Ana içeriğe atla

Cemal Tural Lojmanlarında Mescit İhtiyacı *


Cuma akşamları oturup muhabbet ettiğimiz ortaokul ve lise arkadaşlarıyla bir cuma akşamı birlikte iftar yapalım istedik. İftarımızı nerede yapalım derken Konya'da bulunan askeri bir lojmanda iftar menüsü servisi yapıldığını öğrendik ve bu lojmanda iftar yapmaya karar kıldık.

Akşam ezanına yakın iftar için karar kıldığımız lojmanlara geldik. Nizamiyenin kapısında askerimiz karşıladı bizi. İftar için geldiğimizi söyledikten sonra görevli asker elindeki aletle aracımızın etrafını dolanarak kontrol etti. Ardından aracı sağa çekmemizi istedi. Her birimizin kimliğini ve aracın ruhsatını aldıktan sonra bize bir ziyaretçi kartı verdi ve gideceğimiz yeri tarif etti. Görevli askere, "Araca da el koyacak mısınız" dedim. Gülümseyerek "hayır efendim, olur mu" dedi.

Yol boyunca sağlı-sollu yemyeşil ağaçların arasından tesislerin olduğu yere geldik. Konya'da böyle bir yer... Yer-gök yemyeşil dense yeridir: Temiz hava, bol gıda ve oksijen; her şey yerli yerince düşünülmüş sağlıklı, hijyen ve düzenli bir ortam. 

Yağmurlu bir ortamda, akşam karanlığının bastırmaya başladığı bir vakitte gördüğüm manzarayı tasvir etmek için kelime dağarcığım yetersiz kalır. Her şey doğal! Doğallığı bozan tek şey, lojmandakiler ve gelen misafirler otursun diye yapılan birbirine mesafeli kameriyeler. 

Şehrin kirli ve gürültülü ortamında insanın rahat nefes alabileceği, araç sesinden uzak bir ortamda kendini dinleyebileceği, "Oh be dünya varmış!" diyebileceği rahat bir ortam. Gerginlikleri yok eden, insanın stresini alan nezih bir ortam. Hani emsalsiz göze ve gönle hoş gelen bir yer görünce "sanki cennet" deriz ya, işte öyle bir ortam burası.

İftarımızı yapacağımız daha önce rezerve yaptırdığımız masamıza geçtik. İçeride bizi
nizamiyenin girişinde güvenlik amaçlı araç durdurma, araç ve kimlik kontrolü gibi soğuk bir ortamın yerini sıcak bir ortam bekliyordu. İftarı beklemeye koyulduk.  Dışarıdaki yeşil ortamın aksine sade düzenlenmiş, lokantayı andıran bir yerdi yemek yeri. Bizim dışımızda yirmi civarında başka bir topluluk da vardı. Ezan sesiyle birlikte hepimiz iftarımızı açtık, dışarıda yağmaya devam eden kırk ikindi yağmurları eşliğinde. 

Bize yemek servisi yapan az sayıdaki görevli ve çalışanın ilgisi, nezaketi ve güler yüzü bulunduğumuz ortama ayrı bir renk kattı. Temiz ve bakımlı kılık-kıyafetleri "böyle olmalı" dedirtti bize. Muhabbet ortamı içerisinde yemeğimizi yerken görevlilerin arada bir yanımıza gelerek "Bir isteğiniz var mı" demesi bu işin amatörlükten de öte profesyonelce yapıldığını gösterdi bize.

Yemekten sonra akşam namazımızı kılmak için gözümüz mescit aradı. Bir gün öncesinde kalabalık bir grupla yine burada iftar yapan bir arkadaşımız "Gelin, ben biliyorum mescidi" diyerek önümüze düştü. Karanlıklar içerisinde bir yere götürdü bizi. El yordamıyla mescidin ışığını yaktı. Girdik içeri. Beş-altı kişinin sıkışarak namaz kılabileceği küçük büroya benzer bir yerdi mescit yazılı yer. Bir kısmımız namazını kılarken diğer bir kısmımız dışarıda nöbet bekler gibi bekledi. Namazın bitiminde hep beraber anlaşmışçasına birbirimizin yüzüne baktık. "Yüz ölçüm bakımından geniş bir alana yayılmış bir askeriyenin lojmanına -adına mescit denirse- böyle bir namaz kılma yeri yakışmamış" dedik.

Bana halka açık bu askeri lojmanın sayılmaya değer sayısız artılarının yanında en büyük eksikliği nedir derseniz, mescit eksikliği derim. Lojman sakinleri burada bir mescide ihtiyaç duymayabilir. Çünkü kendi meskun mahalleri burada olduğu için ibadetlerini yapmak için evlerine gidebilirler. Ama dışarıdan buraya gezmek, dolaşmak ve yemek yemek için gelenler için böylesi güzel, geniş, müreffeh ve nezih ortama geniş bir mescit yapılması, acilen elzemdir. Mescit için yeni bir bina yapılmasına, inşaata kalkışılmasına ve masraf edilmesine gerek olmayabilir. Geniş odalardan biri, mescit yeri olarak tahsis edilebilir. Bu ihtiyacı askeri lojman yetkililerine buradan ben duyurmuş olayım. Umarım dikkate alınır.

Namazın akabinde yağan yağmurun verdiği serin bir ortamda kameriyenin altında içtiğimiz çay fazlasıyla içimizi ısıttı. 

Bu iftardan sonra ben, askeri lojmana gitmeden önce kafamda, "Acaba nasıl bir ortam bizi bekliyor" tereddütlerine mahal olmadığını anladım. Askeriyenin halka açık iftar vermesini memnuniyetle karşıladığımı ifade etmek isterim. Meraklı ve ihtiyaç sahipleri böyle bir ortamda iftar yapmak isterlerse yeri, Meram Yeni Yol'daki Eğitim Fakültesinin karşısında yer alan Cemal Tural Lojmanlarıdır. Bana reklam parası vermediler ama herkese tavsiye ederim. Memnun ayrıldığım bu lojmanlara bir daha gitmek nasip olursa gördüğüm tek eksikliğin yani geniş bir mescit ihtiyacının giderildiğini görmek beni fazlasıyla mesrur edecektir.

* 04/06/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde