Ana içeriğe atla

Oldu Olacak Akşam Yemeğini de Ver Gitsin! ***


Bu seçim döneminde verdikleri uçuk-kaçık vaatlerle sınır tanımayan siyasi partilerimiz uzun ramazan günlerinde bize cenneti yaşatıyorlar desem yanlış olmaz. Maşallah hiç isteyen yok; hep veriyorlar. Karşılığında bizden sadece kendilerine oy vermemizi istiyorlar. Bekara avrat boşamak dedikleri bu olsa gerek. Yine bu seçim döneminde Allah ve peygamberi ağızlarından düşürmeme konusunda ramazan Müslümanlığının yanında seçim Müslümanlığı da iyice kendini gösterdi.

Eskiden vadettiklerinizin karşılığı nerede diye seçmen, gazeteci ve rakip siyasiler sorardı. Bu seçimde kimsenin sormasına mahal bırakmadan "rantiyeciden alacağım" şeklinde yuvarlak cevabı da kendileri veriyor. Buna da kendi çalıp kendi oynuyor denir. İşin garibi seçmen bir şey istemiyor. Bunlar ağlamayana emme vermezler sözünü bir tarafa bırakarak para basar gibi veriyorlar durmadan. Mübarekler sanki gömü buldular. “Atma Recep din kardeşiz, biraz ufak at da civcivler de yesin,” demek lazım. Maalesef bu seçim dönemi vaatlerin havada uçuştuğu, benim vaatlerim senin vaatlerini yener dendiği, Türkiye gerçeklerinden uzak, birkaç oy devşirmek amacıyla ucuz siyasetin yapıldığı bir dönem olarak akıllarda kalacaktır. -cek, -cak edebiyat dönemi de denebilir. Bir tanesi, "Türkiye gerçekleri ortada, vermek için almak gerekiyor. Zira almadan vermek Allah'a mahsustur. Ben sizlere önce acı reçete sunacağım" dese benden oy ve büyük bir aferin alır.

Bu seçim döneminde hemen hemen her kesime mavi boncuk dağıtan siyasilerimiz, en fazla bonusu da öğretmenlere veriyor. Vaatlerden 3600 katsayısını bir tarafa bırakırsak (çünkü nice zamandır öğretmenlerin isteyip alamadığı bir haktır) diğer çoğu kulağa hoş gelse de absürt kaçıyor. İşin ilginç yanı siyasilerimiz ev ödevine iyi hazırlanmış, papağan gibi aynı vaatleri gittikleri her yerde bir bir sıralıyor ve buna kendileri de inanmış görünüyor. Sanırım birileri, bir insan bir şeyi kırk gün boyunca çok istese o isteği yerine gelir, şeklinde bir tüyo vermiş olmalı.

Vaatte emsallerini sollayıp geçen ve son surat yoluna devam eden bir parti lideri -Allah vere de bir duvara toslamasa- bir salon toplantısında vaatlerini sıralarken "Piyasada atanamayan ne kadar öğretmen adayı varsa hepsini atayacağım, sözleşmeli öğretmenliği kaldıracağım, öğrenci ve öğretmen bir kuruş para vermeden sabah kahvaltısını ve öğle yemeğini okulda yiyecek..." şeklinde vaatlerini bir bir sıraladı.  Akşam yemeğini unuttu. Onu da ekleseydi çok daha iyi olurdu. Oldu olacak servis ve ulaşım da bedava deseydi tadından yenmezdi. Ne de olsa eğitim bedava değil mi bizde?

Hasılı, ben bu seçim dönemi kadar seçmenle dalga geçildiğini görmedim. Rabbim hayırlar getire...



*** 12/06/2018 günü Yeni Haber gazetesinde Barbaros ismiyle yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde