Ana içeriğe atla

Bedelli Askerlik Niçin Şehitlerimize Saygısızlık Olsun? *


Zaman zaman bu ülkenin gündemine bedelli askerlik gelir. Genelde devletin paraya ihtiyacı olduğu zamanlarda dile getirilir. Ne zaman bedelli askerlik gündeme gelse askerliğin bedellisi olur mu? Askerlik vatandaşlık görevidir. Herkes yapmalıdır. Parası olan bastıracak parasını, askerlik yapmayacak. Yine fakir bu ülkede askerlik yapacak" tepkileri dile getirilir. Olaya hamasetle yaklaşılırsa bu tür tepki normaldir, hatta taraftar bile toplar. Ben bedelli askerlik konusuna farklı bakıyorum.

Askerlik bu ülkede vatandaşlık ödevidir, her erkek yapmakla mükelleftir. Ülkenin asker ihtiyacı erkeklerle karşılanamazsa gerekirse kadınlarımız da seve seve askerlik yapar. Devletin askere ihtiyacı varsa kimsenin parası geçmez bu durumda. Yaşı gelen herkes silahaltına alınır. Ya askere gidecek olan ihtiyaçtan fazla ise bu durumda ne yapılmalıdır? Bedelli askerlik sadece ülkenin ekonomik kriz dönemlerinde gündeme gelmesinden ziyade sistematiğe bağlanmalıdır. Zaten günümüzde devlet profesyonel orduya geçmektedir. İhtiyaç  olmadığı halde herkesi askere almak ne derece doğrudur? Bunun devlete ekonomik bir maliyeti olmaz mı? Hem maliyeti azaltmak, hem askerlik yapanların masrafını karşılamak, hem de savunma sanayimizde harcanmak üzere bedelli askerliği iyiden iyiye düşünmek gerekir.

Devlet her yıl ne kadar askere ihtiyacı varsa sayısını belirler, diğer geriye kalanların bedelli askerlikten faydalanabileceğini açıklaması lazım. Bu yöntem devleti ekonomik yönden rahatlatır. Bedelliden gelecek parayla Genel Kurmay Başkanlığı kendi yağıyla kavrulur. Çünkü bu ülkenin fiili görev kadar paraya da ihtiyacı vardır. Kiminin bedeli bedeni, kiminin bedeli parasıdır. Her iki yol da ülkeye hizmettir. Zaten dünyanın doğası, sosyal adalet sistemimiz böyle değil midir? Bedelli yapacağını bilen önünü görür, bedenen yapacağını bilen tedbirini alır. Hatta bedelli askerlik yöntemiyle bedenen görev yapanlara asgari ücretten aşağı olmayacak şekilde maaş bile bağlanabilir.

19 yaşını doldurana tercih hakkı verilmelidir. ASAL, ihtiyacı kadar kişiyi seçer, diğerlerine  bedellilik seçeneği sunar. Çoğunluğun bedelli askerliğe yönelmemesi için bedelli fiyatları yüksek tutulur. Sadece bedelli askerlik değil, kişilere bedenen askerlik yapmanın dışında başka seçenekler de sunulmalıdır. Gerekirse kişi mevcut işinde çalışmak suretiyle askerlik görevini de yapmış sayılmalıdır. Çünkü kamuda görev yapmakta iken askere gidenin yerine ücretli eleman çalıştırılmaktadır veya askerden gelinceye kadar işini ya bir başka çalışan yapmakta veya kimse yapmayıp iş aksamaktadır. Böyle yapmaktansa kişi görevini yaptığı yerde maaşsız askerlik yapabilmelidir veya geçimini sağlayacak kadar maaş almak suretiyle askerlik görevini yapmasına imkan verilmelidir.

Sonuç olarak ben bedelli askerliği asla şehitlerimize saygısızlık olarak görmediğim gibi faydalı görüyorum. Hatta elzemdir, teşvik edilmelidir. Zira ülkenin buna ihtiyacı vardır.

* 02/05/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde