Ana içeriğe atla

Ulu Çınar

Bundan 46 yıl önce Türkiye’nin kök ve genleriyle barışık biri, bin bir mücadeleden sonra bir başka alanda söz sahibi olmak için Anadolu’nun bağrına bir fidan dikti. Önceleri kökü  dışarıya bağlı olanlar alaya aldı, bu ağaç meyve vermez diye.

O; bıkmadı, usanmadı, kınayanların kınamasına aldırmadı; didindi. Onca engele rağmen ağaç kök saldı, tam meyveye duracakken hasımları kesti, tekrar filizlendi, tekrar kesildi; köküne kibrit çakmaya, boğmaya çalıştılar fakat kesildikçe filizlendi.

Hayatiyetine devam etmek için de her defasında ağacın ismini değiştirdi. Bir zaman geldi ağaç zirveye oturdu, meyve vermeye başladı.Yine hasım ve rakipleri herkesin gıptayla baktığı bu ağacı ortadan bölerek meyve vermesinin önüne geçmeye çalıştı. 32 yıl sonra  belki de baba ile oğlu bir araya gelerek “Evlat! Bu gidişle bize hayat hakkı tanımayacaklar, siz en iyisi köklerimden  yeniden dal budak salarak beni de reddederek yolunuza devam edin, ben rakiplerimi oyalarım, başka türlü bu millet bizim ağacımızdan faydalanamayacak, bizim yapmak istediklerimizi de yapın, daha geniş bir alana yayılın, ben dar alanda mücadeleye devam edeyim, bundan sonra da biz geliştikçe ben yine budarım, artık budama sırası bende, ama sakın şımarmayın, sizin yolunuz açık olsun” dedi.

Ana kökün yanında filizlenen ağaç, önce dal sonra da kısa zamanda meyve verdi. Halkın kahir ekseriyeti bu ağaçtan faydalanmak için memnuniyetini ifade etti. Evlatları kısa zamanda atasına eziyet edenleri sorguladı, yapmak isteyip de yapamadıklarını, yaptırmadıklarını  bir bir yapar hale geldi. Bir zaman geldi kök salmak için ömrünü veren ulu çınar kurudu. Milyonlar onu rahmetle uğurladı. Ardından yeşertmek için yanındaki gövde devreye girdi...

Boynuz kulağı geçti geçmesine de uzun yıllar meyvesinden faydalanan milyonlardan bir kısmı, belki de "menn ve selvadan" bıkanlar gibi -teşbihte hata olmasın- bıkmaya başladı. Dünü, geçmişi unuttu. Ağaca ve meyvesine sırt dönmeye başladı.Türkiyede kökü olan ve olmayanlar yıllardır meyve vermeye devam eden ağacı kökünden kurutmak için hep bir ve beraber oldu. Ulu çınarın gövdesi de başka bir ağacın gövdesiyle bir araya gelerek yeşermeye, yeşerirken yetişip meyveye duran evladını da zayıp düşürmeye kalkıştı.

Meyve veren ağacı başkasının taşlaması normal de kendi kökünün aslı olan kökün attığı dikenli gül, zayıf düşürmeye ve yaralamaya devam ediyor. Gelin tüm yanlışlara rağmen bu ağacı kurutmayalım. Sürçi lisan etmişsem affola...

NOT:Bu yazıyı yazan da yazdığından bir şey anlamamıştır. 01.06.2015

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde