Ana içeriğe atla

Pireye Kızıp Yorgan Yakmak ***

Mini Anayasa değişikliğiyle birlikte cumhurbaşkanlığı sistemine geçtik. Seçimlere daha bir buçuk yıl kala seçimi önümüzde bulduk. 24 Haziran'da yürütmenin başı olan cumhurbaşkanımızı ve yasamaya milletvekilleri seçeceğiz.

24 Haziran'da ülkeyi bir beş yıl yönetecek Cumhurbaşkanını ve yaşama da söz sahibi olacak vekillerimizi seçmek için sandık başına gideceğiz. Cumhurbaşkanlığı için altı adayımız var. 

Partiler vekil olacak adaylarını önce belirledi, sonra tanıtımını yaptı ve seçim beyannamelerini açıklayarak meydanlara indi. Piyasa kızıştı. Seçimle yatıp seçimle kalkıyoruz. Neredeyse manevi iklim olan ramazanı unuttuk seçim konuşmaktan.

Partiler ve cumhurbaşkanı adayları propaganda döneminde kesenin ağzını açtı. Seçmene verdikçe veriyor. Hiç seçmenden şunu alacağım diyeni göremedim. Neredeyse hepsi cennet vadediyor. Siyasilerin vermekte bu kadar cömert olmaları hoşuma gitse de çoğu vaatlerin ülke gerçekleriyle bağdaşması mümkün değil.

Partilerin vaatlerinden en tehlikeli gördüğüm bir husus seçim beyannamelerinde "yeniden parlamenter sisteme dönüşü vadetmeleri. Beğensek de beğenmesek de ülke Anayasa referandumuyla birlikte yeni sisteme geçit verdi. Yeni deneyeceğimiz bu cumhurbaşkanlığı seçimi ne getirir, ne götürür, bünyemize uygun mu uygulamada görülecek. Eski sisteme dönüş sinyali demokrasiyle bağdaşmaz. En azından referandumda evet diyen seçmenin tercihine saygı duymamaktır.  Bir sistemi, daha uygulamadan kaldırmayı vadetmek olacak şey değil. Ülkelerin devlet kültüründe devamlılık esastır.

Siyasi partiler vaatleriyle seçmenin oyunu almak için kılıktan kılığa girerken oy verecek bazı seçmenlerde de garip davranışlar sezilmektedir. İlinde vekil listesinde istemediği kişinin vekil adayı yapıldığını gören kimi seçmenler, "O varsa partime oy vermeyeceğim" serzenişlerini sosyal medya aracılığıyla yüksek sesle dillendirdiğini hayret ve ibretle izlemekteyim. Çünkü sağlıklı bir bakış açısı değil bu. Bu bakış açısı pireye kızıp yorgan yapmaya benzer. Sevmediği veya istemediği bir aday yüzünden partisini cezalandırması demektir. Adaylara bakarken bardağın boş tarafından ziyade dolu tarafından bakmakta fayda vardır. Bir kişiyi cezalandıracağım derken istediği siyasi partiye oy vermeyerek hiç istemediği bir partinin ekmeğine yağ sürmektir bu. Bir taş atarken ürküttüğümüz kurbağıya değecek mi? Küsüp gönül koyarak kimi üzüp kimi sevindireceğimizi hesaba katmalıyız. Çünkü üç-beş günlüğüne aday seçmiyoruz. Seçeceğimiz kişiler -dile kolay- bir beş yıl ülke yönetiminde söz sahibi olacaktır.

Adayları bire bir inceleyerek kendi partimize eleştiri getirmek ve kişi siyaseti yapmak yerine ilke siyaseti bakış açımıza hakim olmalıdır. Partilerin genel siyasetini hesaba katmalıyız. Vizyon ve misyonları önceliğimiz olmalıdır. Çünkü partilerde parti disiplini vardır. Beğenmediğimiz aday beğendiklerimiz arasında iyi bir sinerji oluşturabilir. Yine adayları değerlendirirken parti liderlerinin kendilerini yarı yolda bırakmayacak, sorun olmayacak kişilere öncelik verdiği dikkate alınmalıdır.

Seçmen, "benim bir oyumla bir şey değişmez" diye düşünmemeli. Çünkü bir oy bir başka partinin vekilinin seçilmesine sebebiyet verebilir. Listedeki bir adayı cezalandıracağız derken ülkeyi bir beş yıl ehliyetsiz insanların eline teslim etmiş oluruz. Bu durumda o kişi mi ceza alacak, yoksa ülke mi? Aman dikkat! Bu işin şakası olmaz, geriye dönüşü hiç olmaz. Ali'ye kızarak Veli'yi cezalandırmayalım! 



*** 05/06/2018 günü Yeni Haber gazetesinde Barbaros ismiyle yayımlanmıştır.





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde