Ana içeriğe atla

Eleştiri Kültürü

Toplumumuzda en büyük eksikliğin eleştiri eksikliği olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü eleştiriye açık bir toplum değiliz. En demokrat geçinenimizde bile eleştiriye karşı hazım sorunu vardır. Niçin böyleyiz?

Kendimizi mükemmel gördüğümüzden, ya da kendimize güvenmediğimizden kaynaklanabilir tahammülsüzlüğümüz. Zayıf ve eksik yönümüz rakiplerimiz tarafından ortaya dökülünce hatamızı veya eksikliğimizi kabulleneceğimiz ve kendimize çeki-düzen vereceğimiz yerde hırçınlaşıyoruz. Biz de rakibin eksikliklerini bulmaya çalışıyoruz. Rakibi eleştirirken kendimizi yunmuş-yıkanmış gördüğümüzden olsa gerek var gücümüzle muhatabımızı ezmeye çalışıyoruz. Başkasını eleştirirken adına eleştiri diyoruz. Rakibimiz bizi eleştirince eleştiriyi hakaret olarak görüyoruz.

Eleştiri diye yaptığımız çoğu zaman hakarettir aslında. Çünkü niyetimiz rakibimizi linç etmek ve boğmaktır. Eleştiri fikirde ve icraatta olması gerekirken kişiselleştiriyoruz. Bu da eleştiri kültürünü özümsemediğimiz anlamına geliyor. Eleştirinin önemsenmediği, tahammül edilmediği yerlerde bilimde, dinde, sosyal, kültürel alanlarda gelişmenin olması pek mümkün görünmez. Çünkü buralarda mutlak itaat vardır. Kazara eleştirmeye kalkarsan gücü elinde bulunduran irade veya yandaşları tarafından tu kaka yapılırsın. En hafifi dışlanırsın. Hayatı zindan ederler sana, dost acı söyler ama yüze karşı söyler sözünü  unutarak.

Ne zamanki bu ülkede eleştiri kültürü gelişir, insanlar eleştiriye açık olur, işte o zaman bu ülkeyi kimse tutamaz. Eleştiri dedimse içi boş, karşılığı olmayan, müzmin muhaliflikten bahsetmiyorum. Kişiyi veya bir fikri eleştirirken aynı zamanda yol gösteren yapıcı eleştirileri kastediyorum. Bu şekil bir eleştiri çeşidi, insanı ve kişileri geliştirir, mükemmelleştirir. Yeter ki eleştiriyi ön yargısız bir şekilde dinleyelim, hemen savunma mekanizmasını harekete geçirmeyelim. Bu şekil bir eleştiri zarardan ziyade fayda sağlar. Ah bir tahammül edebilsek...



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde