesin, içsin.

Bir öğretmen düşünün ki yeni geldiğin okulda sana bir hoş geldin, demesin. Yanına gelip sana çantasından çıkardığı alternatif tıp denilen ilaçların pazarlamasını yapsın. Ardından bir masaya ilaçları çıkararak bir pazarlamacı gibi ilaçlarını satmaya kalksın.

Bir öğretmen düşünün ki boş dersin aynı zamana denk gelsin, hiç nefes almadan sana soru sorsun ve durmadan konuşsun.

Bir öğretmen düşünün ki kaşlarının üzerini turkuaz bir renk ile boyasın, herkesin dikkatini çekecek şekilde garip bir şekilde giyinsin.

Bir öğretmen düşünün ki öğretmenlikten arta kalan zamanında kick boks sporu öğrenmeye gitsin ve bu öğrendiğini öğrenci, öğretmen cümle alem sormadan herkese anlatsın dursun.

Bir öğretmen düşünün ki ABD'den getirttiği bir şampuanla saçını yıkasın. Durmadan bu şampuanın reklamını yapsın, görselini gelene-geçene göstersin. "Atın kuyruğunun kılından yapılan bu şampuanın dökülen saçları yeniden çıkarttığını, Türkiye'de böyle bir ürünün yapılamadığını, hatta atın bu ülkede bol olduğunu" anlatsın dursun.

Bir öğretmen düşünün ki arabasına bindiği zaman tali yoldan çıkmış olsa bile ana caddede seyreden araçların önüne aracını sürsün. "Ne yapıyorsun hocahanım! Araba geliyor, lütfen durur musun" dediğinde 'Yol benim, ben sinyalimi verdim. Sinyali verdim mi iş biter, yol hakkı bana geçer. Ben trafik kurallarını iyi bilirim, bugüne kadar hiç kaza yapmadım' desin ve sana yol boyunca bildiğin tüm duaları okutsun.

Bir öğretmen düşünün ki kendi branşını tüm branşlardan daha önemli görsün, önemini anlata anlata bitiremesin. Kendini dünyanın merkezine koysun.

Bir öğretmen düşünün ki hasta olduğunu bilmesin; konuşması, hal ve hareketi, giyim ve kuşamı ve süründüğü garip makyajıyla insanları rahatsız ettiğini bilmesin. Olduğu beyin ameliyatıyla dünyaya yeniden geldiğini söylesin dursun.

Bir öğretmen düşünün ki öğrenci, öğretmen ve idareci kendisiyle karşılaşmamak, kendisiyle konuşmamak için kapı-pencere kaçsın dursun ama bu, tüm bu olan bitenden haberi olmasın.

Bir öğretmen düşünün ki "Ben bir şehit kızıyım, bunu bugüne kadar kimseyle paylaşmadım. Ama bundan sonra paylaşacağım" desin.

Bir öğretmen düşünün ki senin dersindeki tüm öğrencileri "Not vereceğim" diye sana söylemeden yanına çağırsın ve dersinin kanına girsin.

Ve bu öğretmen Milli Eğitimde sağlıklı diye çalışa dursun. Doktor "çalışamaz" diye rapor vermesin, Milli Eğitim "Bu öğretmen bu haliyle derslere giremez" deyip emekliliğe sevk etmesin. Okul; öğrenci, öğretmeni ve idarecisi birlikte bununla aynı havayı teneffüs etmeye ve "Millet deliye, biz akıllıya hasretiz" desin dursun.

Ne diyelim? Allah kimseye akıl noksanlığı vermesin. İnsanların kendini tanıması için bir ışık versin. Beyin noksanlığı vermesin. Bu tipler Allah'a yakın, kuldan uzak olsun...


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde