Ana içeriğe atla

Askerlik Muayenesinin Böylesi!

Yıl 1983. Lise birinci sınıf öğrencisi iken askerlik kağıdım gelmişti. Öğrenci olduğum için okulum her yıl askerlik şubesine öğrenci olduğuma dair yazı göndermek suretiyle askerliğim tecil edildi.

Herkesin üniversite bitirdiği bir yaşta erkenden liseyi bitirmiş, diplomamı almıştım. Okumayacağım, ama ileride girmedim demeyeyim diye öylesine girdiğim üniversite sınavı sonucunda Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesini kazanmıştım. 

Üniversiteye kayıt yaptırmak için istenen belgelerden bir tanesi olan "Askerlik ile ilişiği yoktur" yazısını almam gerektiğini öğrenince aynı okuldan birlikte mezun olduğumuz ve herhangi bir yeri kazanamayan arkadaşımla birlikte Çumra Askerlik Şubesine gittim. Bize şubeden "Burada muayenenin günü geçti, siz geç kaldınız, Konya'ya gideceksiniz ve orada muayene olacaksınız" dendi. Tekrar Konya'ya geldik, yerini-yurdunu bilmediğimiz Konya Askerlik Şubesini araya araya bulduk. Oradan da bize, "Burada da muayenenin günü geçti. Muayene olmak için Isparta'ya gitmelisiniz" dendi.

Şubeden çıktık. Bizi aldı bir düşünce. Konya'dan dışarıya çıkmamış, yol-yordam bilmeyen ve cebinde meteliğe kurşun atan biz, muayene olmak için Isparta'ya nasıl giderdik? 

Hayal gücü kuvvetli arkadaşım, "Gel dersimizi Milli Güvenlik dersimize giren Aslanlı Kışla'daki komutana anlatalım. Hatırlat mısın derslerinde öğrenciyi sevdiğini söylerdi. Bizim derdimize ancak o çare olur. Ne de olsa buradakilerin komutanı" dedi. Aklıma yattı bu fikir. Denemeden başka çare yok diyerek birlikte Aslanlı Kışla'ya vardık. 

Nizamiyede bize ayşe et soruları gibi sorular soran askere, "Komutanımızın öğrencisiyiz. Onu ziyarete geldik" dedik. Komutana telefon açan askere komutan, "gelsinler" demiş. Tir tir titreyerek komutanın makamına girdik. Ne de olsa bir kışlaya, bir komutanın yanına ilk defa çıkıyorduk. Acaba işimizi halledeme miydi, ya da bizi nasıl karşılayacaktı, alın şunları içeriye. Bunlar asker kaçağı mı diyecekti. 

Görevli asker nezaretinde girdik komutanın yanına. Sağ olsun komutan, bizi ayakta karşıladı. Konya İHL'den öğrencisi olduğumuzu söyledik. Askerlik muayenesiyle ilgili bir maruzatımızın olduğunu ifade ettik. Bize, "Nereyi kazandığımızı" sordu. Ben Erciyes İlahiyatı, bir yeri kazanamayan arkadaşım da Edebiyat Fakültesini kazandığını söyledi. "Aferin size, ben okuyanı severim" dedi. Santralı arayarak görevli askere askerlik şubesini bağlamasını emretti. Şubedeki üst rütbeli komutana, "İki öğrencimi gönderiyorum, bunların muayenesini hemen yapın" dedi. Umduğumuzdan fazla bir iltifat gördüğümüz komutanımıza teşekkür ederek makamından ayrıldık.

Yürüyerek geldiğimiz yolu tabana kuvvet diyerek tekrar kat etmeye koyulduk. Korkarak ümitsiz bir vaka olarak geldiğimiz yerden önemsenmiş bir kişi edasıyla yorgunluğa aldırmadan daha bir iştahlı yürüdük. Zaten başka da çaremiz yoktu, cepte de metelik. Dolmuş hattı vardı mutlaka ama bizim için dolmuşa binmek lükstü. Ne kadar yürüdük bilmiyorum. Kolar adımla Konyalıların deyimiyle Battı-Çıktı adı verilen Meram Yeni Yol'daki askerlik şubesine geldik. Geldik ama yine içimizde bir korku vardı. Zira muayenede tepeden tırnağa soyuyorlarmış, biz bugüne kadar kimsenin yanında üstümüzü çıkarmadık. Nasıl soyunacaktık. Utanırdık bir defa. 

Kafamızda bin bir türlü müphemle daha önce muayene için Isparta'ya gitmemiz söylenen şubeden içeriye girdik tekrar. "Bizi komutanımız gönderdi. Biz onun öğrencileriyiz, biz askerlik muayenesi için geldik" dedik. Görevli asker, yaş, kilo ve boyumuzu sordu. Yaş dışında kilo ve boyumuz için verdiğimiz yaklaşık değeri asker yazdı. Sonra "tamam, gidebilirsiniz, teciliniz yapıldı" dedi. 

Zafer kazanan bir komutan edasıyla içimiz içimize sığmaz bir şekilde dışarıya çıktık. Sevincimize diyecek yoktu. Nasıl sevinmeyelim ki milli güvenlik dersimize giren komutanımız sayesinde Isparta'ya gitmekten kurtulmuş, üstelik muayenemiz yapılmıştı. 

1986 yılında başından geçen bu askerlik muayenesini bize kolaylaştıran komutanın adı yanlış hatırlamıyorsam Abdullah Kayacık idi. Vefat etmişse Allah rahmet eylesin, yaşıyorsa kulakları çınlasın.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde