30 Nisan 2018 Pazartesi

Merhaba Eski Siyasetimiz!

Bakanlar Kurulu toplantısından sonra toplantıda alınan kararları Başbakan açıkladı. Neler yoktu ki satır aralarında. Kesenin ağzının açıldığını gördüm. Verdikçe vermiş hükümet.  Emekliye senede iki defa biner liralık yardımdan tutun da yaşlı aylığının 266 liradan 500 liraya çıkarılması, vergi ve prim alacaklarının yeniden yapılandırılması, yaş çay alım fiyatlarına verilen fiyat...verdikçe vermiş. Bütçeye 24 milyarlık getirisi olan bir yük açıklanan paket. Ne zaman açıklanıyor bu paket? Seçim kararının alındığı bir dönemde… Yani seçim ekonomisi bunun Türkçesi.  

Ekonomik paketle açıklanan miktarları çok fazla veya yanlış bulduğum anlaşılmasın. Emekliye, yaşlıya versin; çay ve diğer tarım ürünlerine destek versin. Çünkü bu kesimler zor durumda. Ki açıklanan miktarı tarafların yeterli bulacağını da düşünmüyorum. Çünkü adı geçen kesim geçim derdinde. Ne kadar desteklenirse yeridir. Sadece zamanlaması yanlış oldu diye düşünüyorum.

Kesenin ağzını açmada geldiği 2002'den beri hükümeti bu derece bonkör görmedim. Hatta o kadar seçim yaptı. Hiç seçim ekonomisi uygulamadı dense yeridir. Hatta her seçim öncesi seçim ekonomisine karşı olduğunu açıkladı sorumluları. Çünkü her seçim başlı başına bütçeye zaten artı bir yük getirirken bir de seçim ekonomisi uygulamak ekonomiyi felç ediyordu. Eski siyasilerin, eski Türkiye'nin seçimlere giderken başvurdukları bildik yöntemdi bu. Çoğu kimse seçim öncesi kesenin ağzının açılmasını seçmene rüşvet olarak değerlendirir.

15-16 senedir ayakları yere basan bir ekonomik program uygulayan, bütçe disiplininden ödün vermeyen bir hükümet nedense bu seçimde seçim ekonomisinde karar kıldı. Demek ki bu seçim hayat-memat meselesi olarak görüldü hükümet nezdinde. Seçim bıçak sırtında anlaşılan! Gerçi biz de her seçim ölüm-kalım şeklinde olur. Ben hiç normal seçim görmedim bu ülkede.

Kaç dönemdir seçim öncesi seçim ekonomisi uygulamayan ve bize eski Türkiye'yi unutturan bir hükümetin yeniden eski Türkiye'yi hatırlatırcasına eski yöntemlere başvurması şık olmamıştır. Özellikle yeni Türkiye parolasıyla ortaya çıkan bir siyasetin seçmene rüşveti çağrıştıran bir yola tevessül etmesi, siyasete getirdiği skalasını da düşürecektir. Yazık olmuştur ülkeye! Yeniden eski Türkiye siyasetine dönüş sinyalidir bu. Türkiye'yi geriye götüren bir bakış açısıdır. Çekmeseydiniz ölürdünüz değil mi? Keşke hükümet bedeli ne olursa olsun prensiplerinden ödün vermeseydi. Madem seçim ekonomisi uygulamaya karar verdi, keşke bu paketi seçim kararı almadan önce açıklamış olsaydı daha iyi olurdu.

Açıklanan bu ekonomik paketle hükümetin seçmene rüşvet vermeyi düşündüğünü sanmıyorum. Ama birçok kişi nezdinde bu, rüşvet olarak değerlendirilecektir. Geçmişinde lügatinde olmayan bir şeyi seçim öncesi yapmak suretiyle kendisine de bir leke getirecektir. Ayrıca seçim ekonomisi uygulamak suretiyle bir iki puan oy gelecek beklentisi varsa daha fazlasını da götürür. Çünkü vatandaş rüşvete sıcak bakmaz.

Sonuç olarak açıklanan bu paket, iyiye gitmeyen ekonomimize büyük darbe vuracaktır. Çünkü ekonomiye ağır yük getirecektir. Milletçe ceremesini yıllar yılı çekeceğiz. Hükümetin kaşıkla verdiği, izleyen aylarda bizden kepçeyle çıkacaktır. Neyse olan oldu. Bize hayırlı olsun, Allah devlete zeval vermesin demek düşer. Hoş geldin eski Türkiye! Merhaba eski siyasetimiz!

Belki Vekil Olamadım Ama...

Darı ambarında olan ve oradan hiç çıkamayan ben, vekil olmayı çok istedim ama aday adaylığına bile müracaat edemedim. Aslında müracaatı yapıp göle bir maya çalabilseydim belki bahtım açılırdı. Ama cesaret edip başvuru yapamadım. Bunda ayağımın altından kayar gider diye korktuğum kadrolu olmam en büyük handikabımdı. Normalde istifa edenler aday olamazlarsa veya aday olup seçilemezlerse eski görevine dönüyor. Ama devlet bu! Benim istifa ettiğimi gören devlet; “fırsat bu fırsat, bu vesileyle devleti şundan kurtaralım” diyerek beni göreve başlatmayabilirdi. Sonra maaş alamayacağım birkaç ay kim bana bakardı? Kim seçim çalışmamda bana destek olurdu. Çünkü kimse kaybedecek ata oynamazdı.

Geçen geçti. Vekil olamamak dünyanın sonu değil ve ben yaşamaya devam ediyorum. B planını devreye koyuyorum. Ne mi yapacağım? Kadrolu işime devam edeceğim. Bunun yanında siyasilerle özellikle vekillerle iyi geçineceğim. Onlar nerede ben orada olacağım. Onların gölgesi gibi olacağım. Onları sık sık ziyaret edeceğim, "Efendim bir emriniz var mı" diyeceğim. Yani parolam vekil olamadım ama vekile yakın olmak olacaktır. Bunu başarabildiğim takdirde bazı yüksek makamların yolu bana açılacağını düşünüyorum. Çünkü yakın olmak “yakînimdir” gibi bir şey. Ayrıca yakın olmak arada sevgi, muhabbet ortamının doğuracağını düşünüyorum. Bu vesileyle benim gibi bir değeri keşfedeceklerini ve bundan hem ben, hem de ülkemin de kazançlı çıkacağını düşünmeye başladım. Uzak olmak ırak olmak gibi bir şey! Uzakta don yağı gibi durur da beni keşfedemezlerse emaneti ehline veremedikleri için ayrıca vicdan azabı çekmelerini istemiyorum. Daha doğrusu buna hakkımın olmadığını düşünüyorum.

Başıma bir şey gelirse vekil dostlarımı devreye koyacağım. Olur mu olur! Dünya burası. Düşmez kalkmaz bir Allah’tır. Arkamda vekilin olduğunu gören hangi biri benimle uğraşır? Hatta düşman gibi bakanların bana karşı tavır ve bakışlarının değişeceğini, “Biz ettik, sen etme” diyeceklerini adım gibi biliyorum. Açılmayan kapılar açılacak. Bu ne demektir? Dertsiz bir dünya beni bekliyor demektir. Hele vekilimden bana posta koyanlara “Sen ne yaptığının farkında mısın, yerini beğenmedin galiba?” şeklinde bir telefon gelirse bana hayatı zindan eden bakalım ne yapacak?

Hâsılı vekile iltifat etmem, onları arayıp sormam, onların bir dediğini iki etmemem, yani yakın olmam, yani gözlerine girmem vekillik gibi bir şey olacak benim için. Çünkü aradaki dostluk kardeşliğe dönüşecek. Ben onun dediğini yapacağım, ayrıca her platformda onu öveceğim, o da benim istediğimi yapacak. Böylece ne şiş yansın, ne de kebap misali gül gibi geçinip gideceğiz. Zira vekillik imkânlarından yararlanan vekil dostlarım, suyunun suyu da olsa herhalde benim gibi bir dostlarına imkân hatta imkânlar sunmaktan imtina etmeyeceklerdir. Çünkü fazlasıyla hak ettiğime inanıyorum. Sonra benden iyisini mi bulacaklar?

Sonuç olarak ben bu B planımla çok ekmek yerim. Keşke siz de benim gibi bir düşünce yapısına sahip olsaydınız, bugün nerelerde olurdunuz kim bilir? Bu düşüncemi de kimseyle normalde paylaşmam. Ah şu paylaşımcılığım yok mu? Belki de hep kaybetmemin nedeni budur. Size garip gelse de bu yöntemle eninde, sonunda kedi olup bir fare tutacağım. Ben böyle olduktan sonra azmetti ve başardı diyeceksiniz, ama iş işten geçmiş olacak. Aklınız varsa siz de aynısını yapın. Daha ne diyeyim? Elinizden tutup bir vekilin yanına götürecek değilim ya!



29 Nisan 2018 Pazar

Bedelli Askerlik Niçin Şehitlerimize Saygısızlık Olsun? *


Zaman zaman bu ülkenin gündemine bedelli askerlik gelir. Genelde devletin paraya ihtiyacı olduğu zamanlarda dile getirilir. Ne zaman bedelli askerlik gündeme gelse askerliğin bedellisi olur mu? Askerlik vatandaşlık görevidir. Herkes yapmalıdır. Parası olan bastıracak parasını, askerlik yapmayacak. Yine fakir bu ülkede askerlik yapacak" tepkileri dile getirilir. Olaya hamasetle yaklaşılırsa bu tür tepki normaldir, hatta taraftar bile toplar. Ben bedelli askerlik konusuna farklı bakıyorum.

Askerlik bu ülkede vatandaşlık ödevidir, her erkek yapmakla mükelleftir. Ülkenin asker ihtiyacı erkeklerle karşılanamazsa gerekirse kadınlarımız da seve seve askerlik yapar. Devletin askere ihtiyacı varsa kimsenin parası geçmez bu durumda. Yaşı gelen herkes silahaltına alınır. Ya askere gidecek olan ihtiyaçtan fazla ise bu durumda ne yapılmalıdır? Bedelli askerlik sadece ülkenin ekonomik kriz dönemlerinde gündeme gelmesinden ziyade sistematiğe bağlanmalıdır. Zaten günümüzde devlet profesyonel orduya geçmektedir. İhtiyaç  olmadığı halde herkesi askere almak ne derece doğrudur? Bunun devlete ekonomik bir maliyeti olmaz mı? Hem maliyeti azaltmak, hem askerlik yapanların masrafını karşılamak, hem de savunma sanayimizde harcanmak üzere bedelli askerliği iyiden iyiye düşünmek gerekir.

Devlet her yıl ne kadar askere ihtiyacı varsa sayısını belirler, diğer geriye kalanların bedelli askerlikten faydalanabileceğini açıklaması lazım. Bu yöntem devleti ekonomik yönden rahatlatır. Bedelliden gelecek parayla Genel Kurmay Başkanlığı kendi yağıyla kavrulur. Çünkü bu ülkenin fiili görev kadar paraya da ihtiyacı vardır. Kiminin bedeli bedeni, kiminin bedeli parasıdır. Her iki yol da ülkeye hizmettir. Zaten dünyanın doğası, sosyal adalet sistemimiz böyle değil midir? Bedelli yapacağını bilen önünü görür, bedenen yapacağını bilen tedbirini alır. Hatta bedelli askerlik yöntemiyle bedenen görev yapanlara asgari ücretten aşağı olmayacak şekilde maaş bile bağlanabilir.

19 yaşını doldurana tercih hakkı verilmelidir. ASAL, ihtiyacı kadar kişiyi seçer, diğerlerine  bedellilik seçeneği sunar. Çoğunluğun bedelli askerliğe yönelmemesi için bedelli fiyatları yüksek tutulur. Sadece bedelli askerlik değil, kişilere bedenen askerlik yapmanın dışında başka seçenekler de sunulmalıdır. Gerekirse kişi mevcut işinde çalışmak suretiyle askerlik görevini de yapmış sayılmalıdır. Çünkü kamuda görev yapmakta iken askere gidenin yerine ücretli eleman çalıştırılmaktadır veya askerden gelinceye kadar işini ya bir başka çalışan yapmakta veya kimse yapmayıp iş aksamaktadır. Böyle yapmaktansa kişi görevini yaptığı yerde maaşsız askerlik yapabilmelidir veya geçimini sağlayacak kadar maaş almak suretiyle askerlik görevini yapmasına imkan verilmelidir.

Sonuç olarak ben bedelli askerliği asla şehitlerimize saygısızlık olarak görmediğim gibi faydalı görüyorum. Hatta elzemdir, teşvik edilmelidir. Zira ülkenin buna ihtiyacı vardır.

* 02/05/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



Gül'e Kızalım Kızmasına...

Son günlerde 11.Cumhurbaşkanının mevcut Cumhurbaşkanının karşısına cumhurbaşkanı adayı olarak çıkıp çıkmayacağı epey bir gündemde kaldı. Eski Cumhurbaşkanı'nın "Geniş katılımlı bir konsensüs oluşmadı, aday değilim" demesiyle aday olmayacağı ortaya çıktı.

Tartışma bitti mi? Hayır. Gül, dün olduğu gibi bugün de eleştiri oklarına muhatap. Vuran vurana. Herkes sonucu tartışıyor. Kimse ilk kopuşu konuşmuyor. Kimse, Gül niçin bu noktaya evrildi demiyor. Burada niyetim Gül-Erdoğan arasında şu haklı, bu haksız iddiasında değilim. Katılır veya katılmazsınız bir tespitte bulunmak istiyorum. Bunun için ilk önce olay ve gelişmelere soğukkanlı bakmak, taraf gözlüğünü bir kenara bırakmak gerekir. Çünkü olan oldu. Konuşmamız gereken arkaya yaslanıp niçin böyle oldu sorusuna cevap bulmaktır.

Erdoğan-Gül arasındaki kardeşlik hukuku niçin bitti? Bence ilk bitiş noktası Gül'ün görev süresi biterken Erdoğan'ın "Ben adayım" dedikten sonra gazeteciler Gül'e, "Efendim görev süreniz bitiyor, yeniden aday değilsiniz, bundan sonra ne yapacaksınız" şeklinde bir soru sormuş Gül de "Benim bir partim var, partime gideceğim" demişti. Gül'ün görev süresinin bitimine ramak kala yangından mal kaçıırırcasına hafta için Davutoğlu'nın genel başka seçilmesidir. İlk kırılma noktası budur. Gül, bu durumu kaldıramamıştır. Yerine genel başkan seçilen ve başbakan olan Davutoğlu'nu göklere çıkardık. Erdoğan istifasını isteyince Davutoğlu'nu da düşman bilmeye başladık. Yine Erdoğan, "Ben böyle cumhurbaşkanı olmayacağım" diyerek 7 yıl koltuğu teslim ettiği kişiye "Sen bu işi yapamadın" diyerek eleştirmiştir. Gül ile ilgili her platformda "Erdoğan olmasaydı bir hiçti, onun sayesinde başbakan ve cumhurbaşkanı oldu" başa kakmaları Gül'ü derinden yaralamıştır. 

Gül; kırılmıştır, incinmiştir, yaralanmıştır. Kabuğuna çekilip kendi kendini tamir edeceği, bu durumu atlatacağı yerde kimse onu rahat bırakmadı. Erdoğan'ı savunanlar Gül'e saldırdıkça Erdoğan'ın sessiz kalması yine Gül'ü kırmıştır. Biz tu kaka yaptıkça karşı cephe, Gül'e kucak açtı. 

Gül sustu; susuyor dedik. Konuştu; konuşuyor dedik. Davet edilen yere gitmediyse gitmedi dedik. İşin garibi gelmeyene kızarken gelene de kızdık. Örnek mi istersiniz? Gül ile birlikte hareket eden Bülent Arınç, AK Partinin davetlerine icabet edince "Bunun ne işi var burada" dedik. 15 Temmuz darbesinde darbecilere karşı koyanların sorumlu tutulmamasıyla ilgili çıkarılan KHK için Gül'ün "Yerinde bir kanun, fakat kanunun şurası ileride kötüye kullanılabilir, arkadaşlar bunu düzeltecektir" açıklamasına tahammül edemedik, dışarıda yaptığı bu açıklamaya rıza göstermedik. Trenden indirdik, inen bir daha binemez dedik.

Örnekleri çoğaltabiliriz. Sonunda incinmiş, kırılmış bir Gül, etrafın dolduruşuyla cumhurbaşkanlığına aday olmak için göz kırpmaya başladı. Geniş bir destek göremeyince adaylıktan vazgeçti. Anlatmak istediğim Gül, incinmişlik, kırılmışlık ve  dışlanmışlık sendromunu atlatamadı. Biz vurdukça o, savruldu.

Her şeye rağmen Gül, geçmiş hukuk hatırına adaylıkta isminin anılmasına asla izin vermemesi, Erdoğan'ın karşısına çıkmayı düşünmemesi gerekirdi. İncinmişlik ve kırılmışlığın ne olduğunu bilmeyen, yani eşekten düşmeyen bu durumu bilemez. Bu, öyle bir durum ki insana sağlıklı karar vermesinin önüne geçer. Bu, hastalık derecesinde bir sendromdur. Tedavisi, telafisi zordur. Bu durumda Erdoğan ve onu savunan büyük bir kesime düşen kardeşlerin arasının açılmaması ve tarafların yıpratılmaması için sessiz kalmak veya haklarında hüsnü niyet beslemek ve işi zamana bırakmaktı. Çünkü zaman her şeyin ilacıydı. Ama yapmadık, yapamadık. Tarafgirlik hoşumuza gitti. Yıprattık insanımızı. Halbuki Erdoğan'ın başına -Allah göstermesin- bir şey gelirse partiyi toplayacak olan Gül idi. Maalesef onu da bitirdik. İmtihanı kaybettik, kardeşlik hukukunu çiğnedik. Gül iyi bir sınav vermedi. Tamam ona kızalım. Ama onun bu şekilde savrulmasında bizim de payımız büyüktü.

Şimdi soralım kendimize... Erdoğan-Gül kırgınlığının kime faydası oldu? Bunu kim kazandı? Kim yara aldı? Kazanan biz olmadık, bunu biliyorum ve karşı cephe kazandı. Aynı amaca giden yolda bize düşen kenetlenmek olmalı. Adam eksiltme lüksümüz yoktur. Unutmayalım ki karşı cephe bizden adam kopararak bir gedik açıyor. Çatlatılmaz denen dostları bir bir koparıyor bizden. Geriye bir bakalım, kaç insanımızı yolda eksilttik. 29/04/2018

28 Nisan 2018 Cumartesi

İsmiyle Müsemma Üniversiteleri Bölmek *

Son günlerde çokça yaptığımız siyasi tartışmaların yanında bir tartışma konusu daha gündemimizde idi: Bazı üniversitelerin bölünmesi. Bazı yerlerde tepkiler olsa da başta köklü üniversiteler olmak üzere bazı üniversiteleri ikiye bölen tasarı Meclis'ten geçerek yasalaştı. Böyle 20 yeni üniversitemiz daha oldu.

Üniversiteler niçin bölünür, bundan maksat ne, içeriğini bilmiyorum. Kanun koyucu mutlaka bölünme gerekçesinde niçin bölünmesi gerektiğini bir güzel açıklamıştır. Bölünme bir ihtiyaç ve gerekçeler haklı nedenlere dayandırılmış olabilir. Gelen tepkilere bakılırsa üniversitede okuyanlar ve akademisyenler gerekçelerin mantığını kavramamış görünüyorlar. Yani paydaşlar ikna edilememiş. Yapılan tasarruf doğru bile olsa ikna edilemeyen doğru, doğru değildir. Umarım bölünme sadece bina ve bölümlerin ayrılmasından ibaret kalır.

Üniversitelerin bölünmesinden amaç, bölümleriyle devasa bir görünüme kavuşan üniversiteyi bölmek suretiyle daha kolay yönetilebilir kılmak olsa gerek. Farz edelim ki bu gerekçe doğru. Pekiyi adama sormazlar mı madem yönetim zaafı olacaktı o zaman ne diye üniversitenin bu kadar büyümesine izin verildi veya başka bir yere başka bir ad altında yeni bir üniversite kurulmadı zamanında? Sonra her büyüyeni daha sonra hep böyle ikiye mi böleceğiz? Plansızlığımızı göstermiyor mu bu? Ya da bölünce üniversitelere kalite mi gelecek? Daha önce ikiye bölünen üniversitelerde ben bir sıçrama görmedim. Gördüğüm tek şey bölünmenin yıllarca sürmesidir. Ayrıca bölünen üniversite bazı kişilere istihdam kapısı olmak, bazı akademisyenlerin unvan yönünden daha çabuk yükselmesinden başka bir işe de yaramıyor. Üstelik doğru dürüst yeni bölüm de açılmıyor. Tek yaptıkları, bölündüğü üniversitedeki aynı bölümü diğer ikizinde de açmak. Yani işin kolayına kaçmak var burada. Çünkü başka bir ilden akademisyen getirmek zor! Keşke bölünen üniversite, o ilde bulunmayan yeni bölümleri uhdesine katmış olsa…

Bir üniversiteyi ben böldüm demekle olmuyor. Çünkü o üniversite o ismiyle öğrencisi, öğretim görevlisi nezdinde bir anlam ifade ediyor. Yeni ismi ne olursa olsun kolay kolay kabullenilmeyecektir. Üniversite ismini değiştirmek kişinin adını belli bir yaştan sonra değiştirmek gibi bir şey. Halbuki isimlerin kişiler için ayrı bir anlamı vardır. En azından ismiyle müsemma olmuş oluyor. Özellikle ismiyle müsemma olan üniversiteleri bölmek kurum kültürüne bir katkı sağlamaz.

Her şeyden geçtim, seçime giderken, bu seçim hayat-memat kabul edilirken, bir oy bir oy denerek ittifaklara imkan verilmişken tepki olacağı biline biline niçin seçime ramak kala üniversite bölme yoluna gidilir? Bu işler çok mu elzemdi? Seçim sonrası yapılamaz mıydı? İşin mutfağında olan akademisyen ve öğrenci temsilcilerine zamanında bölünmenin mantığı anlatılarak onlar ikna edilme yoluna gidilemez miydi? Benim bildiğim hiçbir hükümet seçime giderken vatandaşın ileride hayrına da olsa kolay kolay radikal kararlar almaz. Seçim kararı alınan bir ortamda üniversitelerin bölünmesi kararı bana manidar gelmiştir.

Bölmekten maksat yeni üniversite kazandırmak ise normalinden fazla üniversitemiz var. Çoğu üniversitelerin bazı bölümleri kontenjanını dolduramıyor bile. Bence üniversite sayısını artırmaktan ziyade mevcutların kalitesini artırmak için keşke bir çalışma yapılsaydı…

* 30/04/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



27 Nisan 2018 Cuma

Kendimizi Nasıl Sevdirmişsek Nefret Ettirmesini de Biliriz


Biz buraya tırnaklarımızla kazıyarak geldik. Çünkü kapı kapı dolaştık, uçsuz-bucaksız yerlere gittik: Kendimizi, fikrimizi, yapacaklarımızı anlattık. Millet "Nasıl yapacaksınız" diyerek tereddüt gösterdi. Biz yine yılmadık, karamsar olmadık; inandığımız doğruları anlatmaya devam ettik. 

Vatandaş, "Şunları bir deneyelim" diyerek önce belediyelerin anahtarını verdi. Baktı ki yapıyorlar, sonra ülkeyi emanet etti. Çünkü söz ve fiil uyum içerisindeydi. Hizmeti gördükçe daha önce soğuk bakanlar da şemsiyenin altına girdi. Hemen hemen her kesimin sevgi ve sempatisini kazandı. Çünkü görmediği hizmeti gördü millet. Aynı zamanda her kesimi kucakladık. Hizmet ve kucaklamayın sonucunda vatandaş emaneti ardı arkasına verdi.

İğne ile kuyu kazarak geldiğimiz zirveden kimse indiremiyordu bizi. Çünkü hem çalışıyor, hem insana değer veriyor, hem de aynı davaya gönül vermiş kişilerin birlikteliğinde güzel bir ekip ruhu vardı. Birlikten neler doğmazdı ki! Yeter ki inanılsın, yeter ki azmedilsin, yeter ki ekip ruhu devam etsin.

Ne zaman ki ülkede FETÖ olayı vuku buldu, dengemizi kaybettik. Çünkü bir ihanet şebekesiyle karşı karşıyaydık. Verilmiş sadakamız varmış ki atlattık. Yine zirvedeyiz ama sağduyulu olamaz olduk, basiretli davranamıyoruz. Çünkü ihanet sendromu yaşamaya başladık, teyakkuz halindeyiz hep. Herkese şüpheyle bakar olduk. Devleti yeniden yapılandırdık. Can havliyle suçlu avına çıktık. Suçluyla mücadele ederken zaman zaman at izini, it izine karıştırdık; yeni mağdurlar oluşturduk. 

Tırnaklarla kazıyarak geldiğimiz zirve yerinde duruyor durmasına. Ama altımızdan kaymaya başladı. Zirveyi kaybetmemek için manevra üstüne manevra yapıyoruz ama gemi su almaya başladı. Eski soğukkanlılığımız gitti; kızıyoruz, kırıyoruz, küstürüyoruz, dışlıyoruz. Dün insan kazanmak, halka hizmeti Hakk'a hizmet etmek olarak görürken bugün adam eksiltiyoruz. Etrafımızı kalın duvarla örmüş menfaat şebekesinin ötesini göremez olduk. Dün kazandıklarımızı yolda bulduklarımızla değiştirmeye başladık, ekip ruhunu kaybettik, farklı düşünen herkesi düşman belledik, nankör olarak gördük. FETÖ sendromu üzerimize çöktü kaldı. FETÖ ile mücadele ediyoruz diyerek kamuya atamalarda, idareci atamalarda, öğretmen alımlarında sözlü mülakat denilen ucube bir şeyi icat ettik; üç katı adam çağırıp iki katını eleyip bir katını memnun ediyoruz, güvenlik soruşturması yaparız diye atanacak kişiler ayları, yılları bulan bir süre bekletiliyor, acaba bir şeyler bulabilir miyiz? Bir FETÖ izine rastlar mıyız diye kılı kırk yararcasına insanımızı araştırıyoruz. Eğer bir iz yakalayabilirse komisyonlarımız cenneti kazanmış gibi seviniyor. Mücadele adına objektif kriterleri sümen altı edince “yakinimdir” referansları geçer akçe oldu. Belli bir kesimi sevindirirken binlerce kişiyi üzer oldu icraatlarımız.

Ne yapmak istiyoruz? Dün kazandığımız insanları bugün küstürerek nereye varmak istiyoruz? Zamanında biz kazandık, her şey bizim emeğimiz; aynı zamanda kaybetmesini de biliriz, kime ne mi demek istiyoruz? Eğer böyle bir düşüncemiz var ise bu düşünce sağlıklı bir bakış açısı değil. Zirveye çıkmak zor! Ama daha zoru zirvede kalmaktır. Çünkü insan zirvedeyken kaybetmeye başladığını bilemez, anlayamaz. Ne zaman ki anlar; o zaman koltuk altından bir daha gelmemek üzere gitmiştir.

Bir zamanlar bizimle beraber olan feraset, basiret…neredesin?

Vekil Aday Adayı Olabilseydim Kesin Aday Olurdum

—Hoş geldiniz!
—Estağfurullah efendim!
—Hoş geldiniz dedim.
—Teveccühünüz efendim!
—Partimize aday adaylığı müracaatınız olmuş. 
—Evet efendim!
—Vekil seçilirsen yükümlülüklerini yerine getirebilecek misin?
—Elbette efendim, bunun için buradayım.
—Neler yapabilirsin?
—Benim ne haddime efendim bir şey yapmak. Siz ne görev verirseniz ben onu yapacağım. 
—Yani?
—Partinizin bir neferi olacağım. 
—Mesela?
—Ölümüne sizi savunacağım, gözüne girmek için elimden geleni yapacağım. 
—Senin hiç prensibin yok mu?
—Var efendim, olmaz olur mu?
—Nedir?
—Tek prensibim var; Emrettiğiniz her şeyi yapmak. 
—İçine sinmeyen her şeyi yapar mısın?
—Ne demek efendim! Zatı alilerinizin emri demiri keser. Sizin emriniz yanında içimin lafımı olur? Emrini kabul etmeyecek içime tükürürüm ben. Olur mu öyle şey? Parti disiplini denen bir şey var. Sonra ben partinize gönül vermiş biriyim. Sizi idolum kabul ediyorum aynı zamanda.
—Mesela öl desem ölür müsün?
—Hem de gözümü kırpmadan...Benim naciz vücudum şahsınız yanında bir hiçtir.
—Birkaç bariz örnek ver, bizim için neler yapabilirsin? 
—Meclis'te sabahla de, sabahlarım; bir başka partiye geç de, gözümü kırpmadan geçerim; git de gider, otur de oturur, ayakta dur de dururum; tek ayak üzerinde dur de seve seve yaparım. Ben parti disiplinine uyarım.
—Seninki parti disiplininden de öte bana itaata benziyor. Ama hoşuma gitmedin değil. Sevdim seni. Zira demokrasiye katkı sağlayacaktır senin bu yapacakların. Sınavı geçtin, hayırlı olsun! 
—Çok çok teşekkür ediyorum efendim, benden hiç mahcup olmayacaksınız, verin o mübarek elinizi öpeyim.