3 Haziran 2018 Pazar

Siyasilerimiz İHL Üzerinden Siyaset Yapmamalı!

Bu yazımın muhatabı ister samimi, ister geçer akçe olması dolayısıyla seçim çalışması döneminde İHL üzerine konuşma yapan herkestir. Bunu baştan söyleyeyim. Kimse, kimi kastediyor diye belleğini yoklamasın. Yazımda belirli bir kesimi kastetmeyeceğim. Ama yarası olan da gocunsun.

İHL'ler bu ülkenin bir gerçekliği ve ihtiyacıdır. Açıldığı andan itibaren bunu da bu okullar ispatlamıştır. Maarifimizde bu okulların özel bir yeri olmasına rağmen bu okullar ekseriyetle üvey evlat muamelesi görmüş ve tu kaka yapılmıştır. Son yıllarda da öz evlat muamelesi görmektedir. Kimi biçmeye, kimi de ihya etmeye çalıştı. Her iki yaklaşımı da sağlıklı görmüyorum. Seven de sevmeyen de bu okulları tıpkı diğer okullar gibi kendi haline bırakmadı. 

Şunu herkes bilsin ki bu okullar kimsenin ne arka bahçesidir, ne de devlete dinamit koyan okuldur. Ne bazılarının yere-göğe sığdıramadığı gibi bu okullar dört dörtlük, ne de bazılarının sandığı gibi devlet düşmanının yetiştiği, gerici ve yobazı bol okullardır. Nasıl ki diğer okulları bu ülkenin vatansever insanlarının çocukları tercih ediyorsa bu okulları tercih edenler de aynı kaptan yiyen, aynı havayı teneffüs eden, üzüntü ve kıvançta aynı duyguları paylaşan kişilerdir. Bu okulların diğer okullardan farkı, müspet ilimlerin yanında öğrencilerin dini yönden eğitim almalarıdır. Buradan bu okula gidenler çok dindar, diğer okullara gidenler az dindar anlamı çıkmasın. İHL'lerde okuyup mezun olan kişiler içerisinde değerlerimizle barışık samimi kişiler olduğu gibi diğer okullardan mezun olanlar içerisinde de değerlerimizi yaşamaya çalışanların sayısı çoktur.

Hal böyle iken seçim zamanlarında propaganda yapanlar  gündemlerine mutlaka İHL'leri alır ve halkın teveccüh gösterdiği bu okullardan prim kazanmaya çalışır. Kimi İHL'liyim, kimi de okumak istemiştim, olmadı diyerek bu okulları sahiplenmeye çalışır. Siyasilerimiz bu okullar yerine kendilerine başka konular bulsa iyi olur. Bu okullar partiler üstü olarak görülmelidir. Ağızlarına bu okulları aldıkça bu okullarımız siyasetin içine çekilmektedir. Eğer söylediklerinde samimilerse bu okulları kendi hallerine bırakmalıdırlar. Bu okullar üzerine siyaset yapmaktansa başta bu okullar ve diğer okullarımızın sorunlarını masaya yatırarak eğitim ve öğretimimizde nasıl daha iyi iyileştirmeler yaparız sorusu üzerine yoğunlaşırlarsa bu ülkeye en büyük hizmeti yapmış olurlar.

Siyasilerimiz hangi okul türü olursa olsun milli eğitimin genel ve özel amaçları çerçevesinde "tüm okullarımızdan milli ve manevi değerlere önem veren, ülkesini seven, ülkenin kalkınması için çabalayan, ahlaki ve etik değerleri önceleyen nesillerin yetişmesini nasıl sağlayabiliriz," derdini düstur edinmelidir, sloganlarla yaşamayı, seçmenine mavi boncuk dağıtmayı, onlara göz kırpmayı bir tarafa bırakmalıdır.

Anlatmak istediğim bu okullara ihtiyaç olduğu kadar diğer okullara da ihtiyaç vardır. İfrat ve tefride giderek bu okullar üzerinden oy avcılığı yapmayalım. Hangi okul türü yapılırsa yapılsın, amacımız kemiyetten ziyade keyfiyet yani kaliteyi yakalamak olmalıdır. Böyle bir bakış açısı bu okulların işlevini yerine getirmesine fırsat verir ve bir ihtiyacı gidermeye devam eder. Bu okullar tarihteki yerini alsın, siyasete meze olmasın, siyasetimize alet etmeyelim. 

Rehberliğini Yaptığım Öğrenci ve Velilerime Veda Dileklerim


Sayın Velilerim!

Çocuklarımızın okulumuzdan mezun olması dolayısıyla önümüzdeki yıl onlarla bir daha okulumuzda ve sizinle yolumuz kesişmeyecek. Çocuklarımızın iki yıl Din Kültürü derslerine, bir yıla yakın bir zaman diliminde sınıfın rehberliğini ifa etmeye çalıştım. Hayatın her alanında mutlaka bir yerde yine yolumuz kesişir ama birlikte olduğumuz zaman dilimi içerisinde hak-hukuk geçmiş olabilir. Sizleri zaman zaman duyurularımla rahatsız ettim. Size son bir kere daha yazmak suretiyle duygu ve düşüncelerimi ifade etmek istiyorum. Tahammülünüze şimdiden teşekkür ediyorum.

Çocuklarımız bu sene uygulamaya konan yeni bir sınav sistemiyle karşı karşıya kaldı. Veli, öğrenci, öğretmen ve idare olarak ne olacağı konusunda epey bir tereddüt yaşadık hep birlikte. Bu sisteme göre Bakanlık yüzde 10 civarında bir öğrenciyi sınavla öğrenci alan okullara yerleştirmeyi, diğerlerini ise kayıt alanına göre yerleştirmeyi tercih etti. Hal böyle olunca bu zaman dilimi içerisinde kimi öğrencimiz motivesini kaybetti, kiminin gözü korktu, kimi ölümüne çalıştı, kimine bir müddet sonra bıkkınlık geldi. Sınıfımızda her durumu yaşayan öğrencimiz oldu. Sonunda bugün itibariyle sınava girildi. İyi veya kötü geçti. Şu anda bize düşen sonucu beklemek. Sıralamadaki yerimize göre tercih yapmak. Olmazsa kayıt alanına göre Anadolu, Mesleki Teknik veya İHL tercihi yapmak suretiyle ya örgün eğitimde yolumuza devam edeceğiz. Ya açık öğretim vasıtasıyla okumaya devam edip aynı zamanda bir meslek öğrenmek için çalışma yolu seçecek ya da özel okula gitme durumumuz olabilecektir.

Çocuğumuz hangi okula giderse gitsin şundan emin olun ki hiçbir okul çocuğa bir şey vermez, çocuk istemediği müddetçe. Okulu iyi yapan da kötü yapan da okula gelen öğrencilerdir.  Çok kötü diye bilinen bir okuldan başarılı çocuklar yetişebileceği gibi, çok iyi okuldan da başarısız çocuklar çıkabilir. Burada bir anekdotumu sizinle paylaşmak isterim: 2009 yılında Çanakkale 18 Mart Üniversitesini kazanan çocuğumu kayıt için Çanakkale’ye götürdüğümde orada tıp fakültesinde okuyan bir öğrenci ile tanıştım. Konyalı olduğunu söyledi. Hangi fen veya Anadolu lisesinden mezun olduğunu sordum. Ben düz lise mezunuyum dedi. Hangisinden dedim. Karatay Lisesi (Şimdiki adı Karatay 15 Temmuz Anadolu Lisesi. Mevlana Kültür Merkezinin arkasında bir okul.) Karatay Lisesini bilirsiniz Anadolu olduktan sonra bile en düşük puanlı öğrencilerin yerleştiği bir okuldur. Çocuğumuz bu okuldan tıpı kazanmış. Bugün öğrencilerimiz herhangi bir okulu kazanamasalar da gittikleri okulda kendisine bir yol haritası belirlemek suretiyle hedeflerine ulaşabilirler. İnanın çocuklarımızın hepsinin alt yapısı var. Yapacakları tek şey motive olmak.

Çocuklarımızın büyük çoğunluğu ergenlik döneminin kurbanı şimdi. Neyin ne olacağını kestiremedi. Liseye başlayınca sorumluluklarını taşıyacağına yürekten inanıyorum. Hangi okulu veya hangi işi seçerlerse en iyisi olmalarıdır muradım.

Okulumuzdan birçok velimiz veya öğrencimiz memnun olmamış, hatta eğitimi iyi değil kanaatine sahip olmuş olabilir. Beklentilerimiz gerçekleşmeyince okula olumsuz bakabiliriz. Okulumuz çok da iyi olmayabilir. Ama şundan emin olabilirsiniz ki öğretmeninin, idarecisinin üzerine düşen görevi yapmaya çalıştığına inanıyorum. Öğrenci ve velilerimiz bu konuda ne kadar samimilerse –ki samimi olduklarına inanıyorum- okulumuz da öyle idi.  Şundan emin olun ki zorunlu eğitimden dolayı okulumuzda hedefi olmayan öğrenciler maalesef hedefi olan sorumlu öğrencilerimizi de etkilemiştir. Okulun ve biz öğretmenlerin eksikliği mutlaka vardır. Sorun olarak gördüğümüz birçok şeyin diyalog eksikliğinden kaynaklandığını düşünüyorum.

Sınıfımıza gelince sınıfımızın en büyük sorunu devam sorunu idi. Maalesef okul yönetimi bu konuda yeterince gayret göstermedi. Benim çabam da buna yetmedi. Devamsızlık birçok öğrencimizi hedeften uzaklaştırdı. Öğrenciyi derse motive etmek, sınıf hakimiyetini sağlamak, sınıf sorunlarını çözmek amacıyla çocuklarınıza zaman zaman kızdım, uyardım, sert davrandım, yumuşak davrandım. Bu süreçte onların dilini anlamamış olabilirim ama şundan emin olun ki her yaptığım doğru veya yanlış çocuklarımızın daha iyi olması üzerineydi. İyi bir öğretmen olduğum iddiasında değilim, elimden gelen gayreti göstermeye çalıştım. Bu süreçte kalbini kırdığım öğrencimiz, yazışma dolayısıyla kendimi ifade edemediğimden üzdüğümüz velimiz olabilir. Kimseye karşı kastımın olmadığını bilmenizi isterim. Bu süreçte yapmaya çalıştığımı kasabın sevdiği postu yerden yere vurması şeklinde değerlendirebilirsiniz.

İnsanın olduğu yerde sorun olur, hak ve hukuk oluşur. Hakkım yoktur ama eğer bir hukuk oluşmuşsa benim tarafımdan öğrenci ve velilerime hakkımı helal ediyorum. Aynı şekilde veli ve öğrencilerimin de haklarını helal etmesini istiyorum. Kendimi anlatamadığım veli ve öğrencimiz varsa, onların kalbini kırmışsam özür dilerim. Ayrıca özelden bana yazarlarsa kendimi ifade etmiş olurum.

Öğrencilerime bundan sonra her nerede olurlarsa olsun hayatlarında sağlık, huzur  ve başarılar diliyorum.

Yazımı uzattım farkındayım. Bu watsapp grubunu öğrencilerimizin bir liseye yerleşme süreci sona erinceye kadar tutmayı düşünüyorum. Olur ya sınav ve yerleşme ile ilgili duyuru gerekebilir. Her ne kadar okul gerekli duyuruyu yaparsa da ben de buradan sizleri haberdar etmek isterim. İstişare ve rehberlik durumu söz konusu olursa her zaman için tecrübelerimi paylaşırım. 

Sürçi lisan etmişsem affola! Hepinize baki selam.


2 Haziran 2018 Cumartesi

Cemal Tural Lojmanlarında Mescit İhtiyacı *


Cuma akşamları oturup muhabbet ettiğimiz ortaokul ve lise arkadaşlarıyla bir cuma akşamı birlikte iftar yapalım istedik. İftarımızı nerede yapalım derken Konya'da bulunan askeri bir lojmanda iftar menüsü servisi yapıldığını öğrendik ve bu lojmanda iftar yapmaya karar kıldık.

Akşam ezanına yakın iftar için karar kıldığımız lojmanlara geldik. Nizamiyenin kapısında askerimiz karşıladı bizi. İftar için geldiğimizi söyledikten sonra görevli asker elindeki aletle aracımızın etrafını dolanarak kontrol etti. Ardından aracı sağa çekmemizi istedi. Her birimizin kimliğini ve aracın ruhsatını aldıktan sonra bize bir ziyaretçi kartı verdi ve gideceğimiz yeri tarif etti. Görevli askere, "Araca da el koyacak mısınız" dedim. Gülümseyerek "hayır efendim, olur mu" dedi.

Yol boyunca sağlı-sollu yemyeşil ağaçların arasından tesislerin olduğu yere geldik. Konya'da böyle bir yer... Yer-gök yemyeşil dense yeridir: Temiz hava, bol gıda ve oksijen; her şey yerli yerince düşünülmüş sağlıklı, hijyen ve düzenli bir ortam. 

Yağmurlu bir ortamda, akşam karanlığının bastırmaya başladığı bir vakitte gördüğüm manzarayı tasvir etmek için kelime dağarcığım yetersiz kalır. Her şey doğal! Doğallığı bozan tek şey, lojmandakiler ve gelen misafirler otursun diye yapılan birbirine mesafeli kameriyeler. 

Şehrin kirli ve gürültülü ortamında insanın rahat nefes alabileceği, araç sesinden uzak bir ortamda kendini dinleyebileceği, "Oh be dünya varmış!" diyebileceği rahat bir ortam. Gerginlikleri yok eden, insanın stresini alan nezih bir ortam. Hani emsalsiz göze ve gönle hoş gelen bir yer görünce "sanki cennet" deriz ya, işte öyle bir ortam burası.

İftarımızı yapacağımız daha önce rezerve yaptırdığımız masamıza geçtik. İçeride bizi
nizamiyenin girişinde güvenlik amaçlı araç durdurma, araç ve kimlik kontrolü gibi soğuk bir ortamın yerini sıcak bir ortam bekliyordu. İftarı beklemeye koyulduk.  Dışarıdaki yeşil ortamın aksine sade düzenlenmiş, lokantayı andıran bir yerdi yemek yeri. Bizim dışımızda yirmi civarında başka bir topluluk da vardı. Ezan sesiyle birlikte hepimiz iftarımızı açtık, dışarıda yağmaya devam eden kırk ikindi yağmurları eşliğinde. 

Bize yemek servisi yapan az sayıdaki görevli ve çalışanın ilgisi, nezaketi ve güler yüzü bulunduğumuz ortama ayrı bir renk kattı. Temiz ve bakımlı kılık-kıyafetleri "böyle olmalı" dedirtti bize. Muhabbet ortamı içerisinde yemeğimizi yerken görevlilerin arada bir yanımıza gelerek "Bir isteğiniz var mı" demesi bu işin amatörlükten de öte profesyonelce yapıldığını gösterdi bize.

Yemekten sonra akşam namazımızı kılmak için gözümüz mescit aradı. Bir gün öncesinde kalabalık bir grupla yine burada iftar yapan bir arkadaşımız "Gelin, ben biliyorum mescidi" diyerek önümüze düştü. Karanlıklar içerisinde bir yere götürdü bizi. El yordamıyla mescidin ışığını yaktı. Girdik içeri. Beş-altı kişinin sıkışarak namaz kılabileceği küçük büroya benzer bir yerdi mescit yazılı yer. Bir kısmımız namazını kılarken diğer bir kısmımız dışarıda nöbet bekler gibi bekledi. Namazın bitiminde hep beraber anlaşmışçasına birbirimizin yüzüne baktık. "Yüz ölçüm bakımından geniş bir alana yayılmış bir askeriyenin lojmanına -adına mescit denirse- böyle bir namaz kılma yeri yakışmamış" dedik.

Bana halka açık bu askeri lojmanın sayılmaya değer sayısız artılarının yanında en büyük eksikliği nedir derseniz, mescit eksikliği derim. Lojman sakinleri burada bir mescide ihtiyaç duymayabilir. Çünkü kendi meskun mahalleri burada olduğu için ibadetlerini yapmak için evlerine gidebilirler. Ama dışarıdan buraya gezmek, dolaşmak ve yemek yemek için gelenler için böylesi güzel, geniş, müreffeh ve nezih ortama geniş bir mescit yapılması, acilen elzemdir. Mescit için yeni bir bina yapılmasına, inşaata kalkışılmasına ve masraf edilmesine gerek olmayabilir. Geniş odalardan biri, mescit yeri olarak tahsis edilebilir. Bu ihtiyacı askeri lojman yetkililerine buradan ben duyurmuş olayım. Umarım dikkate alınır.

Namazın akabinde yağan yağmurun verdiği serin bir ortamda kameriyenin altında içtiğimiz çay fazlasıyla içimizi ısıttı. 

Bu iftardan sonra ben, askeri lojmana gitmeden önce kafamda, "Acaba nasıl bir ortam bizi bekliyor" tereddütlerine mahal olmadığını anladım. Askeriyenin halka açık iftar vermesini memnuniyetle karşıladığımı ifade etmek isterim. Meraklı ve ihtiyaç sahipleri böyle bir ortamda iftar yapmak isterlerse yeri, Meram Yeni Yol'daki Eğitim Fakültesinin karşısında yer alan Cemal Tural Lojmanlarıdır. Bana reklam parası vermediler ama herkese tavsiye ederim. Memnun ayrıldığım bu lojmanlara bir daha gitmek nasip olursa gördüğüm tek eksikliğin yani geniş bir mescit ihtiyacının giderildiğini görmek beni fazlasıyla mesrur edecektir.

* 04/06/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.





1 Haziran 2018 Cuma

Ulu Çınar

Bundan 46 yıl önce Türkiye’nin kök ve genleriyle barışık biri, bin bir mücadeleden sonra bir başka alanda söz sahibi olmak için Anadolu’nun bağrına bir fidan dikti. Önceleri kökü  dışarıya bağlı olanlar alaya aldı, bu ağaç meyve vermez diye.

O; bıkmadı, usanmadı, kınayanların kınamasına aldırmadı; didindi. Onca engele rağmen ağaç kök saldı, tam meyveye duracakken hasımları kesti, tekrar filizlendi, tekrar kesildi; köküne kibrit çakmaya, boğmaya çalıştılar fakat kesildikçe filizlendi.

Hayatiyetine devam etmek için de her defasında ağacın ismini değiştirdi. Bir zaman geldi ağaç zirveye oturdu, meyve vermeye başladı.Yine hasım ve rakipleri herkesin gıptayla baktığı bu ağacı ortadan bölerek meyve vermesinin önüne geçmeye çalıştı. 32 yıl sonra  belki de baba ile oğlu bir araya gelerek “Evlat! Bu gidişle bize hayat hakkı tanımayacaklar, siz en iyisi köklerimden  yeniden dal budak salarak beni de reddederek yolunuza devam edin, ben rakiplerimi oyalarım, başka türlü bu millet bizim ağacımızdan faydalanamayacak, bizim yapmak istediklerimizi de yapın, daha geniş bir alana yayılın, ben dar alanda mücadeleye devam edeyim, bundan sonra da biz geliştikçe ben yine budarım, artık budama sırası bende, ama sakın şımarmayın, sizin yolunuz açık olsun” dedi.

Ana kökün yanında filizlenen ağaç, önce dal sonra da kısa zamanda meyve verdi. Halkın kahir ekseriyeti bu ağaçtan faydalanmak için memnuniyetini ifade etti. Evlatları kısa zamanda atasına eziyet edenleri sorguladı, yapmak isteyip de yapamadıklarını, yaptırmadıklarını  bir bir yapar hale geldi. Bir zaman geldi kök salmak için ömrünü veren ulu çınar kurudu. Milyonlar onu rahmetle uğurladı. Ardından yeşertmek için yanındaki gövde devreye girdi...

Boynuz kulağı geçti geçmesine de uzun yıllar meyvesinden faydalanan milyonlardan bir kısmı, belki de "menn ve selvadan" bıkanlar gibi -teşbihte hata olmasın- bıkmaya başladı. Dünü, geçmişi unuttu. Ağaca ve meyvesine sırt dönmeye başladı.Türkiyede kökü olan ve olmayanlar yıllardır meyve vermeye devam eden ağacı kökünden kurutmak için hep bir ve beraber oldu. Ulu çınarın gövdesi de başka bir ağacın gövdesiyle bir araya gelerek yeşermeye, yeşerirken yetişip meyveye duran evladını da zayıp düşürmeye kalkıştı.

Meyve veren ağacı başkasının taşlaması normal de kendi kökünün aslı olan kökün attığı dikenli gül, zayıf düşürmeye ve yaralamaya devam ediyor. Gelin tüm yanlışlara rağmen bu ağacı kurutmayalım. Sürçi lisan etmişsem affola...

NOT:Bu yazıyı yazan da yazdığından bir şey anlamamıştır. 01.06.2015

Mesleki Çalışmalara Verilen Önem Eğitim ve Öğretime Verilmiş Olsaydı...*


Öğretmenlerin öğretim yılının başında ve sonunda ikişer haftalık yaptıkları seminere Milli Eğitim Bakanlığının, özellikle Din Öğretimi Genel Müdürlüğünün atfettiği önem kayda değer. Gerçekten Bakanlık öğretmenlerin mesleki gelişimine katkı sağlamak amacıyla planlayıp gönderdiği program büyük bir emek mahsulü ve takdire şayandır.

Her saatinde neler yapılması gerektiğini inceden inceye düşünerek hazırlanan mesleki çalışma, hazırlanış amacına uygun bir şekilde yürüyor mu? Maalesef yürümüyor. Seminer çalışmasının istenildiği gibi yürümemesinde:
* MEB'in taşra teşkilat olan il ve ilçe müdürlüklerinin yeterince hazır olmaması, ne yapacağını bilememesi, Bakanlığın atfettiği önemi anlayamaması; bundan dolayıdır ki koordine edememesi ve eş güdüm sağlayamaması, zamanında konunun uzmanlarını eğitim, bilgilendirip görevlendirememesi seminer çalışmalarının önündeki en büyük handikaptır.
*Okul müdürlüklerinin seminer çalışmaları konusunda yeterli bilgi, donanıma sahip olmaması,
* Bakanlık, il, ilçe ve okul müdürlükleri arasında yeterli eş güdümün olmaması. Tek yapılan; bir el tarafından hazırlanan yazının, plan ve programın yukarıdan aşağıya bir hiyerarşi şeklinde "gereği" denilerek birbirine forward edilmesi,
* Öğretmenlerin seminer dönemlerini angarya olarak görmeleri, konunun üzerine ciddiyetle eğilmemeleri, sorumluluk almaktan kaçınmaları, işin ciddiyet ve önemini kavrayamamaları veya kavramak istememeleri...(Sene başı seminerinde uzun yaz tatilinin rehavetini atamayıp tatil modundan çıkamamaları, sene sonu seminerlerinde ise bir yılın yorgunluğunun üzerilerine çökmesi ve tatil havasına girmeleri,
* Tayin, nakil vb. iş ve işlemlerin seminer döneminde devam etmesi...
* Hazırlanan mesleki çalışmaların formaliteden öteye geçmemesi...

Her seminer dönemi sonunda aşağıdan yukarıya hazırlanan raporlar, alttan üste doğru resmi yazı ile veya dijital ortamda gönderilir. Raporlara bakılırsa her şey tıkırında! Her şey çok güzel! Amaçlanan hedefe ulaşılmış. Halbuki her şey formalitenin yerine  getirilmesinden ibarettir. MEB bu durumun işleyişini bilmekle beraber her şey yolundaymış gibi  bir çeki düzen vermeden seminerlerin planlamasını yapıyor. Gelen raporlar bir üste gösterilmek üzere arşivleniyor. Seminerlerin belki de işe yarayan tek yönü burasıdır. Yani bir formalitenin yerine getirilmesinden ibarettir. Hasılı herkes körler ve sağırlara oynuyor ve birbirini ağırlıyor. MEB'in önem atfettiği bu seminerlerin önemine taşra inanmadığı müddetçe bu çalışma havanda su dövmekten ibaret olacak ve kadük kalacaktır.

Her geçen yıl istediği ve beklediği verimi alamasa da seminer çalışmasına daha bir önem atfeden MEB, keşke seminer dönemlerine verdiği önemin milyonda birini eğitim ve öğretime ve eğitim ve öğretimin gelişmesine önem verseydi maarifimiz bugünkü durumunda olmazdı. Bunun için alttan-üste seminer çalışmalarının bir yerinde olan iç ve dış MEB paydaşlarının kafalarını kumdan çıkarıp meseleyi bir güzel irdelemesi, öz eleştiri yapması gerekir.

Yok mu içimizde kral çıplak diyecek bir deli?

* 11/06/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Ben Vekil Olmak İstiyorum!

—Keyfin yok gibi hayırdır?
__Öyle!
__Hiç şansım yok.
__Hangi yönden?
__Her yönüyle...
__Nasip değilmiş demek ki!
__Öyle de. Bazıları doğuştan şanslı.
__Mesela?
__Arkan kalın olacak bir defa.
__Şu ağzındaki baklayı çıkar hele! Ne demek istiyorsun?
__Bende pek kapasite ve donanım yok biliyorsun.
__Estağfurullah! Her insanda kapasite vardır. Kimi geliştirir,  kimi de köreltir. Yetenekler de farklı farklıdır. Kimsede olmayan yetenek sende olabildiği gibi başkasında olan da sende olmayabilir.
__Öyle de gel sen onu bana anlat. Zaman yönünden de hiç şansım yok.
__Pekiyi ne olmak istedin de olmadın veya ne zaman yaşamak isterdin?
__Bir ara alim olayım istedim, fakat olmadı.
__Niçin?
__ Babam ulema değildi.
__Ne alaka?
—Beşik ulemalığı kontenjanından faydalanmak istiyordum.
—Beşik ulemalığı?
—"Alimin çocuğu alimdir" demekti Osmanlı'da. Ah babam alim olsaydı...Bugün alim etiketi taşıyor olacaktım.
—Başka?
—Vekil olmak isterdim mesela?
—Senin baban uzun yıllar vekillik yapmış biri mi?
—Hayır!
—Sen bir şeyhin, bir cemaatin veya bir aşiretin ileri geleni veya bunların torunu, damadı veya oğlu musun?
—Hayır!
—Avukat veya serbest meslek veya önünde etiketi olan bir akademisyen misin?
—Hayır!
—Parası olan zengin biri misin?
—Hayır, kimseye muhtaç olmadan evimi geçindiren biriyim.
—Arkasında oyu çok olan sülalesi kalabalık bir aileden misin?
—Hayır!
—18 yaşında çiçeği burnunda lise sonda okuyan bir geç misin?
—55 yaşındayım ama benim yarım asrı aşan bir tecrübem var.
—Tecrübe karın doyurmaz.
—Bayan mısın?
—Hayır!
—Engelli misin?
—Hayır efendim, hiçbiri yok bende.
—İyi de güzel kardeşim! O yok, bu yok sende. O halde ne diye vekil olmaya hevesleniyor, kendi kendine gelin-güvey oluyor, bir yerlere göz kırpıyor, kendini darı ambarında görmeye devam ediyorsun. Bu görüntünle sana niye vekillik verilsin? Vekillik kim, sen kim? Vekillik isteyeceğine biraz yerini, yurdunu; kim olduğunu ve haddini bilsen, ağır-azam yerinde otursan olmaz mı?
—Yani?
—Sen vekillikleri belirleyen biri olsan, bu mevcut durumunla kendini vekil olarak seçer misin?
—Seçmem tabi!
—O zaman otur, oturduğun yerde. Bırak seçilmeyi, seçmenliğini bil. Senden sadece belirlenen adaylara oy veren iyi bir vatandaş olur. Ötesi lüks olur.
—Verdiğin tavsiye ve güzel moralden dolayı teşekkür ediyorum sana.


Pireye Kızıp Yorgan Yakmak ***

Mini Anayasa değişikliğiyle birlikte cumhurbaşkanlığı sistemine geçtik. Seçimlere daha bir buçuk yıl kala seçimi önümüzde bulduk. 24 Haziran'da yürütmenin başı olan cumhurbaşkanımızı ve yasamaya milletvekilleri seçeceğiz.

24 Haziran'da ülkeyi bir beş yıl yönetecek Cumhurbaşkanını ve yaşama da söz sahibi olacak vekillerimizi seçmek için sandık başına gideceğiz. Cumhurbaşkanlığı için altı adayımız var. 

Partiler vekil olacak adaylarını önce belirledi, sonra tanıtımını yaptı ve seçim beyannamelerini açıklayarak meydanlara indi. Piyasa kızıştı. Seçimle yatıp seçimle kalkıyoruz. Neredeyse manevi iklim olan ramazanı unuttuk seçim konuşmaktan.

Partiler ve cumhurbaşkanı adayları propaganda döneminde kesenin ağzını açtı. Seçmene verdikçe veriyor. Hiç seçmenden şunu alacağım diyeni göremedim. Neredeyse hepsi cennet vadediyor. Siyasilerin vermekte bu kadar cömert olmaları hoşuma gitse de çoğu vaatlerin ülke gerçekleriyle bağdaşması mümkün değil.

Partilerin vaatlerinden en tehlikeli gördüğüm bir husus seçim beyannamelerinde "yeniden parlamenter sisteme dönüşü vadetmeleri. Beğensek de beğenmesek de ülke Anayasa referandumuyla birlikte yeni sisteme geçit verdi. Yeni deneyeceğimiz bu cumhurbaşkanlığı seçimi ne getirir, ne götürür, bünyemize uygun mu uygulamada görülecek. Eski sisteme dönüş sinyali demokrasiyle bağdaşmaz. En azından referandumda evet diyen seçmenin tercihine saygı duymamaktır.  Bir sistemi, daha uygulamadan kaldırmayı vadetmek olacak şey değil. Ülkelerin devlet kültüründe devamlılık esastır.

Siyasi partiler vaatleriyle seçmenin oyunu almak için kılıktan kılığa girerken oy verecek bazı seçmenlerde de garip davranışlar sezilmektedir. İlinde vekil listesinde istemediği kişinin vekil adayı yapıldığını gören kimi seçmenler, "O varsa partime oy vermeyeceğim" serzenişlerini sosyal medya aracılığıyla yüksek sesle dillendirdiğini hayret ve ibretle izlemekteyim. Çünkü sağlıklı bir bakış açısı değil bu. Bu bakış açısı pireye kızıp yorgan yapmaya benzer. Sevmediği veya istemediği bir aday yüzünden partisini cezalandırması demektir. Adaylara bakarken bardağın boş tarafından ziyade dolu tarafından bakmakta fayda vardır. Bir kişiyi cezalandıracağım derken istediği siyasi partiye oy vermeyerek hiç istemediği bir partinin ekmeğine yağ sürmektir bu. Bir taş atarken ürküttüğümüz kurbağıya değecek mi? Küsüp gönül koyarak kimi üzüp kimi sevindireceğimizi hesaba katmalıyız. Çünkü üç-beş günlüğüne aday seçmiyoruz. Seçeceğimiz kişiler -dile kolay- bir beş yıl ülke yönetiminde söz sahibi olacaktır.

Adayları bire bir inceleyerek kendi partimize eleştiri getirmek ve kişi siyaseti yapmak yerine ilke siyaseti bakış açımıza hakim olmalıdır. Partilerin genel siyasetini hesaba katmalıyız. Vizyon ve misyonları önceliğimiz olmalıdır. Çünkü partilerde parti disiplini vardır. Beğenmediğimiz aday beğendiklerimiz arasında iyi bir sinerji oluşturabilir. Yine adayları değerlendirirken parti liderlerinin kendilerini yarı yolda bırakmayacak, sorun olmayacak kişilere öncelik verdiği dikkate alınmalıdır.

Seçmen, "benim bir oyumla bir şey değişmez" diye düşünmemeli. Çünkü bir oy bir başka partinin vekilinin seçilmesine sebebiyet verebilir. Listedeki bir adayı cezalandıracağız derken ülkeyi bir beş yıl ehliyetsiz insanların eline teslim etmiş oluruz. Bu durumda o kişi mi ceza alacak, yoksa ülke mi? Aman dikkat! Bu işin şakası olmaz, geriye dönüşü hiç olmaz. Ali'ye kızarak Veli'yi cezalandırmayalım! 



*** 05/06/2018 günü Yeni Haber gazetesinde Barbaros ismiyle yayımlanmıştır.