Ana içeriğe atla

Tamircide Beklerken *


Arabanın debriyaj balatasını değiştirmek için bir dostumun referansıyla bir tamirciye gittim. Arabayı ustaya teslim ettim. İstedikleri parçayı yedek parçacıdan alıp geldikten sonra kah içeride, kah kapı ağzında bazen oturdum, bazen adımladım. Bir taraftan ikram ettikleri çayı yudumlarken beklemekten sıkıldım. Kendimi yazmaya verdim. Bir taraftan yazarken, bir taraftan da bitti mi diye başımı kaldırıp arabama göz gezdirdim. Dur durak bilmeden 2, bazen 3 kişi çalıştı durdu. Bazen arabayı kaldırıp altına geçtiler, bazen önüne, bazen de yanında iş yaparlarken gördüm. Kimi zaman da şoför mahalline girdiler. Arabanın içine geçtikleri zaman  kirlenmesin diye koltuğun üzerine naylondan bir ambalaj serdiler.

Kalfa işini bitirdikten sonra ustası, "Yağına, suyuna, bir de fren balatalarına bakalım" dedi. Ön fren balatalarını da değiştirelim dediler. İstedikleri malzemeyi alıp kendilerine teslim ettim. Tamir işi bittikten sonra usta arabaya bindi, beni de yanına aldı. Birlikte turlayıp geldik. Eksik gördüğü yerleri düzeltti. Borcum ne kadar dedim. "Konuştuğumuz gibi 200 lira" dedi. İlave olarak fren balatalarını değiştirdiniz dedim. "Zaten açmıştık, ilave borcunuz yok" dedi. Kartvizitlerini istedim, teşekkür ederek ayrıldım.

Üç saate yakın 3 kişi birden uğraştı, didindi. Elleri-yüzleri, elbiseleri battı. Terlemişlerdir aynı zamanda. Ben beklerken yoruldum, onlar çalışmaktan bıkıp usanmadılar. Aldıkları el emeği 200 lira sadece. Karşılığında arabamı dirilttiler, hafiflettiler, rahatlattılar. Ustalıklarını, nezaketlerini, çalışmalarını, iş ahlâklarını beğendim ve takdir ettim. Onca uğraş ve didinmenin ardından aldıkları para sonuna kadar helal dedim. Kimse bu paraya bu işi yapmaz dedim kendi kendime. Helal olsun elinin emeğini yiyenlere! 

Çalışan usta, kalfa ve çırağın yüz hatlarına baktım. Karamsar, bitkin bir yüz görmedim. İşlerini severek yapıyorlar. İşin başında “İşleriniz nasıl” dediğimde bugünlerde biraz durgun, ama genelde iyi, halimize şükür!” dediler.

Gördüğümüz-göreceğimiz son nesil belki bu tamirciler. Arkasından gelmiyor. Çünkü herkes okuyor. Okuyan adımını atmıyor/atamıyor bu muhite. Ancak arabasını tamir için geliyor genci-ihtiyarı şimdilik. Biz gerekli-gereksiz diploma vererek diplomalı cahiller yetiştireduralım, arkadan çırak-kalfa-usta gelmeyince araçlarımızı tamir eden de kalmayacak böyle giderse. Aracımız arızalanınca parçasını tamir etmeden ya değiştireceğiz, ya yenisini alarak aracımızı hurdaya çıkaracağız, ya da yurtdışından tamirci ithal edeceğiz. Görünen köy bu!

* 03/11/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde