5 Haziran 2018 Salı

Bir Okul Düşünün ki...

Bir okul düşünün ki öğretmen,
-Sınavını yapacağı dersin fotokopi kağıdını kendisi temin etsin ve kendi parasıyla fotokopi ettirsin. Fotokopi ve kağıt parasını ya kendi cebinden karşılasın, ya da dilenciye verilir gibi öğrencisinden bozuk para toplasın. Onu da alabilirse...
-Sınıf tahtasında kullanabileceği kalemi kendi temin etsin.
-Sınava girmeyen öğrenciyi kendisi bulsun.
-Devam etmeyen öğrenciyi kendisi arasın.
-Sınıfta sorun olan öğrenciyle arasındaki sorunu kendisi çözsün.
-Ara dersten kaçan, duvardan atlayan öğrenciyi okul idaresine bildirsin. Kaçan öğrenciye okul ertesi günü hesap sormasın.
-Derse öğretmenden sonra giren öğrenciyi idareciye söylediği zaman "Öğrenci haklı, on dakikalık teneffüs öğrenciye yetmiyor" cevabı alsın.
-Okulun yapacağı herhangi bir etkinlik, kazanım değerlendirmeyi öğrenciden öğrensin.
-Sportif faaliyet eğitim ve öğretimden daha önemli olsun.
-Öğretmen kendi sınıf toplantısını kendisi duyursun, kendisi yapsın.
-İdareci, sürekli devamsızlık yapan öğrenciyi sınıf öğretmeninden sorsun.
-Öğretmen öğrenciyle sorun yaşadığında sorununu kendisi çözsün; okulu, ben ne yapayım, desin.

Ne güzel değil mi böyle okul yönetmeye?

Seçim Çalışmalarında Siyasilerimiz Kendilerini Yenilemeli Artık!


Uzun ve sıcak  ramazan gününde gündüz biraz kestireyim istedim. Ne mümkün efendim? Bir partinin seçim arabası seçim dolayısıyla yaptırdığı müziği sonuna kadar açarak cadde boyunca gitti. Uykum kaçtı. Sağa döndüm, sonra sola. Biraz değil baya homurdandım. Tam canım geçecek iken tekrar aynı partinin seçim arabası. Yine sonuna kadar açılmış müzik. Bağıra bağıra, çala oynaya geldi, sonra kayboldu gitti. Aklı sıra benden oy istiyor. Güya bu bir seçim çalışması!

Kim şarkı, türküye oy verir ki? Parayla müzik yaptırıp seçim döneminde cadde cadde dolaşıp girmediği sokak bırakmayarak vatandaşa müzik dinletmekten, daha doğrusu gürültü yapmaktan maksat ne ola ki? Müziği dinleyen kaç kişi "Hele şükür, ruhun gıdası müzik geldi, kulaklarımın pası silindi, oyum bu partiye veya cumhurbaşkanı adayına" der ki? Evinde istirahata çekilen vatandaşı sonuna kadar açılmış müzikle rahatsız etmenin neresi seçim çalışması? Bunun adı, olsa olsa ensemizde boza pişirmektir. “Şayet bize oy vermezsen bu daha iyi günlerin” demektir.

Cadde ve sokaklarda sabahtan akşama müzik dinletmeyi çok ilkel buluyorum. Siyasi partiler çöpe atılması gereken bu yöntemden ne zaman vazgeçecekler? Seçim sonucunda ne kadar oy alacaklarının sürekli anketini yaptırtan siyasi partiler, bir defa da “çaldığımız müzikten dolayı kaç kişi bize oy veriyor” diye bir anket çalışması yaptırtsalar ne olur? Aslında hiç fena olmaz. Yüklü paralar vererek yaptırdıkları müziği meydan, cadde ve sokaklarda çalmak için araç ve kişi kiralayarak içine yakıt doldurarak kendilerine hazineden verilen seçim yardımını çar-çur ederek insanların başında boza pişirerek kaç kişiyi kandırıp ikna edebiliyorlar?

Kabahatler Kanununa göre insanları rahatsız etmenin bir cezası var diye biliyorum. Bu Kanun siyasi partilere işlemiyor mu? Düşünün ki bir vatandaş arabasına binse aracın camını sonuna kadar indirse müziğin sesini sonuna kadar açsa ne deriz biz ona? Herhalde vereceğimiz cevap: Bu adam amma da gök görmedik, yani sonradan görme, dağdan inmiş…millete caka satıyor, görgüsüz” deriz değil mi?

Yol boyunca çaldıkları müzikle bizi rahatsız eden siyasi partilerimizin bir diğer seçim çalışması; gördükleri cadde, sokak, miting alanı, şehir merkezi gibi yerlere parti bayraklarını veya yazdırdıkları sloganları astırarak görüntü kirliliğine sebebiyet vermeleri. Gerçekten kaç kişi “Arkadaş, maşallah falan partinin meydanlarda ne kadar çok parti bayrağı var, bu parti seçimi kazanmayı hak etti, oyum bu partiye” der?

Siyasi partilerin geçmişte seçim çalışması olarak bulduğu bu yöntemler eskidi. Birilerinin bunu siyasi partilere söylemesi lazım. Günümüzde teknoloji ilerledi, insanlara ulaşmanın, seçim çalışması yapmanın bin bir türlü modern yolu varken siyasilerimizin hala eski yöntemlerle siyaset yapması, kendilerini çağın şartlarına göre yenileyememelerinin bir göstergesidir. Bunun başka da bir açıklaması olamaz. Merak ettiğim her seçime var gücüyle asılan bu partilerin içinde onlara yol ve yöntem öğretecek/gösterecek ufku geniş insanları yok mu? Bu partiler bu eski bildik yöntemlerle mi ülke yönetmeye talipler? Bilin ki demode olmuş yöntemlerle günümüz seçmeni etkilenmez.


Eğitime Ayar Verme Zamanı! *

Bir milyona yakın öğrencinin müracaat ettiği ortaokuldan liselere giriş sınavı yeni bir sınav şekliyle 02.06.2018 günü yapıldı. Bu sınav sonucunda alınan puanlara göre öğrencilerin yüzde onu kılavuzda belirlenen sınavla öğrenci alan okullara yerleşecek. Geriye kalan yüzde doksanı ise adrese dayalı olarak okul tercihinde bulunacak.

Sınav sonucunda yapılan değerlendirmelere bakılırsa sözel sorularının sınava giren öğrencilere kolay geldiği, sayısal soruların ise başta Matematik olmak üzere zor olduğu şeklinde. Sözel soruların bu sınavda dolgu malzemesi olarak kullanıldığı ortaya çıkmıştır. Sınav sonucunu belirleyecek olanın sayısal dersler, özellikle Matematik olacağı aşikar. Öğrenciler ve uzmanlar sayısal derslere verilen sürenin yeterli olmadığı ve çocukların seviyesinin üzerinde sorulduğunu ifade etmektedirler. Yine bu sınav sistemine göre sayısal derslerin çarpanı dört iken sözel sorularınınki bir. Türkçe, Matematik ve Fen'den iki buçuk soru yapan bir öğrenci Din Kültürü, İnkılap ve İngilizcenin her birinden yaptığı on soruya bedel. Bu demektir ki Türkçe dışında diğer sözel dersler ağırlığı olmayan dersler olarak görülmektedir. İnkılâp Tarihi, Din Kültürü ve İngilizce sorularının tamamının ağırlığı bir Matematik, Fen veya Türkçe puanı yapmıyor. Tamam, çarpanlar farklı olsun ama bu kadar da uçurum olmamalı diye düşünüyorum. Eğitim sistemimizde sözel derslerin geri plana itilmesi, sayısal derslerin ön plana çıkarılması doğru değil, hakkaniyete hiç uygun değildir. Burada merak ettiğim sözel ağırlıklı Sosyal Bilimler Liselerini tercih eden öğrenciler, sözel puanıyla mı girecek yoksa sayısal puanıyla mı?

Sınavdan umduğunu bulamayan ve hayal kırıklığı yaşayan yüzde doksan, umutla yönünü adrese dayalı tercih edeceği okullara çevirecek. Umarım adrese dayalı tercihte öğrenci gideceği okuldan memnun kalır. MEB bundan sonra var gücüyle adrese dayalı okullarda kaliteyi nasıl yakalarım üzerine yoğunlaşmalıdır. Bunun için kılavuzu yayımlarken liselerde örgün eğitimi okuyabilecek öğrencilere seçenek sunmalıdır. 6.7.ve 8.sınıf ortalaması elli puanın altında olan öğrencilere açık öğretim dışında lise tercihi vermeyerek bir elemeye tabi tutabilir. Ortalaması elli puanın altında kalan öğrencilerin açık lise yanında sanayide bir meslek öğrenmesinin önünü açmalıdır. Şayet böyle yaparsa mahalle okullarında kaliteyi yakalayabilir.

MEB; okumak istemeyen, kakalamaca sınıf geçen/geçirilen öğrencileri bir elemeye tabi tutmazsa örgün eğitimde okumak isteyen isteklileri de kaybedebilir. Lise eğitiminde eleme/kalma sistemini uygulamak suretiyle çok başarılı olmayan öğrenciler açık liseye kaydırılmalıdır. Herkesin okumaya zorlandığı bu zorunlu eğitimde iş sıkı tutulmazsa adrese dayalı okullar kısa zaman sonra bir zamanlar kurtulmak için Anadolu Lisesi statüsüne aldığımız eski genel liselere döner. Eğitimde radikal karar alınmazsa bir zamanlar okumadığına pişman olan insanların yerini okuyanların pişman olacağı dönemlerin alması yakındır.


Bu ülkenin ihtiyacı hiç vasfı olmayan lise mezunu yapmaktan ziyade vasıflı ara eleman sayısını artırmak olmalıdır.

* 06/06/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

4 Haziran 2018 Pazartesi

Protokol ve Nezaket Kurallarında Alkış ***


Yüksek bir makamda bir görev ifa ediyorsunuz. Protokol kurallarına göre makamınız gereği toplantılara davet ediliyorsunuz. Davet bir üstünüzden geliyorsa mazeret beyan ederek katılmama gibi bir durumunuz söz konusu değil. İçinize sinse de sinmese de toplantıya katılacaksınız.


Toplantıda siyasi kimliği olan Türkiye’nin bir numarası konuşma yapıyor. Konuşması zaman zaman toplantıya katılan resmi veya sivil erkan tarafından tasvip görüyor ve alkışlanıyor. Herkesin alkışladığı bir ortamda siz bu durumda ne yaparsınız? Bulunduğunuz makam itibariyle siyasiyi alkışlamanız bir problem, alkışlamamanız ayrı bir problem. Salonda alkış tufanı olduğu bir esnada siz put gibi dursanız olmaz, alkışlasanız olmaz. Yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal dediğimiz olay budur işte.


24 Haziran seçimine giderken Türkiye, İkinci Ordu Komutanının Cumhurbaşkanını alkışlamasını tartışıyor. Bir kesim apoletleri sökmekle tehdit ederken diğer kesim Paşanın yaptığını onaylayarak geçmiş başarılarına atıfta bulunuyor. Bu durumda nasıl bir tavır almak gerekiyor? Askeri siyasi arenaya çekip tartışma konusu yapmak doğru mudur? Ki askerin kendini ifade etme durumu, basına açıklama yapması, kendisini savunma durumu yok. Zira makamı ne kadar büyük olursa olsun sonuçta bir memurdur. Bir an için düşünelim ki Paşanın alkışlaması doğru değil. Doğru. Paşanın alkışlamaması lazım. İyi de herkesin alkışladığı bir durumda Paşa ne yapacaktı? Ya da Paşa alkışlayınca ihsası reyde bulunmuş mu oluyor? Paşa, içten gelerek alkışlamış da olabilir, nezaketen de.


Kendinizi bazen öyle bir ortamda bulursunuz ki toplumsal psikolojiye kendinizi kaptırabilirsiniz. Alkışlamaya mecbur kalırsınız. Yine bizde konuşmacı konuşmasını bitirdikten sonra konuşmayı tasvip etseniz de etmeseniz de nezaketen alkışlar ve tebrik edersiniz.. Başka da yapabileceğiniz bir şey yok.


Burada askeri, tartışma konusu yapmaktan ziyade yeni sistem değişikliğiyle birlikte Paşa’nın durumuna düşecek bundan sonra nice bürokrat ortaya çıkacaktır. Çünkü yeni sistemde cumhurbaşkanı devletin başı, ordunun başkomutanı, aynı zamanda ülkenin birliğini temsil eden kişidir. Bir an düşünelim: Cumhurbaşkanı tüm askeri erkana bir konuşma yapıyor. Konuşması alkışlanmayacak mı? Protokol ve nezaket kurallarında alkışın yeri vardır. Burada yeni sistemle beraber bu işin ortasını nasıl bulacağız? Alkış da problem, alkışlamamak da! Yine burada konuşulması gereken sivil zevat, alkış veya protesto başta olmak üzere her türlü tasarrufta bulunurken resmi erkan ne yapacak?


Ülkemizde ne getirip ne götüreceğini bilemediğimiz bu yeni cumhurbaşkanlığı sisteminde bu tür tartışmaların olmaması için ince bir çizgi oluşturmakta fayda vardır. Yoksa eli ve dili olmayan resmi zevat bu tür toplantılarda hep tartışma konusu olacaktır. Bu da bürokratların mevcut durumunu yıpratacaktır. Yeni sisteme tamamen geçmeden, ileride daha büyük tartışmalara sebebiyet vermemek için bazı kıstasların konmasında fayda vardır. Yoksa her şeyden nem kapmaya devam ederiz. Bunun da toplumsal barışa hiçbir katkısı olmaz.



*** 07/06/2018 günü Yeni Haber gazetesinde Barbaros ismiyle yayımlanmıştır.




Siyaset Bir Erdem Yarışı Olmalı

Seçimle yatıp seçimle kalkan bir toplum olarak yeni bir seçime daha giriyoruz. Yaptığımız her seçimde genelde birbirimizi kırıp geçiriyor, hayat-memat meselesi haline getiriyor, toplumu gerdikçe geriyoruz. Her seçim önemli olmaya önemli. Ama bu işi yaparken farklılıklarımızı ortaya koyarak birleştirici, kucaklayıcı, bütünleştirici ve muhataplarımıza güven verecek şekilde bir sağduyunun hem siyasette hem de halk nezdinde artık yerleşmesinin zamanı geldi geçiyor.

Ben siyaseti bir erdem ve fazilet hareketi olarak görmek istiyorum. Birbirimizi kırarak, hakaret ederek, küçümseyerek, iftira atarak, yok kabul ederek bir yere varamayız. Bu şekilde yapılan bir siyaset, geriye kırılmış kalpler, incinmiş gönüller ve öfkeli gözler bırakır. Sadece yaralar. Başka da bir işe yaramaz.

Siyasetçilerimiz kendileri için oy deposu olarak gördükleri halkı kutuplaştırmaktan vazgeçmeli artık. Bunun için ilkeli bir siyaset yapmanın temellerini atmalılar, hakarete varmadan rakibini eleştirmeyi öğrenmeliler, siyasi rakiplerine saygılı olmayı bilmeliler. Hatta siyasete atılmadan centilmenlik nedir sorusuna cevap bulmalılar önce. Rakipleriyle mücadele ederken onların onurlarını her şeyin üstünde tutmayı öğrenmeliler. Belden aşağı vurmaktansa kaybetmeyi göze almalılar. Türkiye siyasetinin buna şiddetli bir şekilde ihtiyacı vardır.

Erdemli bir siyaset Türkiye’nin yerleşmiş siyasetine ters ve olması zor görünüyor. Ama toplumsal barış, birlik ve beraberliğimiz için buna ihtiyacımız var. Zor olan bu durumu siyasetin merkezine koymamız gerekiyor.

Eleştiri Kültürü

Toplumumuzda en büyük eksikliğin eleştiri eksikliği olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü eleştiriye açık bir toplum değiliz. En demokrat geçinenimizde bile eleştiriye karşı hazım sorunu vardır. Niçin böyleyiz?

Kendimizi mükemmel gördüğümüzden, ya da kendimize güvenmediğimizden kaynaklanabilir tahammülsüzlüğümüz. Zayıf ve eksik yönümüz rakiplerimiz tarafından ortaya dökülünce hatamızı veya eksikliğimizi kabulleneceğimiz ve kendimize çeki-düzen vereceğimiz yerde hırçınlaşıyoruz. Biz de rakibin eksikliklerini bulmaya çalışıyoruz. Rakibi eleştirirken kendimizi yunmuş-yıkanmış gördüğümüzden olsa gerek var gücümüzle muhatabımızı ezmeye çalışıyoruz. Başkasını eleştirirken adına eleştiri diyoruz. Rakibimiz bizi eleştirince eleştiriyi hakaret olarak görüyoruz.

Eleştiri diye yaptığımız çoğu zaman hakarettir aslında. Çünkü niyetimiz rakibimizi linç etmek ve boğmaktır. Eleştiri fikirde ve icraatta olması gerekirken kişiselleştiriyoruz. Bu da eleştiri kültürünü özümsemediğimiz anlamına geliyor. Eleştirinin önemsenmediği, tahammül edilmediği yerlerde bilimde, dinde, sosyal, kültürel alanlarda gelişmenin olması pek mümkün görünmez. Çünkü buralarda mutlak itaat vardır. Kazara eleştirmeye kalkarsan gücü elinde bulunduran irade veya yandaşları tarafından tu kaka yapılırsın. En hafifi dışlanırsın. Hayatı zindan ederler sana, dost acı söyler ama yüze karşı söyler sözünü  unutarak.

Ne zamanki bu ülkede eleştiri kültürü gelişir, insanlar eleştiriye açık olur, işte o zaman bu ülkeyi kimse tutamaz. Eleştiri dedimse içi boş, karşılığı olmayan, müzmin muhaliflikten bahsetmiyorum. Kişiyi veya bir fikri eleştirirken aynı zamanda yol gösteren yapıcı eleştirileri kastediyorum. Bu şekil bir eleştiri çeşidi, insanı ve kişileri geliştirir, mükemmelleştirir. Yeter ki eleştiriyi ön yargısız bir şekilde dinleyelim, hemen savunma mekanizmasını harekete geçirmeyelim. Bu şekil bir eleştiri zarardan ziyade fayda sağlar. Ah bir tahammül edebilsek...



Oldu Olacak Akşam Yemeğini de Ver Gitsin! ***

Bu seçim döneminde verdikleri uçuk-kaçık vaatlerle sınır tanımayan siyasi partilerimiz uzun ramazan günlerinde bize cenneti yaşatıyorlar desem yanlış olmaz. Maşallah hiç isteyen yok; hep veriyorlar. Karşılığında bizden sadece kendilerine oy vermemizi istiyorlar. Bekara avrat boşamak dedikleri bu olsa gerek. Yine bu seçim döneminde Allah ve peygamberi ağızlarından düşürmeme konusunda ramazan Müslümanlığının yanında seçim Müslümanlığı da iyice kendini gösterdi.

Eskiden vadettiklerinizin karşılığı nerede diye seçmen, gazeteci ve rakip siyasiler sorardı. Bu seçimde kimsenin sormasına mahal bırakmadan "rantiyeciden alacağım" şeklinde yuvarlak cevabı da kendileri veriyor. Buna da kendi çalıp kendi oynuyor denir. İşin garibi seçmen bir şey istemiyor. Bunlar ağlamayana emme vermezler sözünü bir tarafa bırakarak para basar gibi veriyorlar durmadan. Mübarekler sanki gömü buldular. “Atma Recep din kardeşiz, biraz ufak at da civcivler de yesin,” demek lazım. Maalesef bu seçim dönemi vaatlerin havada uçuştuğu, benim vaatlerim senin vaatlerini yener dendiği, Türkiye gerçeklerinden uzak, birkaç oy devşirmek amacıyla ucuz siyasetin yapıldığı bir dönem olarak akıllarda kalacaktır. -cek, -cak edebiyat dönemi de denebilir. Bir tanesi, "Türkiye gerçekleri ortada, vermek için almak gerekiyor. Zira almadan vermek Allah'a mahsustur. Ben sizlere önce acı reçete sunacağım" dese benden oy ve büyük bir aferin alır.

Bu seçim döneminde hemen hemen her kesime mavi boncuk dağıtan siyasilerimiz, en fazla bonusu da öğretmenlere veriyor. Vaatlerden 3600 katsayısını bir tarafa bırakırsak (çünkü nice zamandır öğretmenlerin isteyip alamadığı bir haktır) diğer çoğu kulağa hoş gelse de absürt kaçıyor. İşin ilginç yanı siyasilerimiz ev ödevine iyi hazırlanmış, papağan gibi aynı vaatleri gittikleri her yerde bir bir sıralıyor ve buna kendileri de inanmış görünüyor. Sanırım birileri, bir insan bir şeyi kırk gün boyunca çok istese o isteği yerine gelir, şeklinde bir tüyo vermiş olmalı.

Vaatte emsallerini sollayıp geçen ve son surat yoluna devam eden bir parti lideri -Allah vere de bir duvara toslamasa- bir salon toplantısında vaatlerini sıralarken "Piyasada atanamayan ne kadar öğretmen adayı varsa hepsini atayacağım, sözleşmeli öğretmenliği kaldıracağım, öğrenci ve öğretmen bir kuruş para vermeden sabah kahvaltısını ve öğle yemeğini okulda yiyecek..." şeklinde vaatlerini bir bir sıraladı.  Akşam yemeğini unuttu. Onu da ekleseydi çok daha iyi olurdu. Oldu olacak servis ve ulaşım da bedava deseydi tadından yenmezdi. Ne de olsa eğitim bedava değil mi bizde?

Hasılı, ben bu seçim dönemi kadar seçmenle dalga geçildiğini görmedim. Rabbim hayırlar getire...

*** 12/06/2018 günü Yeni Haber gazetesinde Barbaros ismiyle yayımlanmıştır.