7 Haziran 2018 Perşembe

Ön Safları Yara Yara Çıkıp Gitmek

Teravih, ramazan ayına mahsus bir ibadettir. 8, 12, 20, 32 rekat kılınır şeklinde rivayetler vardır. İsteyen evinde isteyen de camide cemaatle kılabilir. Mısır'da camilerde 8 rekat olarak camilerde cemaatle kılınmaktadır. Türkiye'de ise 20 rekat olarak kılınmaktadır. Bu şekil teravih, teravih adı altında ramazan ayına mahsus bir ibadet olduğunu kabul edenlerin görüşüdür. Bir de teravih diye bir namaz yoktur. Peygambere atfedilen namaz gece namazıdır, şeklinde görüş bildirenler de vardır.

Burada niyetim teravih vardır veya yoktur görüşlerini ortaya dökmek değildir. İsteyen kılar, isteyen kılmaz. Var deyip kılan sevap alır, yok deyip kılmayan ise sevap almaz ve günah kazanmaz.

Teravih kılanlarımız yeknesak olmamakla beraber çoğunluk camilerde 20 rekat olarak kılar. Kimi de sekiz rekat kılmak için camiye gelir. Çünkü teravihin 8 rekat olduğuna inanıyorlar. Tamam kılsınlar. Buna diyeceğim yok. Garibime giden "Ben sekiz kılıyorum, hepiniz görün" dercesine olan görüntüleri. Bu arkadaşlar en ön saflara geçip sekiz kıldıktan sonra "Benden bu kadar" deyip en önden arkaya doğru safları yararcasına çıkıp gitmeleri. Niye böyle yapıyorlar acaba? Sekiz rekat kıldıktan sonra çekip gitmelerine değil serzenişim. Niçin arka saflarda kılmadıkları. Bu tip cemaat, arka safta kılıp da çekip gitse fena olmaz, hatta çok iyi olur diye düşünüyorum. Çünkü en önden kalkıp giderken hem saftakileri rahatsız ediyorlar. Hem de ön saf boşalınca arka tarafta safına alışmış kişi boşalan yeri doldurmak için öne geçmek zorunda kalıyor. Bazen de ön saf doldurulmadığı için boşalan yer boş kalıyor.

Sekiz kıldıktan sonra safını boşaltan başkasını rahatsız ettiğini, saf düzenini bozduğunu düşünememiş veya bunu sorun edinmemiş veya yaptığı bu işi normal görmüş olabilir. Eğer böyleyse az da olsa benim gibi her şeyden nem kapan cinsleri rahatsız ettiklerini düşünürlerse sevinirim. Buradan duyurmuş olayım. 

Not: Kendileri arkada duracak iken mecburiyetten ön safa geçmek zorunda olanlara sözüm olmaz.

6 Haziran 2018 Çarşamba

Alkışlarımız Askerimize! ***


Mehmetçik adını verdiğimiz askerimizle ne kadar gurur duysak onları ne kadar methetsek azdır ve haklarını ödeyemeyiz. 15 Temmuz 2016 gününe kadar bir başka şer odağının çöreklendiği milli ordumuz içindeki irinlerden kurtularak yurt içinde, Suriye'de, Irak'ta operasyon üstüne operasyon yapıyor. Girdiği her yerde sinsi düşman ve teröristlere karşı şehit verse de tuttuğunu kopararak dönüyor, öldürücü hamleleriyle terör yuvalarını bir bir temizleyip geliyor.
Fazla değil, iki sene öncesine gidelim: Yurt içindeki terörle başa çıkamayan, günlük pusuya düşürülüp sayısız şehir veren, günlük canlı bombaların patlatıldığı bir ülke görünümünden bugün içeride teröre göz açtırmayan, girilemeyen terör yuvalarına giren, günlük onlarca teröristi etkisiz hale getiren, yurt dışında bir operasyondan diğer operasyona koşan ve her girdiği yerden başarı ve zaferle dönen bir ülke görünümüne döndük. Karanlık gecelerin sabahına menfur saldırı haberleriyle kalkmaz olduk. Bu başarıda ordunun başarısı yadsınamaz. Önlerinde saygıyla şapka çıkarılır.
Dün terörle boğuşan bir ülke görünümünden bugün güvenle yatağımızdan kalkmamızı sağlayan bir ülke görünümüne kavuşmamızda en büyük pay sahibi olan askerimiz, daha iki yıl öncesinde içinden bir hain güruhu çıkarmış, demoralize olmuş, birçok üst rütbelinin görevden el çektirildiği yaralı bir ordudur. Subay ve personel eksikliğine rağmen kısa zamanda toparlanmış, yaralarını sarmış bir ordu; bıkmadan, usanmadan, yorulmadan yaptığı vurucu ve akılcı hamle ve nokta atışlarıyla ülke düşmanlarına göz açtırmıyor. 
İki yıl öncesine kadar başarı nedir bilmeyen, ülkedeki terörle başa çıkamayan, olup biteni bizim gibi seyreden bu ordu, içindeki  hainlerden kurtulunca önce silkindi ve ardından şaha kalktı. Korksun bundan sonra bu ordudan herkes. Ardında kendisine siyasi desteğini esirgemeyen güçlü bir siyasi irade olduğu müddetçe milletimizin değerleriyle barışık olan bu ordu, gözümüz arkada kalmayacak şekilde daha çok şey yapar. Güvenli bir ülkede yaşamamızın en büyük teminatıdır. Sayelerinde biz emniyet içerisinde sıcak yatağımızda yatarken korkması gereken şer cepheleri fellik fellik kaçacak yer arasın.
Allah bu ordunun başına geleni kimseye vermesin. Zira çiğ tavuğun başına gelmedi bunların başına gelen. Allah karada, havada ve denizde göz bebeğimiz olan ordumuzu muzaffer eylesin. Başkasının değil, milletin ordusu olmaya devam etsin. Siyaset yapmasın, hep siyasi iradenin ve milletin emrinde olsun. Biz kendilerinden razıyız, Allah da kendilerinden razı olsun.

*** 28/06/2018 günü Yeni Haber gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

Askerlik Muayenesinin Böylesi!

Yıl 1983. Lise birinci sınıf öğrencisi iken askerlik kağıdım gelmişti. Öğrenci olduğum için okulum her yıl askerlik şubesine öğrenci olduğuma dair yazı göndermek suretiyle askerliğim tecil edildi.

Herkesin üniversite bitirdiği bir yaşta erkenden liseyi bitirmiş, diplomamı almıştım. Okumayacağım, ama ileride girmedim demeyeyim diye öylesine girdiğim üniversite sınavı sonucunda Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesini kazanmıştım. 

Üniversiteye kayıt yaptırmak için istenen belgelerden bir tanesi olan "Askerlik ile ilişiği yoktur" yazısını almam gerektiğini öğrenince aynı okuldan birlikte mezun olduğumuz ve herhangi bir yeri kazanamayan arkadaşımla birlikte Çumra Askerlik Şubesine gittim. Bize şubeden "Burada muayenenin günü geçti, siz geç kaldınız, Konya'ya gideceksiniz ve orada muayene olacaksınız" dendi. Tekrar Konya'ya geldik, yerini-yurdunu bilmediğimiz Konya Askerlik Şubesini araya araya bulduk. Oradan da bize, "Burada da muayenenin günü geçti. Muayene olmak için Isparta'ya gitmelisiniz" dendi.

Şubeden çıktık. Bizi aldı bir düşünce. Konya'dan dışarıya çıkmamış, yol-yordam bilmeyen ve cebinde meteliğe kurşun atan biz, muayene olmak için Isparta'ya nasıl giderdik? 

Hayal gücü kuvvetli arkadaşım, "Gel dersimizi Milli Güvenlik dersimize giren Aslanlı Kışla'daki komutana anlatalım. Hatırlat mısın derslerinde öğrenciyi sevdiğini söylerdi. Bizim derdimize ancak o çare olur. Ne de olsa buradakilerin komutanı" dedi. Aklıma yattı bu fikir. Denemeden başka çare yok diyerek birlikte Aslanlı Kışla'ya vardık. 

Nizamiyede bize ayşe et soruları gibi sorular soran askere, "Komutanımızın öğrencisiyiz. Onu ziyarete geldik" dedik. Komutana telefon açan askere komutan, "gelsinler" demiş. Tir tir titreyerek komutanın makamına girdik. Ne de olsa bir kışlaya, bir komutanın yanına ilk defa çıkıyorduk. Acaba işimizi halledeme miydi, ya da bizi nasıl karşılayacaktı, alın şunları içeriye. Bunlar asker kaçağı mı diyecekti. 

Görevli asker nezaretinde girdik komutanın yanına. Sağ olsun komutan, bizi ayakta karşıladı. Konya İHL'den öğrencisi olduğumuzu söyledik. Askerlik muayenesiyle ilgili bir maruzatımızın olduğunu ifade ettik. Bize, "Nereyi kazandığımızı" sordu. Ben Erciyes İlahiyatı, bir yeri kazanamayan arkadaşım da Edebiyat Fakültesini kazandığını söyledi. "Aferin size, ben okuyanı severim" dedi. Santralı arayarak görevli askere askerlik şubesini bağlamasını emretti. Şubedeki üst rütbeli komutana, "İki öğrencimi gönderiyorum, bunların muayenesini hemen yapın" dedi. Umduğumuzdan fazla bir iltifat gördüğümüz komutanımıza teşekkür ederek makamından ayrıldık.

Yürüyerek geldiğimiz yolu tabana kuvvet diyerek tekrar kat etmeye koyulduk. Korkarak ümitsiz bir vaka olarak geldiğimiz yerden önemsenmiş bir kişi edasıyla yorgunluğa aldırmadan daha bir iştahlı yürüdük. Zaten başka da çaremiz yoktu, cepte de metelik. Dolmuş hattı vardı mutlaka ama bizim için dolmuşa binmek lükstü. Ne kadar yürüdük bilmiyorum. Kolar adımla Konyalıların deyimiyle Battı-Çıktı adı verilen Meram Yeni Yol'daki askerlik şubesine geldik. Geldik ama yine içimizde bir korku vardı. Zira muayenede tepeden tırnağa soyuyorlarmış, biz bugüne kadar kimsenin yanında üstümüzü çıkarmadık. Nasıl soyunacaktık. Utanırdık bir defa. 

Kafamızda bin bir türlü müphemle daha önce muayene için Isparta'ya gitmemiz söylenen şubeden içeriye girdik tekrar. "Bizi komutanımız gönderdi. Biz onun öğrencileriyiz, biz askerlik muayenesi için geldik" dedik. Görevli asker, yaş, kilo ve boyumuzu sordu. Yaş dışında kilo ve boyumuz için verdiğimiz yaklaşık değeri asker yazdı. Sonra "tamam, gidebilirsiniz, teciliniz yapıldı" dedi. 

Zafer kazanan bir komutan edasıyla içimiz içimize sığmaz bir şekilde dışarıya çıktık. Sevincimize diyecek yoktu. Nasıl sevinmeyelim ki milli güvenlik dersimize giren komutanımız sayesinde Isparta'ya gitmekten kurtulmuş, üstelik muayenemiz yapılmıştı. 

1986 yılında başından geçen bu askerlik muayenesini bize kolaylaştıran komutanın adı yanlış hatırlamıyorsam Abdullah Kayacık idi. Vefat etmişse Allah rahmet eylesin, yaşıyorsa kulakları çınlasın.

Bir Öğretmen Düşünün ki...

Bir öğretmen düşünün ki herkesin oruçlu olduğu veya oruç tutmayanların da oruçlu göründüğü bir ortamda sote yerler var iken öğretmenler odasında herkesin gözü önünde masanın üzerine nevalesini çıkarıp kimseye aldırmadan yesin, içsin.

Bir öğretmen düşünün ki yeni geldiğin okulda sana bir hoş geldin, demesin. Yanına gelip sana çantasından çıkardığı alternatif tıp denilen ilaçların pazarlamasını yapsın. Ardından bir masaya ilaçları çıkararak bir pazarlamacı gibi ilaçlarını satmaya kalksın.

Bir öğretmen düşünün ki boş dersin aynı zamana denk gelsin, hiç nefes almadan sana soru sorsun ve durmadan konuşsun.

Bir öğretmen düşünün ki kaşlarının üzerini turkuaz bir renk ile boyasın, herkesin dikkatini çekecek şekilde garip bir şekilde giyinsin.

Bir öğretmen düşünün ki öğretmenlikten arta kalan zamanında kick boks sporu öğrenmeye gitsin ve bu öğrendiğini öğrenci, öğretmen cümle alem sormadan herkese anlatsın dursun.

Bir öğretmen düşünün ki ABD'den getirttiği bir şampuanla saçını yıkasın. Durmadan bu şampuanın reklamını yapsın, görselini gelene-geçene göstersin. "Atın kuyruğunun kılından yapılan bu şampuanın dökülen saçları yeniden çıkarttığını, Türkiye'de böyle bir ürünün yapılamadığını, hatta atın bu ülkede bol olduğunu" anlatsın dursun.

Bir öğretmen düşünün ki arabasına bindiği zaman tali yoldan çıkmış olsa bile ana caddede seyreden araçların önüne aracını sürsün. "Ne yapıyorsun hocahanım! Araba geliyor, lütfen durur musun" dediğinde 'Yol benim, ben sinyalimi verdim. Sinyali verdim mi iş biter, yol hakkı bana geçer. Ben trafik kurallarını iyi bilirim, bugüne kadar hiç kaza yapmadım' desin ve sana yol boyunca bildiğin tüm duaları okutsun.

Bir öğretmen düşünün ki kendi branşını tüm branşlardan daha önemli görsün, önemini anlata anlata bitiremesin. Kendini dünyanın merkezine koysun.

Bir öğretmen düşünün ki hasta olduğunu bilmesin; konuşması, hal ve hareketi, giyim ve kuşamı ve süründüğü garip makyajıyla insanları rahatsız ettiğini bilmesin. Olduğu beyin ameliyatıyla dünyaya yeniden geldiğini söylesin dursun.

Bir öğretmen düşünün ki öğrenci, öğretmen ve idareci kendisiyle karşılaşmamak, kendisiyle konuşmamak için kapı-pencere kaçsın dursun ama bu, tüm bu olan bitenden haberi olmasın.

Bir öğretmen düşünün ki "Ben bir şehit kızıyım, bunu bugüne kadar kimseyle paylaşmadım. Ama bundan sonra paylaşacağım" desin.

Bir öğretmen düşünün ki senin dersindeki tüm öğrencileri "Not vereceğim" diye sana söylemeden yanına çağırsın ve dersinin kanına girsin.

Ve bu öğretmen Milli Eğitimde sağlıklı diye çalışa dursun. Doktor "çalışamaz" diye rapor vermesin, Milli Eğitim "Bu öğretmen bu haliyle derslere giremez" deyip emekliliğe sevk etmesin. Okul; öğrenci, öğretmeni ve idarecisi birlikte bununla aynı havayı teneffüs etmeye ve "Millet deliye, biz akıllıya hasretiz" desin dursun.

Ne diyelim? Allah kimseye akıl noksanlığı vermesin. İnsanların kendini tanıması için bir ışık versin. Beyin noksanlığı vermesin. Bu tipler Allah'a yakın, kuldan uzak olsun...


5 Haziran 2018 Salı

Bir Okul Düşünün ki...

Bir okul düşünün ki öğretmen,
-Sınavını yapacağı dersin fotokopi kağıdını kendisi temin etsin ve kendi parasıyla fotokopi ettirsin. Fotokopi ve kağıt parasını ya kendi cebinden karşılasın, ya da dilenciye verilir gibi öğrencisinden bozuk para toplasın. Onu da alabilirse...
-Sınıf tahtasında kullanabileceği kalemi kendi temin etsin.
-Sınava girmeyen öğrenciyi kendisi bulsun.
-Devam etmeyen öğrenciyi kendisi arasın.
-Sınıfta sorun olan öğrenciyle arasındaki sorunu kendisi çözsün.
-Ara dersten kaçan, duvardan atlayan öğrenciyi okul idaresine bildirsin. Kaçan öğrenciye okul ertesi günü hesap sormasın.
-Derse öğretmenden sonra giren öğrenciyi idareciye söylediği zaman "Öğrenci haklı, on dakikalık teneffüs öğrenciye yetmiyor" cevabı alsın.
-Okulun yapacağı herhangi bir etkinlik, kazanım değerlendirmeyi öğrenciden öğrensin.
-Sportif faaliyet eğitim ve öğretimden daha önemli olsun.
-Öğretmen kendi sınıf toplantısını kendisi duyursun, kendisi yapsın.
-İdareci, sürekli devamsızlık yapan öğrenciyi sınıf öğretmeninden sorsun.
-Öğretmen öğrenciyle sorun yaşadığında sorununu kendisi çözsün; okulu, ben ne yapayım, desin.

Ne güzel değil mi böyle okul yönetmeye?

Seçim Çalışmalarında Siyasilerimiz Kendilerini Yenilemeli Artık!


Uzun ve sıcak  ramazan gününde gündüz biraz kestireyim istedim. Ne mümkün efendim? Bir partinin seçim arabası seçim dolayısıyla yaptırdığı müziği sonuna kadar açarak cadde boyunca gitti. Uykum kaçtı. Sağa döndüm, sonra sola. Biraz değil baya homurdandım. Tam canım geçecek iken tekrar aynı partinin seçim arabası. Yine sonuna kadar açılmış müzik. Bağıra bağıra, çala oynaya geldi, sonra kayboldu gitti. Aklı sıra benden oy istiyor. Güya bu bir seçim çalışması!

Kim şarkı, türküye oy verir ki? Parayla müzik yaptırıp seçim döneminde cadde cadde dolaşıp girmediği sokak bırakmayarak vatandaşa müzik dinletmekten, daha doğrusu gürültü yapmaktan maksat ne ola ki? Müziği dinleyen kaç kişi "Hele şükür, ruhun gıdası müzik geldi, kulaklarımın pası silindi, oyum bu partiye veya cumhurbaşkanı adayına" der ki? Evinde istirahata çekilen vatandaşı sonuna kadar açılmış müzikle rahatsız etmenin neresi seçim çalışması? Bunun adı, olsa olsa ensemizde boza pişirmektir. “Şayet bize oy vermezsen bu daha iyi günlerin” demektir.

Cadde ve sokaklarda sabahtan akşama müzik dinletmeyi çok ilkel buluyorum. Siyasi partiler çöpe atılması gereken bu yöntemden ne zaman vazgeçecekler? Seçim sonucunda ne kadar oy alacaklarının sürekli anketini yaptırtan siyasi partiler, bir defa da “çaldığımız müzikten dolayı kaç kişi bize oy veriyor” diye bir anket çalışması yaptırtsalar ne olur? Aslında hiç fena olmaz. Yüklü paralar vererek yaptırdıkları müziği meydan, cadde ve sokaklarda çalmak için araç ve kişi kiralayarak içine yakıt doldurarak kendilerine hazineden verilen seçim yardımını çar-çur ederek insanların başında boza pişirerek kaç kişiyi kandırıp ikna edebiliyorlar?

Kabahatler Kanununa göre insanları rahatsız etmenin bir cezası var diye biliyorum. Bu Kanun siyasi partilere işlemiyor mu? Düşünün ki bir vatandaş arabasına binse aracın camını sonuna kadar indirse müziğin sesini sonuna kadar açsa ne deriz biz ona? Herhalde vereceğimiz cevap: Bu adam amma da gök görmedik, yani sonradan görme, dağdan inmiş…millete caka satıyor, görgüsüz” deriz değil mi?

Yol boyunca çaldıkları müzikle bizi rahatsız eden siyasi partilerimizin bir diğer seçim çalışması; gördükleri cadde, sokak, miting alanı, şehir merkezi gibi yerlere parti bayraklarını veya yazdırdıkları sloganları astırarak görüntü kirliliğine sebebiyet vermeleri. Gerçekten kaç kişi “Arkadaş, maşallah falan partinin meydanlarda ne kadar çok parti bayrağı var, bu parti seçimi kazanmayı hak etti, oyum bu partiye” der?

Siyasi partilerin geçmişte seçim çalışması olarak bulduğu bu yöntemler eskidi. Birilerinin bunu siyasi partilere söylemesi lazım. Günümüzde teknoloji ilerledi, insanlara ulaşmanın, seçim çalışması yapmanın bin bir türlü modern yolu varken siyasilerimizin hala eski yöntemlerle siyaset yapması, kendilerini çağın şartlarına göre yenileyememelerinin bir göstergesidir. Bunun başka da bir açıklaması olamaz. Merak ettiğim her seçime var gücüyle asılan bu partilerin içinde onlara yol ve yöntem öğretecek/gösterecek ufku geniş insanları yok mu? Bu partiler bu eski bildik yöntemlerle mi ülke yönetmeye talipler? Bilin ki demode olmuş yöntemlerle günümüz seçmeni etkilenmez.


Eğitime Ayar Verme Zamanı! *

Bir milyona yakın öğrencinin müracaat ettiği ortaokuldan liselere giriş sınavı yeni bir sınav şekliyle 02.06.2018 günü yapıldı. Bu sınav sonucunda alınan puanlara göre öğrencilerin yüzde onu kılavuzda belirlenen sınavla öğrenci alan okullara yerleşecek. Geriye kalan yüzde doksanı ise adrese dayalı olarak okul tercihinde bulunacak.

Sınav sonucunda yapılan değerlendirmelere bakılırsa sözel sorularının sınava giren öğrencilere kolay geldiği, sayısal soruların ise başta Matematik olmak üzere zor olduğu şeklinde. Sözel soruların bu sınavda dolgu malzemesi olarak kullanıldığı ortaya çıkmıştır. Sınav sonucunu belirleyecek olanın sayısal dersler, özellikle Matematik olacağı aşikar. Öğrenciler ve uzmanlar sayısal derslere verilen sürenin yeterli olmadığı ve çocukların seviyesinin üzerinde sorulduğunu ifade etmektedirler. Yine bu sınav sistemine göre sayısal derslerin çarpanı dört iken sözel sorularınınki bir. Türkçe, Matematik ve Fen'den iki buçuk soru yapan bir öğrenci Din Kültürü, İnkılap ve İngilizcenin her birinden yaptığı on soruya bedel. Bu demektir ki Türkçe dışında diğer sözel dersler ağırlığı olmayan dersler olarak görülmektedir. İnkılâp Tarihi, Din Kültürü ve İngilizce sorularının tamamının ağırlığı bir Matematik, Fen veya Türkçe puanı yapmıyor. Tamam, çarpanlar farklı olsun ama bu kadar da uçurum olmamalı diye düşünüyorum. Eğitim sistemimizde sözel derslerin geri plana itilmesi, sayısal derslerin ön plana çıkarılması doğru değil, hakkaniyete hiç uygun değildir. Burada merak ettiğim sözel ağırlıklı Sosyal Bilimler Liselerini tercih eden öğrenciler, sözel puanıyla mı girecek yoksa sayısal puanıyla mı?

Sınavdan umduğunu bulamayan ve hayal kırıklığı yaşayan yüzde doksan, umutla yönünü adrese dayalı tercih edeceği okullara çevirecek. Umarım adrese dayalı tercihte öğrenci gideceği okuldan memnun kalır. MEB bundan sonra var gücüyle adrese dayalı okullarda kaliteyi nasıl yakalarım üzerine yoğunlaşmalıdır. Bunun için kılavuzu yayımlarken liselerde örgün eğitimi okuyabilecek öğrencilere seçenek sunmalıdır. 6.7.ve 8.sınıf ortalaması elli puanın altında olan öğrencilere açık öğretim dışında lise tercihi vermeyerek bir elemeye tabi tutabilir. Ortalaması elli puanın altında kalan öğrencilerin açık lise yanında sanayide bir meslek öğrenmesinin önünü açmalıdır. Şayet böyle yaparsa mahalle okullarında kaliteyi yakalayabilir.

MEB; okumak istemeyen, kakalamaca sınıf geçen/geçirilen öğrencileri bir elemeye tabi tutmazsa örgün eğitimde okumak isteyen isteklileri de kaybedebilir. Lise eğitiminde eleme/kalma sistemini uygulamak suretiyle çok başarılı olmayan öğrenciler açık liseye kaydırılmalıdır. Herkesin okumaya zorlandığı bu zorunlu eğitimde iş sıkı tutulmazsa adrese dayalı okullar kısa zaman sonra bir zamanlar kurtulmak için Anadolu Lisesi statüsüne aldığımız eski genel liselere döner. Eğitimde radikal karar alınmazsa bir zamanlar okumadığına pişman olan insanların yerini okuyanların pişman olacağı dönemlerin alması yakındır.


Bu ülkenin ihtiyacı hiç vasfı olmayan lise mezunu yapmaktan ziyade vasıflı ara eleman sayısını artırmak olmalıdır.

* 06/06/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.