Ana içeriğe atla

Gül'e Kızalım Kızmasına...

Son günlerde 11.Cumhurbaşkanının mevcut Cumhurbaşkanının karşısına cumhurbaşkanı adayı olarak çıkıp çıkmayacağı epey bir gündemde kaldı. Eski Cumhurbaşkanı'nın "Geniş katılımlı bir konsensüs oluşmadı, aday değilim" demesiyle aday olmayacağı ortaya çıktı.

Tartışma bitti mi? Hayır. Gül, dün olduğu gibi bugün de eleştiri oklarına muhatap. Vuran vurana. Herkes sonucu tartışıyor. Kimse ilk kopuşu konuşmuyor. Kimse, Gül niçin bu noktaya evrildi demiyor. Burada niyetim Gül-Erdoğan arasında şu haklı, bu haksız iddiasında değilim. Katılır veya katılmazsınız bir tespitte bulunmak istiyorum. Bunun için ilk önce olay ve gelişmelere soğukkanlı bakmak, taraf gözlüğünü bir kenara bırakmak gerekir. Çünkü olan oldu. Konuşmamız gereken arkaya yaslanıp niçin böyle oldu sorusuna cevap bulmaktır.

Erdoğan-Gül arasındaki kardeşlik hukuku niçin bitti? Bence ilk bitiş noktası Gül'ün görev süresi biterken Erdoğan'ın "Ben adayım" dedikten sonra gazeteciler Gül'e, "Efendim görev süreniz bitiyor, yeniden aday değilsiniz, bundan sonra ne yapacaksınız" şeklinde bir soru sormuş Gül de "Benim bir partim var, partime gideceğim" demişti. Gül'ün görev süresinin bitimine ramak kala yangından mal kaçıırırcasına hafta için Davutoğlu'nın genel başka seçilmesidir. İlk kırılma noktası budur. Gül, bu durumu kaldıramamıştır. Yerine genel başkan seçilen ve başbakan olan Davutoğlu'nu göklere çıkardık. Erdoğan istifasını isteyince Davutoğlu'nu da düşman bilmeye başladık. Yine Erdoğan, "Ben böyle cumhurbaşkanı olmayacağım" diyerek 7 yıl koltuğu teslim ettiği kişiye "Sen bu işi yapamadın" diyerek eleştirmiştir. Gül ile ilgili her platformda "Erdoğan olmasaydı bir hiçti, onun sayesinde başbakan ve cumhurbaşkanı oldu" başa kakmaları Gül'ü derinden yaralamıştır. 

Gül; kırılmıştır, incinmiştir, yaralanmıştır. Kabuğuna çekilip kendi kendini tamir edeceği, bu durumu atlatacağı yerde kimse onu rahat bırakmadı. Erdoğan'ı savunanlar Gül'e saldırdıkça Erdoğan'ın sessiz kalması yine Gül'ü kırmıştır. Biz tu kaka yaptıkça karşı cephe, Gül'e kucak açtı. 

Gül sustu; susuyor dedik. Konuştu; konuşuyor dedik. Davet edilen yere gitmediyse gitmedi dedik. İşin garibi gelmeyene kızarken gelene de kızdık. Örnek mi istersiniz? Gül ile birlikte hareket eden Bülent Arınç, AK Partinin davetlerine icabet edince "Bunun ne işi var burada" dedik. 15 Temmuz darbesinde darbecilere karşı koyanların sorumlu tutulmamasıyla ilgili çıkarılan KHK için Gül'ün "Yerinde bir kanun, fakat kanunun şurası ileride kötüye kullanılabilir, arkadaşlar bunu düzeltecektir" açıklamasına tahammül edemedik, dışarıda yaptığı bu açıklamaya rıza göstermedik. Trenden indirdik, inen bir daha binemez dedik.

Örnekleri çoğaltabiliriz. Sonunda incinmiş, kırılmış bir Gül, etrafın dolduruşuyla cumhurbaşkanlığına aday olmak için göz kırpmaya başladı. Geniş bir destek göremeyince adaylıktan vazgeçti. Anlatmak istediğim Gül, incinmişlik, kırılmışlık ve  dışlanmışlık sendromunu atlatamadı. Biz vurdukça o, savruldu.

Her şeye rağmen Gül, geçmiş hukuk hatırına adaylıkta isminin anılmasına asla izin vermemesi, Erdoğan'ın karşısına çıkmayı düşünmemesi gerekirdi. İncinmişlik ve kırılmışlığın ne olduğunu bilmeyen, yani eşekten düşmeyen bu durumu bilemez. Bu, öyle bir durum ki insana sağlıklı karar vermesinin önüne geçer. Bu, hastalık derecesinde bir sendromdur. Tedavisi, telafisi zordur. Bu durumda Erdoğan ve onu savunan büyük bir kesime düşen kardeşlerin arasının açılmaması ve tarafların yıpratılmaması için sessiz kalmak veya haklarında hüsnü niyet beslemek ve işi zamana bırakmaktı. Çünkü zaman her şeyin ilacıydı. Ama yapmadık, yapamadık. Tarafgirlik hoşumuza gitti. Yıprattık insanımızı. Halbuki Erdoğan'ın başına -Allah göstermesin- bir şey gelirse partiyi toplayacak olan Gül idi. Maalesef onu da bitirdik. İmtihanı kaybettik, kardeşlik hukukunu çiğnedik. Gül iyi bir sınav vermedi. Tamam ona kızalım. Ama onun bu şekilde savrulmasında bizim de payımız büyüktü.

Şimdi soralım kendimize... Erdoğan-Gül kırgınlığının kime faydası oldu? Bunu kim kazandı? Kim yara aldı? Kazanan biz olmadık, bunu biliyorum ve karşı cephe kazandı. Aynı amaca giden yolda bize düşen kenetlenmek olmalı. Adam eksiltme lüksümüz yoktur. Unutmayalım ki karşı cephe bizden adam kopararak bir gedik açıyor. Çatlatılmaz denen dostları bir bir koparıyor bizden. Geriye bir bakalım, kaç insanımızı yolda eksilttik. 29/04/2018

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde