27 Nisan 2018 Cuma

Tamircide Beklerken *


Arabanın debriyaj balatasını değiştirmek için bir dostumun referansıyla bir tamirciye gittim. Arabayı ustaya teslim ettim. İstedikleri parçayı yedek parçacıdan alıp geldikten sonra kah içeride, kah kapı ağzında bazen oturdum, bazen adımladım. Bir taraftan ikram ettikleri çayı yudumlarken beklemekten sıkıldım. Kendimi yazmaya verdim. Bir taraftan yazarken, bir taraftan da bitti mi diye başımı kaldırıp arabama göz gezdirdim. Dur durak bilmeden 2, bazen 3 kişi çalıştı durdu. Bazen arabayı kaldırıp altına geçtiler, bazen önüne, bazen de yanında iş yaparlarken gördüm. Kimi zaman da şoför mahalline girdiler. Arabanın içine geçtikleri zaman  kirlenmesin diye koltuğun üzerine naylondan bir ambalaj serdiler.

Kalfa işini bitirdikten sonra ustası, "Yağına, suyuna, bir de fren balatalarına bakalım" dedi. Ön fren balatalarını da değiştirelim dediler. İstedikleri malzemeyi alıp kendilerine teslim ettim. Tamir işi bittikten sonra usta arabaya bindi, beni de yanına aldı. Birlikte turlayıp geldik. Eksik gördüğü yerleri düzeltti. Borcum ne kadar dedim. "Konuştuğumuz gibi 200 lira" dedi. İlave olarak fren balatalarını değiştirdiniz dedim. "Zaten açmıştık, ilave borcunuz yok" dedi. Kartvizitlerini istedim, teşekkür ederek ayrıldım.

Üç saate yakın 3 kişi birden uğraştı, didindi. Elleri-yüzleri, elbiseleri battı. Terlemişlerdir aynı zamanda. Ben beklerken yoruldum, onlar çalışmaktan bıkıp usanmadılar. Aldıkları el emeği 200 lira sadece. Karşılığında arabamı dirilttiler, hafiflettiler, rahatlattılar. Ustalıklarını, nezaketlerini, çalışmalarını, iş ahlâklarını beğendim ve takdir ettim. Onca uğraş ve didinmenin ardından aldıkları para sonuna kadar helal dedim. Kimse bu paraya bu işi yapmaz dedim kendi kendime. Helal olsun elinin emeğini yiyenlere! 

Çalışan usta, kalfa ve çırağın yüz hatlarına baktım. Karamsar, bitkin bir yüz görmedim. İşlerini severek yapıyorlar. İşin başında “İşleriniz nasıl” dediğimde bugünlerde biraz durgun, ama genelde iyi, halimize şükür!” dediler.

Gördüğümüz-göreceğimiz son nesil belki bu tamirciler. Arkasından gelmiyor. Çünkü herkes okuyor. Okuyan adımını atmıyor/atamıyor bu muhite. Ancak arabasını tamir için geliyor genci-ihtiyarı şimdilik. Biz gerekli-gereksiz diploma vererek diplomalı cahiller yetiştireduralım, arkadan çırak-kalfa-usta gelmeyince araçlarımızı tamir eden de kalmayacak böyle giderse. Aracımız arızalanınca parçasını tamir etmeden ya değiştireceğiz, ya yenisini alarak aracımızı hurdaya çıkaracağız, ya da yurtdışından tamirci ithal edeceğiz. Görünen köy bu!

* 03/11/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


26 Nisan 2018 Perşembe

Son Köprülü Başkanlığa Veda Etti

Üç dönemdir yaptığı belediye başkanlığını milletvekili olmak için koltuğunu bırakan başkanı, ili asla unutmayacak. Nasıl unutsun ki? Yapılan hizmet unutulur mu?

14 yıla neler sığdırmadı neler? Anlatmakla bitmez. 90 sayısını aşan köprülü kavşaklarıyla Osmanlı'da görev yapan sadrazam Köprülülerin günümüzdeki temsilcisiydi. Bakmayın siz soyadının Köprülü olmadığına. Hele yaptığı köprülerin altına koydurduğu çiçekler, güller her geçişinde insana Lale Devri'ni hatırlattı. Tarihe saygı dedikleri, insanı tarihiyle buluşturma dedikleri bu olsa gerek.

Yaptığı say say bitmeyen köprüler, trafiği çok rahatlatmadı ama olsun: İş, iştir. İşe o kadar aşıktı ki ihtiyaç olmayan yerlere bile hizmet götürdü. Doğru-dürüst binenin olmadığı bir mevkiye hafif raylı sistem götürerek emsallerine fark attı. Eseri, çok yolcusu olmasa da devam ediyor. Caddeyi bozmuş, diğer trafiği felç etmiş, önemli değildir. Zira iş, iştir.

İşi o kadar çoktu ki halkın karşısına seçimden seçime çıkardı. Kendisiyle görüşmek için araya milletvekilini koymak gerekiyordu. Çünkü çalışıyordu. Kimseye boşa harcayacak zamanı yoktu onun.

14 yıl gibi kısa bir zaman dilimi içerisinde sadece köprüler yapmadı tabi. Parklar, bahçeler yaptı, durmadan kaldırım taşlarını yeniledi, belediyeye ait wc'leri vatandaşın hizmetine ücretsiz olarak sundu. Ramazan ayı geldiği zaman teravihe gitmeyenleri eğlendirmek için getirdiği sanatçılar vasıtasıyla atasına rahmet okuttu. Ramazan ayında işsizlikten sinek avlayan, meteliğe kurşun atan sanatçılara iş vererek onların boş boş oturmasının önüne geçti. Yapacaktı elbet! Başkan dediğin sadece bir kesimin değil herkesin başkanıdır. Sanatçıyı da besleyecekti, namazda gözü olmayanları da eğlendirecekti. 

Yaptığı onca hizmetin karşılığında belediyeler arasında hizmet sıralamasında 9. oldu. Hizmete doymayan başkan en borçlu 4. belediye olarak tarihe geçti. Tarihe geçmenin bir bedeli olacaktı elbette. Borçtan korkanın boynu kırılsın. Borçlanmayıp da ne yapacaktı. Hem hizmet bekleyip hem de borçsuz belediye beklemek...olacak şey değil. 

Borçları biraz hafifletmek için suya dokundu, su fiyatlarını aylık otomatiğe bağladı. Sudan gelecek paralarla borçları döndürebilir yapmak ve yeni köprüler yaparak kendi rekorunu egale edecek iken Ankara keşfetti onu. Vekil olması için bastırdı. Koltuğu bırakmasına daha bir yıl varken koltuk sevdalısı olmadığını da göstererek şimdi de tüm ülkeye hizmet etmek için bastı istifayı. Bıraktığı borcu biri öderdi nasılsa. Ayrıca devlette devamlılık esastı.

İlini doyurduğu hizmetin daha fazlasını yapabilmek için vekillik yapacak bundan sonra. Türkiye de onun hizmetlerine doyacak. Yerine başkan seçilen umarım onun bıraktığı köprülü kavşaklarını devam ettirir ve adını ölümsüzleştirmek için yaptığı köprülerden birine adını verir. Yolcusu olmayan ek hafif raylı sistemin İstiklal'deki tren gibi bomboş gidip gelmesine imkan verir. 


Vekillik Serüvenim *

Malumunuz vekil olmak isteyenlerin istifasının son günüydü perşembe günü. Hummalı bir koşuşturma vardı çoğu kimsede. Belki de tatlı telaştı adı. Herhangi bir partinin partilisinden, "Sizi partimizde vekil aday adayı olarak görmek istiyoruz" şeklinde bir telefon bekledim. Beklediğim telefon bir türlü gelmediği gibi telefonum o gün hiç çalmadı. Hâsılı vekil olma beklentim başlamadan bitti. Hâlbuki kendi kendime ne güzel gelin-güvey olmuştum:

* Vekil adayı olamasam bile bir yerde beni tanıtırlarken "X partisinin aday adayı idi. Ama olmadı" şeklinde tanıtılacaktım.
*Vekil adayı olamasam bile partimin beni daha üst bir mevkide değerlendirmesini bekleyecektim.
* Aday olup vekil seçildikten, mazbatamı aldıktan ve yemin ettikten sonra tanıdık, dost ve ahbabımın telefonlarına cevap vermeyecektim. Onlarla bir vesileyle karşılaştığımda "Telefonlarımıza da cevap vermiyorsun artık" şeklinde densiz bir suçlamayla karşı karşıya kaldığımda "Efendim, aramaz olur muyum? Gönlüm hep sizinledir. Ama ne edersiniz ki toplantı ve komisyonlardan başımızı alamıyoruz. Durmadan koşturup hizmet ediyoruz. Sizinle bir sonraki seçim dönemi görüşecek şekilde planlama yapmıştım." şeklinde geçiştirecektim.
*Partim ne görev verirse onu yapacaktım: "Otur" dese oturacak; "kalk” dese kalkacak; “koş" dese koşacaktım. Liderim bana, "Hiçbir iş yapmadın, bari giderayak falan partiye gir" deseydi demokrasi ve partim adına bunu da yapacaktım.
* Salı, çarşamba, Perşembe günleri Meclis çalışmasından sonra seçim bölgeme gidip protokol takılacak; valiye, kaymakama emirler verecektim.
* Çoluk-çocuğumun geleceğini kurtaracaktım. Kendim de süper emekli olacak, paraya paraya demeyecektim.

Gördüğünüz gibi seçilmenin her türlüsünü istedim, hem de çok istedim. Ama olmadı bir türlü. Bir de "Bir şeyi çok istersen o olur" derler. Gördüğünüz gibi olmadı.

Umudumu yitirdim mi? Hayır. Bu ülkede kısa aralıklarla seçimler yapıldıkça, bende bu seçilme arzu ve isteği oldukça her seçim öncesi kendimi darı ambarında görmeye devam edeceğim.

Hayat benim için devam edecek her halükarda. Zira anamdan vekil olarak dünyaya gelmedim. Mevcut görevim olan eğitimciliğe devam edeceğim. Makam, mevki ve şöhret olmak istememin dışında vekil olmak istememin amacı, eğitimin benim elimden kurtulmasıydı. Belki de günümüz eğitim ve öğretimimizin en büyük müsebbibi bendim. Şayet vekil olsaydım belki eğitimimiz düze çıkacaktı.

Vekillik teklifi gelmeyince üzerimdeki "Vekil ol, vekil ol" baskısının vücudumdaki kas ağrısından kaynaklandığını acıyarak da olsa tespit etmiş oldum.

Kamuoyuna saygıyla duyurulur.

* 28/04/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


25 Nisan 2018 Çarşamba

Filistinli Doktor Muhammed

Annemin gözündeki bir rahatsızlığı dolayısıyla tıp fakültesine muayene için gittim. Muhammed isimli uzmanlığını almış bir doktor bir güzel muayene etti annemi. Ne kızdı, ne bağırdı. Yapılması gereken her şeyi, gerekli açıklamalarıyla birlikte fazlasıyla yaptı. Az sonra muayenehaneye gelen hocasına yazdıklarını ve teşhisini gösterdi. Ardından sırada ve odalarda bekleyen hastaları büyük bir soğukkanlılıkla muayene etti. Bir oraya, bir buraya gitti, yorulmak nedir bilmedi. 

Muayeneden sonra çıktık. İstenen bir filmi birkaç gün sonra retina bölümünden çektirdikten sonra bir ay sonra kontrole geldiğimiz zaman bakacağı filmi göstermek için yanına uğradım. Yine durmadan ayakta muayene yapıyordu. Kendisiyle konuşmak istedim. "Biraz sonra" dedi. Sonra bekleyen bir başka hastayı muayene etmeye yöneldi. O esnada bekleyen biri bana, "Doktor, Filistinli" dedi. Muhammed Beyin Filistinli olduğunu öğrendikten sonra onu gözlemlemeye başladım. Önündeki hasta bir Suriyeli idi ve onunla Arapça konuşuyordu. Anlaşılan hasta Türkçe bilmiyordu. Kendisine gıpta ettim. Çünkü bizi muayene ederken onun bir yabancı olduğu izlenimi edinmemiştim. Zira Türkçeyi güzelce konuşuyor, aksamı kendisini ele vermiyordu. İki adam gibi görmeye başladım kendisini. Çünkü bir dil bilen bir insan, iki dil bilen iki insandı benim gözümde.

Kim bilir bu doktor, evinden kaç şehit vermiştir. Kalan Filistinliler ile birlikte ne acılar çekmiş, doğru dürüst hastane ve doktor görmemiştir. Azmetmiştir doktor olup kendi insanını muayene edeceğine. Acısını, derdini içine gömüp soluğu Türkiye'de almış. Parasıyla mı yoksa burslu mu okudu bilmiyorum. Tıpı bitirmekle kalmamış, üzerine çoğu kimsenin gitmek için can attığı göz bölümünde uzmanlık yapmış. Azim ve gayretinin yanında çalışkan ve zeki olmalı. Konuştuğunu görmedim ama öyle zannediyorum İngilizceyi de bir güzel konuşuyordur, İşgalci İsrail'in dilini zaten biliyordur. Helal olsun Muhammed doktor, Filistinli Muhammed dedim içimden.

Bana "Biraz sonra" demişti. Bakalım beni görecek mi yoksa çoğu kimsenin yaptığı gibi unutup veya unutur görünüp görmezden mi gelecekti? Suriyeli'yi muayene ettikten sonra kenarda bekleyen bana yöneldi, "buyur" dedi. İstediğiniz filmi çektirdik, şimdi mi bakarsınız yoksa bir ay sonra kontrole geldiğimizde mi dedim. "Tamam çekildiyse biz ona bakarız" dedi, teşekkür edip ayrıldım.

Tevazu sahibi biri olarak gördüm Muhammed'i. Bazı doktorlardaki kibri görmedim onda. Ne yaptığını bilen; kime, ne söylediğini unutmayan, muhatabını dinleyen ve ona değer veren biri olarak gördüm onu. Allah razı olsun kendisinden ve onun gibi çalışanlardan. Ümidini yitirmeden hayata tutunan ve insanlara hizmet eden bu ve bunun gibi insanların sayısının çoğalmasını temenni ediyorum.

Adaylığımda Son Durum

Cumhurbaşkanı adayı olabilmem için beklediğim 20 vekil gelmedi. Sanırım vekillerimiz sosyal medyaya bir göz atıp beni takip edemediler. Hangi alemdeler, kim bilir? Görselerdi mutlaka beni gönülleyeceklerinden o kadar emindim ki... Neyse umduğum dağlara karlar yağdı maalesef.

"Vekil yoksa biz varız, imza verelim, biz asılız" diyenlere de "Teşekkür ediyorum ama yüz bininiz ancak 20 vekil ediyor. Bana asıl değil, vekil lazım" diyerek imzalarını kabul etmedim. Keşke binlerce adıl tanıdık dostum olacağına 20 kadar vekil dostum olsaydı dedim kendi kendime.

Cumhurbaşkanı adayı olarak adı sıkça geçen kişi üzerinde anlaşamayınca "Geniş tabanlı bir ittifak" üzerine çalıştıklarını ifade etti muhalefet cephesi. "Kastettikleri ben olmalıyım" diye umutlanmadım değil. Bugüne kadar tüm umutlarım hüsranla sonuçlanmasına rağmen yine umutla beklemekteyim. Zira siyasette bir gün çok uzun bir süredir. Bakalım yarın nelere gebe...

Geniş katılımlı bir ittifak ile çatı aday olarak gösterilir ve yarışı kazanamazsam B planım, bir sonraki genel seçimlerde bir partiden vekil seçilmektir. Vekil seçildiğim zaman cumhurbaşkanı adaylık maceram sona erecek ve rakibimi cumhurbaşkan adayı olarak desteklemektir.

Merak ettiğim, ittifakın bir cephesinde yer alan önceki çatı aday, bu seçimde kime oy verecek? Yoksa sağ gösterip sol mu vuracak? Benim için bu, aday olmamdan daha önemli.

Pamuk İpliğine Bağlı Evliliklerimiz *


Yaşlı bir çifte sorarlar:
—Tam 65 yıl, nasıl evli kaldınız?
Yaşlı çift cevap verir:
—Bizim doğduğumuz zamanlarda bir şeyler kırıldığında tamir edilir, çöpe atılmazdı. O yüzden...

Bugün tamir yok. Kırıp döküp atıyoruz dışarıya. Tıpkı hoşlanmadığımız veya uzun süredir kullanıyorum, artık yenileyelim diyerek evimizdeki eşyaları dışarıya attığımız gibi. Eşya kullanmadaki müsrifliğimizin aynısını evliliklerin bitirilmesinde de uyguluyoruz. 

Oğlumuza-kızımıza ayrı bir ev kiralıyor, içini iğneden ipliğe döşüyoruz. Görkemli bir düğün yapıyoruz. Sen baba olarak düğünden kalan borçları ödeye dur. Bir de bakmışsın ki oğlumuz-kızımız ayrılma yoluna gidiyor. Sebep? Anlaşamadık. Oluru yok mu bu işin derseniz, mümkün değil. Oğlan-kız, olmayacak bu iş diyerek boşanmak için soluğu avukat bürosunda alıyor. Biraz bekleyelim, yeni bir aile kuruyoruz, zaman her şeyin ilacı, birbirimizi anlamaya çalışalım, kendimizi karşı tarafın yerine koyalım demezler. Anne ve babaları da yapıcı davranmazlar. Bu iş yürümez diyerek yangına körükle giderler. Haydi diyelim ki oğlanla kızın heyheyleri üzerinde. Sağlıklı düşünemiyorlar. Birleşmeleriyle ayrılmaları bir olacak. Ya tarafların anne babaları ne yapıyor? Bir araya gelip bunları nasıl bir arada tutarız, aradaki kırgınlığı nasıl gideririz, bu çatlağı nasıl tamir ederiz demiyorlar. Zaten soran da yok. Taraflar bir an evvel bu beladan kurtulalım deyip soluğu mahkemede alıyor. Kimi bu işi evliliğin başında, kimi birkaç yıl sonra, kimi de birkaç çocuktan sonra yapıyor. Sayıları da az değil maalesef boşananların ve boşanmak isteyenlerin.

Boşanmak çözüm mü? Maalesef değil. Boşananlar rahat ve huzurlu mu? Yani dertleri bitiyor mu? Bitmediği gibi artarak devam ediyor. Hele arada çocuk varsa bu işin nafakası var, çocuğun velayet durumu var, belli aralıklarla çocuğun mahkeme kararıyla gösterilmesi durumu var. Bu durumdakiler kolay kolay yeni aile kuramıyor. Çünkü orta yerde çocuk var. Kim alacak/varacak çocuklu birine. Çocuğun anne veya babasız büyümesi de işin çabası.

Yazımın başında evliliklerinin 65.yılını yaşayan evli çiftin "Bizim doğduğumuz zamanlarda bir şeyler kırıldığında tamir edilir, çöpe atılmazdı." sözü kulaklarımıza küpe olması lazım ama söz dinleyen kim? Boşanmanın çözüm olmadığını gören çok. Aklımızı başımıza alacağımız yerde mantar gibi çoğalıyor boşananların sayısı.

Geçen hafta yaşları elliyi bulmuş iki tanıdığımı ziyaret ettim. Birinin iki, diğerinin üç çocuğu var, yaşları elliye merdiven dayamış. Önce birine, sonra öbürüne uğradım. Hal-hatırdan sonra içine attıkları dertlerini döktüler. Her ikisi de evliliklerinden memnun değildi. Birinin ikinci evliliği. Evde dışlanmış hissediyor kendini. "Nefret ediyor eşim benden, her yaptığım suç oluyor" dedi. Öbürü birkaç ay küs kaldıktan sonra güç-bela eve getirebildim" dedi. Üzüldüm hallerine.

Karıları haklı, kocaları haksız; kadın haksız, koca haklı iddiasında değilim. Bir yerde sorun varsa tek taraflı değildir. Suçun oranları farklıdır. Ama gördüğüm, kocaların evliliklerini kör-topal da olsa yürütmek çabasında oldukları. Kadınların ise vurup kapıyı gittikleri. Anladığım bekledikleri gibi olmayan evliliği -sonucu ne olursa olsun- bitirmek yönünde. Lügatlerinde tamir yok, yama yok; kırıp çöpe atmak var. Tıpkı eskiyen/eskimeyen eşyamızı çöpe attığımız gibi. Hasılı günümüz evlilikleri pamuk ipliğine bağlı. Tamir kabul etmiyor.

Allah evliliklerimizi başa kadar sürdürsün. "Hoşlanmadığı helal olan boşanmalardan" bizleri korusun!

* 12/11/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Bu Ne İlgi Böyle!

Nasrettin Hoca'yı bir ziyafete çağırırlar. Hoca gündelik kıyafetiyle yemeğe katılır. Fakat kendisine ne ilgi, ne de alaka gösterilmiş. Tüm gözler güzel kıyafetleriyle davete katılanların üzerindeymiş. Hep onlara hoş geldin deniyor ve onlara iltifatlar edildiğini gören Hoca, koşarak evine gider, sandıktaki işlemeli kürkünü giyer, tekrar gelir. Az önce kendisine iltifat etmeyen davet sahibi ve misafirler, Hoca'ya yerlere eğilircesine iltifat eder, saygıda kusur etmezler. Başköşeye Hoca'yı oturturlar ve kuzunun en iyisini önüne koyarlar ve "Buyur Hocam" derler. Hane sahibinin kıyafete göre tavrının değiştiğini gören Hoca, yemeğe başlamaz, kürkünün kolunu sallayarak "Ye kürküm ye" der. "Aman Hoca'm, kürk yemek yer mi?" dediklerinde Hoca, "İltifat kürke idi, yemeği de o yesin. Zira az önce kürk olmayınca adamdan sayılmadık, itibarı kürk gördü, yemeği de o yesin" cevabı verir.

Fıkrayı bilmeyenimiz yoktur. Buna rağmen fıkrayı her duyuşumuzda yine de gülümseriz. Gülerken de düşünürüz. Fıkralar güldürürken aslında bize hayatı, insan tiplerini de öğretir. Ama çok öğreneceğe de benzemiyoruz. Çünkü Hoca'ya yapılan muameleyi gündelik hayatta çoğu zaman makam, mevki ve şöhret sahibi olmayanlara yapmaya devam ediyoruz. Fıkrada kürke iltifat edilirken günümüzde de kişinin bulunduğu yere göre tavır alıyoruz. Çok öteye gidip örnek aramaya gerek yok. Sosyal medyaya girip paylaşımlara bir göz atarsanız kürke ilginin aynıyla devam ettiğini görürüz. Dün sosyal medyada kendi halinde paylaşımlarda bulunan bazı zevatın paylaşımları doğru-dürüst beğeni almaz, yorum görmezken aynı kişi bir makam ve mevkie gelmişse paylaşımları beğeni-yorum rekorları kırmaktadır. Paylaşımın içeriği mi değişti? Hayır, aynı tür paylaşımlar. Burada değişen statüden başka bir şey değil. Yeri geldiğinde "Yaratılanı severiz, Yaradan'dan ötürü" deriz. Ama bu sadece dildedir. Çünkü uygulama böyle değildir. Biz makamı, mevkii, şöhreti, statüyü seviyoruz, bunlara ilgi gösteriyoruz. Eğer şu ana kadar bu farklılık dikkatinizi çekmemişse bundan sonra sosyal medyaya girdiğinizde biraz dikkat ederseniz tespitimin aynıyla vuku bulduğunu görürsünüz. İstersen normal vatandaş olarak sen, "Hayırlı cumalar" de, bir de makam sahibi desin. Sen bir kandil mesajı yayımla, bir de makam sahibi. Bir bak bakalım beğeni sayısına: Sen kaç alırsın, kürk giyen kaç alır? Halbuki cuma aynı cuma. Hepimiz nezdinde mübarek bir gün. 

İstisnaları var mı bu durumun? Vardır elbet. Ama bir elin iki parmağını geçmez. O zaman "Ye kürküm ye" zamanı değişmiyor. Rahmetlinin zamanında da öyleymiş, şimdi de aynı. Kürkün yoksa bir hiçsin, kürkün varsa biriciksin, el üstündesin. O zaman kürkümüze yedirmeye devam. Çünkü hala geçer akçe bu: Ye kürküm ye!