10 Mart 2018 Cumartesi

Had Bildirirken Had Bilmek **


Türkiye'nin yumuşak karnı dindir. Dinin yumuşak karnı da kadındır. Daha doğrusu din adına söz söyleyenlerin kadına bakış açısıdır. Birileri Türkiye'de bir operasyon yapmak isterse sermayesi dindir, daha doğrusu dinin kadına bakış açısını masaya yatırmakla işe girişir. Çoğu zaman da başarılı olur ve hedeflerine ulaşırlar. Haklı olduklarını göstermek ve halkı ikna etmek için basını kullanırlar. Çünkü halka ulaşmanın ve kamuoyu oluşturmanın yolu budur. Yazılı ve görsel medya da bu işe çok teşnedir.

Kamuoyu oluşturmak için devreye geçmişte din adına konuşanların kadın hakkındaki konuşmaları ve verdikleri fetvaları kırpılarak bir elden servis edilir. Vatandaş, etkili ve yetkili kişiler balıklama atlar bu işe. Herkes kendini bu işin içinde bulur. Halkta böyle bir gündem oluşturunca geçmiş, bayat videolar birbiri ardına ekranda, sosyal medyada boy gösterir. Böyle bir gündemin içinde kendini bulanların çoğu, "Bu videonun orijinali, tamamı ne diyor, bu video ne zaman çekilmiş" demez, verilenle yetinerek ilgili kişiyi asmaya, kesmeye başlıyor. Kimse, "Bu video niçin ilk yayımlandığı zaman tepki çekmedi de şimdi gündeme geldi, bu işin altında bir Çapanoğlu, bir bit yeniği var, birileri düğmeye bastı, burada bir iyi niyet yok, birileri üzerinden birine veya bir kesime operasyon çekiliyor" diye düşünmüyor, “Bu yöntem bayatladı,” demiyor. 

Bu ülke 28 Şubat sürecine Şevki Yılmaz'ın on yıllar önceki videolarının servis edilmesiyle girdi. Fadime Şahin, Müslim Gündüz figürleriyle yapılacak operasyonun filmi çekildi. Bugün aynı oyun, arşiv videoların gün yüzüne çıkarılmasıyla başladı. Sadece filmde rol alan figüranlar farklı. İşin garibi etkisini siyasette hemen gösterdi. Konuyu gündemine alan siyaset, videonun sahiplerine had bildirmeye başladı. Oyun kurucu, "Hiçbir başarı tesadüf değildir, yine biz kazandık" diyerek kıs kıs gülüyor.  28 Şubat sürecinde oyun kurucuların dümen suyuna giren bu millet, şimdi tekrar aynı deliğe giriyor. Halbuki Müslüman bir delikten iki defa girmezdi. Girdik maalesef. Bu sefer hedef, aynı mecradan beslenen kesimi birbirine kırdırmak, küstürmek görünen. Adamlar bir taş attı, biz şimdi kırk akıllı o taşı çıkarmaya çalışıyoruz. Taşı çıkartırken de kırıp döküyoruz.

Videodaki konu, konunun işlenişi, bakış açısı eleştirilsin elbet. Görüşün yanlış olduğu ifade edilsin. "Katılmıyoruz bu görüşe, doğrusu şu" densin. Hatta ilk önce fetvanın dine dayandırılan bir görüş olduğu, dinin kendisi olmadığı” ifade edilsin,  bunda isabet de olur, yanılma da. "İlgili kişi yanılmıştır" densin. Bu işi yaparken kırıp dökmeden yapılsın. Ama bunu, bu konuda söz söylemeye yetkili olanlar yapsın. Biz ne zaman bir konuyu işin ehline bırakacağız, yetişmiş değerlerimizi böyle yok ede ede ne yapmak istiyoruz? Siyasetin hata ve yanlış yapma lüksünü kabul edeceğiz de din bilgininin hatalı görüş bildirme kanaati olmayacak mı?


Din adına "Dinin görüşü budur" diyen kişiler de dini bilmenin yanında biraz da ilmi siyaset öğrenmelerinde fayda var. Başta din dili olmak üzere kendilerini yenilemelidir. Dine uygun bir karar vereceği zaman önce toplumun geldiği nokta ve zaman hesabı yapılmalı. Konu Kur'an ve sünnet çerçevesinde enine-boyuna incelenmeli, konuyu vuzuha kavuşturduktan sonra yapılacak açıklama masaya yatırılmalı. Açıklama yapılırken seçilen, yazılan her bir kelime veya cümle özenle seçilmeli, örneklendirme veya kıyas yapılacaksa konunun içine cuk oturmalıdır.  Açıklanan her dini görüşten sonra "Bu konuda benim ulaşabildiğim sonuç, karar budur. Doğrusunu Allah bilir" deyip "Allahü a'lemu bimüradihi" diyerek sonlandırmalıdır. Her sorulan soruya -ki bazıları tuzak olabilir- aynı anda cevap verilmemelidir. Gerekirse bilmiyorum veya daha sonra cevap vereyim diyebilmelidir. Özellikle kadını ilgilendiren konuları ele almada özen göstermeli, mümkünse gündemine almamalı. Demek istediğim, dini anlatanların dini konulardaki tek malzemesi kadın olmamalıdır.


Dini konularda söz söyleme hakkını kendinde bulanlar; ne zaman, neyi, nasıl söyleyeceğini iyice tartmalı. Görüş sahibinin ağzının payı verilecekse bunun da yeri, zamanı seçilmeli, gerekli uyarı yapılmalı. Yapılan görüş “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik” ediyorsa yargı, hemen harekete geçmeli. Sahi bizim yargımız bugüne kadar niçin durdu? Soruşturma için illaki birilerinin konuşması mı gerekiyor? Sonra kaç kişi, şu konuda dinin görüşü nedir diye merak edip dini bakışı öğrendikten sonra koşarak hayatında tatbik etmeye kalkıyor bugün? Ayrıca 10 sene önceki videolar, bugüne kadar kaç kişiyi tahrik etmiş; kimi kime düşman etmiştir? Görüşün sahibi, “Şunlar kâfir mi” dedi, “Bunların ekmeği yenmez, cenazesi kılınmaz mı” dedi? Kaç kişi “Asansörde halvet” olayı sonrası asansöre kadınlı-erkekli binmekten vazgeçti? Kaç kişi, “Hoca, eşimi dövebileceğimi söyledi, bu yüzden hanımımı dövdüm” dedi. Bu şekilde kaç kadın, gördüğü şiddet dolayısıyla boşanma davası açmıştır?


Kanaatimce bazı konularda işin muhatapları kendisini iyi tartmalı. Had bildireceğim derken haddi aşmamak ve had bilmek gerekir. Çünkü kimse layüsel değildir. Hele siyasetin görevi, yangına körükle gidip ortamı germek olmamalı. Önce yapılmak istenen algıyı okumalı, ateşi söndürdükten sonra gerekeni yapmalı. Bir kesimi memnun edeceğim derken beslendiği kesimi karşısına almamalı. 09.03.2018, Ramazan Yüce, Konya

** 17/03/2018 günü Algı operasyonlarına teslim olmak başlığıyla Kahta Söz'de yayımlanmıştır.



9 Mart 2018 Cuma

Şimdiki İlahiyatçılar" Başlıklı Yazıya Dair (2)

"Şimdiki ilahiyatçılar" başlıklı paylaşımınla ilgili düşüncelerimi ifade etmek isterim. Baştan söyleyeyim, yazıyı yanlış anlamış, ve yanlış kanaat belirtmiş olabilirim.

1. "Şimdiki ilahiyatçılar" derken umarım kastedilen tüm ilahiyatçılar değildir. Eleştiri yapılırken bazı ilahiyatçılar denebilirdi. Ayrıca yazıda örnekleri verilen kişiler daha mezun olmamış, ilahiyat eğitimi alan kişiler. Bu, tıpta okuyan bir öğrenciyi doktor görmek gibi bir şey.

2. Örnekleri verilen İmamı Azam, Buhari, Serahşi vb. alimlerimiz İslam kültürüne katkıda bulunmuş, bu konuda emek sarf etmiş, hizmetleri küçümsenmez kişilerimizdir. Yaşadıkları asırda ilme ulaşmak ve bilgi toplamak için ne sıkıntılar çektiğini düşünmemek hem ayıp hem hadsizliktir.

3. Örnekleri verilen alimlerimiz, isabet etmiş veya edememiş olabilir. Samimiyetlerinden, bilgi birikimlerinden kimsenin şüphesi olamaz. Her zaman en büyük saygıyı hak etmişler ve hak etmeye de devam edeceklerdir. Başımızın tacıdır hepsi.

4. Bu ve benzeri alimlerimiz, zamanındaki ilmi birikimi toplayarak, zamanlarında çıkan sorunlara en güzel çözümler üreterek dini ilmin günümüze gelmesine ve ışık tutmasına imkan vermişlerdir.

5. Bu demek değildir ki bunların yaptıkları eleştirilemez. Edebince bunların yaptıkları eleştirilmelidir. Zamanında bir ihtiyaca cevap veren bir görüş, bugün sorunu çözmeyebilir. Çünkü zaman değişmiş, şartlar değişmiş, araç ve vasıtalar değişmiş, insanların yetişme tarz ve ortamları değişmiş, illetler değişmiştir. Geçmişte sorun çözen tasarruflar, bugün de hala sorunu çözmeye devam ederken bazıları yetersiz kalabiliyor. İslam her çağa hitap ettiğine göre bugün de hitap etmesi isteniyorsa -ki öyle olmalıdır- geçmiş müktesebatı göz önünde bulundurarak yeni şeyler, yeni fetvalar söylemek gerekir. Çünkü İslam ve sosyal hayat durağan değildir.

6. “Söylenmesi gerekenler geçmişte söylenmiş, artık dahası yok. Sonra siz kim, onlar kim, siz onlar gibi olamazsınız, müktesebatınız nedir” denirse “Akıl yaşta değil, baştadır” bir defa. Bu düşünce ictihat kapısını kapatmak, yeni şeyler söyle-t-memek, eskiyi tekrarlamak demektir. Kimse o alimlerimizi geçemez, onlardan iyisini söyleyemez demektir. Ki adı geçen alimlerimiz günümüzde yaşasa bazı verdiği fetvalarını görse “Siz hala benim geçmişte, o günün şartlarında verdiğim tedaviyi mi uyguluyorsunuz, artık yeni şeyler söylemek, yeni açılımlar yapmak gerekir. Bugün aynı şekilde düşünmüyorum, çözümü şöyle düşünüyorum” cevabını alacağımızı düşünüyorum.

7.Kuran ve sünnet bizim naklimizdir, bize yol gösterendir. Bizim asıl kaynağımızdır. Bu ikisinin dışında söylenenler, yazılıp çizilenler değişebilir. Özellikle fıkıh din değildir. Fıkhı din yerine koyarsak yanılırız. Örnek vermek istersek seferilik konusunda alimlerimiz, o günün şartlarında mevcut olan at, deve ve tabanvayı dikkate alarak üç günlük yol mesafesi kabul edilen 90 km’yi seferilik sınırı kabul etmişlerdir. Bu gün 90 km’lik bir mesafe bir saatlik yoldur günümüz araçlarıyla. Biz hala seferilik konusunu o gün alimlerin düşündüğü gibi mi düşüneceğiz? Ayrıca görüşler değişir. Mecelle’de “Zamanın tağayyürü  ile ahkam da değişir. Ki peygamberimiz de fikirlerini değiştirmiştir. Önceleri mezar ziyaretlerini yasaklarken sonra serbest bırakmıştır.

8. Bugün çocuklarımızı yetiştirirken bile kendi çağımıza göre yetiştirmiyoruz. Çünkü Hz Ali, “Çocuklarınızı yaşadıkları çağa göre yetiştirin” buyurmaktadır. Hangimiz çocuğumuzu kendi dönemimize göre terbiye etmeye çalışıyor? Bu devir ikna dönemidir. Her şeyden önce ikna etmeyi bilmeliyiz. Bu devrin insanı ister ilahiyatçı, ister değil sorgulayıcıdır. Tıpkı İmamı Azam gibi akla büyük önem verir. Kur’an’ın üçte biri aklı ön planda tutar. “Ölüleri dirilteceğim” dediği zaman “Nasıl dirilteceksin” diyen İbrahim’i Allah, ikna etmeye çalışır.

9.Yeni şeyler söylemek; geçmişi inkar etmek, geçmiş alimlerimizi küçümsemek olarak algılanmamalı. Dine ve dini yaşantıya  yeni bir soluk getirmek olarak değerlendirilmelidir.

10. İmamı Buhari’nin hadis tedvininde binlerce hadisi seçerek aldığı, birçok hadisi almadığı düşünülürse, bugün uzmanlarının içinde mevzu hadis var dediği bir ortamda işin muhaddisleri ve Diyanet’e düşen, Kütübü Sitte veya Kütübü Tis’a’da mevcut bulunan mevzu hadisleri ayıklayarak dijital ortama aktarmasıdır. Halkın anlayamadığı, sahih olan hadisler varsa hadisin ne şekilde anlaşılması gerektiği açıklanmalıdır. Bugün gazete, takvim yapraklarında önüne gelenin sonuna “hadis” diye yazarak paylaştığı, aslı astarı olmayan nice sözler var. Böyle yapılırsa en azından biri hadis dediğinde dijital ortama bakılarak hadis olup olmadığının kontrolü yapılabilir.

11. Google veya benzeri arama motorlarından bilgiye ulaşma bugünün bilim çağında yaygındır. Neredeyse tüm kitaplar bu ortama aktarılmıştır. Araştırma yapmak isteyen ayete, hadise, herhangi bir fıkhi görüşe buradan ulaşarak olaya kümülatif bakabilir. Gördüğü her siteyi, her bilgiyi doğru kabul etmediği ve seçici davrandığı müddetçe bir sakıncası yok diye düşünüyorum. Geçmişte az bir bilgi kırıntısıyla çok şey söyleyen alimlerimizin elinde o gün, bugünün teknoloji ve imkanları olsaydı; bugün daha çok şey söyleyebilir ve bu imkandan faydalanırlardı. Ki İmamı Azam, hadislerin çokça uydurulduğu Küfe’de hadislerin çoğunu itibara almaz, kıyas ve ictihat yolunu kullanırdı. Ayrıca geçmiş alimlerimiz -özellikle- Şafii, bir yerde verdiği fetvayı bir başka yerde değiştirme yoluna gitmiştir. Çünkü şartlar ve ortam değişmiştir.

"Şimdiki ilahiyatçılar" yazısını yazanın samimiyetinden şüphem yok. İçinden geldiği gibi yazmış zira. Fakat hamaset kokuyor. Bugün bu tür hamasetten ziyade ayakları yere basarak problemlerimizi ve açmazlarımızı edebince tartışmak ve çözmeye çalışmaktır.

Umarım derdimi anlatabilmişimdir. Maksadımı aşmışsam affola. Uzattım. Baki selam. 20.02.2018, Ramazan Yüce, Konya

"Şimdiki İlahiyatçılar" Başlıklı Yazıya Dair (1)

Liseden bir arkadaşım, lise arkadaşlarından oluşturduğumuz whatsapp grubumuza "Şimdiki ilahiyatçılar" başlıklı kime ait olduğu belli olmayan bir yazı paylaştı. Yazıyı okuduktan sonra ilgili yazı üzerine cevabî bir yazı kaleme aldım. Bu yazıyı aynen paylaşmadan önce yazının kime ait olduğunu öğrenmek için sanal aleme bir göz attım, yazan belli değil. İzninizle önce bu yazıyı paylaşacağım, ardından yazıya dair görüşümü sunacağım.
         
          *Şimdiki İlahiyatçılar*

"Adını bilmediği ama künyesiyle tanıdığı Ebû Hanife'nin binlerce talebesi olup, bunların kırk kadarı müctehid mertebesine ulaşmış olduğu halde bizim ilahiyat hazırlık talebesi Nisa Nur, İmam-ı Azam’ın içtihadlarına kafa tutuyor. Utanmıyor. Çünkü o mutlu.

İlahiyat 4. Sınıf öğrencisi Özgürcan’ın okumaya vakit bulamadığı kitapları derleyen, toplayan, yazan, bir hadis için binlerce kilometre giden İmam Buhari, Özgürcan’ın derin tenkitlerinden kurtulamıyor. Çünkü onda Google var ve çok mutlu.

66 yaşında hapis cezası olarak kuyuya atılan ve 15 senelik bu zamanda ezberden öğrencilerine 30 ciltlik El Mebsut isimli  kitabını yazdıran İmam Serahsi’ye, sehiv secdesi yapmayı bilmeyen İlahiyat 2.Sınıf öğrencisi Betül kafa tutuyor. Ama mutlu

Abdullah ibni Mesud hadis rivayet ederken yüz şekli değiştiği, nefesi kesildiği, titrediği halde, ilahiyat 2. Sınıf öğrencisi Umutcan Hadis okurken veya kendisine okunurken bacak bacak üstüne atıyor. Çünkü olabildiğince edepsiz ama bir o kadar mutlu.

Muhammed İdris er-Razi, hadis için ilk çıktığı yolculuğu yedi sene sürdü. Yaya olarak yürüdüğü yollar bin fersah kadardı. İlahiyat 1. Sınıf öğrencisi Şeyma dolmuşla gidip geldiği fakülte yollarında Hadislerin sıhhat durumunu tartışıyor. Çünkü o mutlu ..

İmam Buhari gece uykudan uyanır, lambasını yakar, hatırına gelen faydalı bir şeyi yazardı. Hatta bir gecede yaklaşık yirmi defa kalktığı olurdu. İlahiyat 1. Sınıf öğrencisi Mert sabah namazına kalkmadığı halde hadis tenkiti yapıyor. Çünkü o aşırı mutlu.

İlahiyat 4. Sınıf öğrencisi günlük 10 sayfa okumadığı halde, İbn Cerir 40 yıl boyunca her gün 80 sayfa yazdı. Ama İbni Cerir bir ilahiyat öğrencisi kadar cüretkar değildi. Çünkü onun Google ve ahkam keseceği sosyal medya hesapları yoktu.

Mezhep İmamı olan İmam Mâlik'e kırk soru sorulmuş¸ otuz altı tanesine ’Bilmiyorum' cevabını verdiği halde, ilahiyat ikinci sınıf talebesinin altından kalkamadığı mesele yok..."

Devam edecek

8 Mart 2018 Perşembe

Bir makama Sahip Olmak İstiyorum, Diyor musun?

-Üstadım! Yüksek bir makama gelmek istiyor artık gönlüm.
-Gönül bu. İster de ister.
-Bunun için ne yapmam lazım?
-Etin olacak, budun olacak.
-Yani?
-Sırtın kalın olacak.
-Sorun sırt ise kalın. Üstelik göbeğim bile var.
-Öyle değil. Kimin kimsen var mı?
-Anlamadım.
-Sayın var mı?
-Var tabii. Hem de öpöz, iki tane.
-Kan bağı dayıdan bahsetmiyorum. Seni bif makama sırtlayacak, referans olacak gücün var mı? Mesela bir vekil akraban veya yüksek bir makamda sözü geçen biri...
-Yok maalesef.
- O zaman ne diye ortaya çıkıyor, gönlünün esiri oluyor, ona söz dinletemiyorsun?
-Umutsuz bir vaka mı benim durumum? Yani ben şu fani hayatta bir koltuk sahibi olamayacak mıyım?
-Var aslında bir yolu.
-Neymiş o?
-Bir yere bağlılığın, aidiyet duygun var mı?
-İlahi üstadım! Ben sana makamdan bahsediyorum. Sen bana bir yere bağlılıktan dem vuruyorsun. Aynı dili konuşmuyoruz seninle.
-Konuşuyoruz da sen anlamak istemiyorsun. Daha açık konuşayım: Bir cemaate bağlılığın var mı? Varsa kolay.
-Mesela hangisi?
-Fark etmez, hangisi olursa olsun. Nasılsa her devirde birinin yıldızı parlıyor. Ne zaman hangisine sıra gelir bilmem. Ama çoğu kapıyı açıyor. Hemen olmak istiyorsan bugünün geçer akçesi bir cemaatten referansın olmalı.
-Yok maalesef. Herhangi bir cemaate bağlılığım yok. Ben İbrahim peygamber gibi tek başına bir ümmetim.
-O zaman avucunu yalarsın, daha çok beklersin. Dayın yok, amcan yok, paran-pulun yok, bir cemaate bağlılığın yok. O zaman ne diye makam makam diye tutturursun. Otur oturduğun yerde. Değil makam, mevcut işini kaybetmediğine şükret. 08.03.2018, Ramazan Yüce, Konya


Bazı Saatlerde Meram Yeni Yol Otobüslerine Binebilmek

Meram Yeni Yol'da Evliya Çelebi parkının karşısında bulunan otobüs durağına geçerek çarşıya geçmek için otobüs beklemeye koyuldum. Gelen otobüs, durağa durmadan hep transit geçti. Çünkü otobüs, özellikle şoför mahalli civarı tıklım tıklım. Ön kapının açılması mümkün değil. 

Körüklü otobüs, önümüzden süzüle süzüle geçerken ister istemez otobüsün arka taraflarına gözüm kaydı. Tek-tük ayakta olanların dışında aşırı bir yoğunluk yoktu. Binen yolcu, arkaya doğru ilerlememiş, ön taraflarda sıkışıp kalmış gayri belli. Ayakta bekleseler de duraktaki kişilere göre şanslı olanlardı bunlar.

Beş-on dakika arayla kaç otobüs geçmişse hepsinde durum aynıydı. Hiçbiri durmadı. Ön taraftaki sıkışıklık arkaya doğru yerini seyrekliğe bırakmıştı. Bugün, bu saatte bu yoğunluk neyin nesi derken eğitim ve ilahiyat fakültesi öğrencilerinin derslerinin bitiş saati olmalı dedim, kendi kendime. Öyle zannediyorum aynı yoğunluk ve durum sabah çarşıdan gelirken de oluyordur. 

27 sene öncesi öğrenciliğim geldi gözümün önüne. Öğrencilik zamanımda ders çıkışı otobüse binebilmek için Sigorta (Konya Eğitim ve Araştırma) Hastanesine doğru, hatta daha ilerisine doğru az yürümemişizdir. Anlaşılan geçen 27 yıla rağmen eğitimin ve ilahiyatın binasının yenilenmesi ve öğrencilerinin değişmesi dışında başka bir şey değişmemiş. Sabah fakülteye gidiş ve akşam dönüş yoğunluğu aynı şekilde devam ediyor. Duraklar, bekleşenlerle dolu.

Nihayet epey bekledikten sonra durağımıza bir otobüs yanaştı. Bekleşen onca kişi arasından üç kişi binebildik. Diğerleri bir sonraki sefere kaldı. Tam kapının ağzında kendime bir yer bulabildim. Bir iyiliği var, ani frenlerde düşme riskin yok. Düşmek istesen de düşemezsin zaten. Çünkü herkes birbirine etten duvar örmüş vaziyette.

Mezun olalı 27 değil, 57 yıl da geçse bu güzergâhtaki yoğunluk değişmeyecek. Zira binlerce öğrencisi olan bir eğitim ve ilahiyat fakültesi var bu muhitte. Hemen bir durak ilerisinde Konya'nın hasta yoğunluğu bakımından en yoğun hastanesi var. Yoğunluk olacak elbette. Fakat bu yoğunluğu en kısa yoldan nasıl çözeriz hesap-kitabı yapılmıyor anlaşılan. Ne Ulaşım Dairesinin, ne de fakülte yönetimlerinin böyle bir derdi var. Bir istikrar oluşmuş. Her geçen yıl kültür ve geleneğimizin yok olduğu günümüzde bu istikrar abidesi geleneği yaşatmaya çalışıyor olmalılar.

Bu sorun öğrencinin sorunu. Sonra bu sorun mu? Beklesin gençler. Eve varınca ne iş yapacaklar denebilir. Haydi diyelim ki büyükler böyle düşünüyor. Bundan dolayı da çözüm bulmuyorlar. Peki, gençlere ne demeli? Güç-bela binen, gemisini kurtaran kaptan muamelesi yapıp ön tarafta sıkışıp kalacağına, arka tarafa doğru ilerlese ne olur? 15-20 kişi daha binmiş olur. Kendisi nasılsa bindi, dışarıda bekleyenin canı çıksın diye düşünüyor olmalılar. Değilse niye ilerlemesinler. Sonra genç dediğin ileriye doğru gider, geriye değil. Kazara biri arkaya ilerleyelim dese, "Arka dolu, nereye gidilecek, üstümüze mi çıkacaklar" demeye başlar. İçeridekiler böyle derken aşağıda binemeyeler de "Şuna bak! Arka bomboş, olur mu ya" diye homurdanır. Başka bir gün aşağıdaki binerse o da geriye doğru ilerlemez. Çünkü kendisine böyle yapılmıştı. Şimdi zaman öç alma zamanı zira. Homurdanma sırası ise daha önce binip de arkaya ilerlemeyen ve şimdi durakta bekleyene geçer. Otobüs kaptanları da tüm bu olup bitenleri özümsemiştir. Ne kadar "İlerleyelim" dese de yolcu kendi bildiğini okur.

Aslında otobüsün ortalarına doğru oturan arkadaşlarıyla muhabbet etmek için iki kişinin ayakta koridoru tıkamasından ibaret tüm durum. Onlar yolu tıkayınca otobüse binenler de arka tarafa geçemiyor. Durum bundan ibaret. Bunlara kendine Müslüman dense yeridir.

Ne yapmak lazım? Bunun için öyle uzun uzadıya düşünerek plan yapmaya gerek yok. Özellikle eğitim fakültesinin ders bitişinde durakta bekleyenleri çarşıya götürecek şekilde otobüsler arka arkaya eğitimin önünde beklese yığılma önlenir. Bunu belediye düşünemiyorsa fakülte yetkilileri belediyeden talep edebilir. Böylece otobüsler tıka-basa dolmadan hareket eder. Şoför, aynaları daha rahat kontrol eder. Duraktaki binemeyenler diğer seferi beklemez. Ara durakta bekleşen yolcular daha fazla durakta beklemezler. Acil işi olan mağdur olmaz. İnsanlar özel arabaya yönelmez. Bir kaza esnasında can pazarı yaşanmaz. Bunun için tek yapılacak olan planlamadır. Bu planlama aynı zamanda insanımıza verilen bir değerin de göstergesidir. Zira balık istifi bu durum, anlayışı hizmet olanlara yakışmıyor. 08.03.2018, Ramazan Yüce, Konya


7 Mart 2018 Çarşamba

Siyasetin Tuzu Kuru **

Hangi TV'yi açsam "Sandık güvenliği, yüzde 10 seçim barajı, seyyar sandık, ittifak, uyum yasaları, 50+1..." tartışmaları gırla gidiyor. 2019 seçimlerine nereden bakılırsa mahalli seçimlere bir, Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlere bir buçuk yıl olmasına rağmen biz daha şimdiden seçim sath-i mailine girdik görünüyor. Yeri geldiği zaman "Siyasette 24 saat uzun bir süredir" denmesine rağmen.

Seçimle ilgili bu hararetli tartışmalar her gün evimize misafir olurken nedense siyasetimiz, Meclis'te yapması gereken tartışmayı stüdyolarda yapıyor. Amaçlarının üzüm yemek olmadığı, vatandaşa mesaj vermeye çalıştıkları aşikar. Özellikle seçim güvenliği konusundaki tartışmalara bakınca seçimi kaybetmeye namzet olanların şimdiden başarısızlıklarına kılıf bulmaya çalıştıklarını anlamak için birazcık mürekkep yalamaya gerek yok bile.

Bir, bir buçuk yıl öncesinde başlayan bu tartışmaların çapının ve seviyesinin seçim döneminde ne şekilde hararetleneceğini ve toplumu iyice gereceğini, günlerimizi zehir edeceklerini yine bugünden anlayabiliriz. İşin garibi vatandaşın derdi yok bu konuşmaların arasında. Millet aç mı susuz mu işi var mı ülkenin terörle mücadelesi nerede? Daha ne kadar bu durum devam edecek? Düşünen yok. Kayıkçı kavgası gibi devam ediyor aralarındaki atışma. Olan da vatandaşa oluyor. Çünkü zat-ı âlilerinin tuzu kuru.

Kim ne konuşursa konuşsun sonunda iş, siyasetin ipini elinde bulundurana dayanıyor. Yani seçim vb. yasalardaki değişiklikte onun dediği olacak. Şimdiden seçime hile vb. şeyler katılacak şeklinde "yerim dar" dercesine felaket tellallığı yapanlar, seçimi veya seçimleri tartışılır noktaya taşımaktan ziyade, seçimde son sözü söyleyecek vatandaşın ayağına gidip olanı ve olması gerekeni anlatsalar ve milleti ikna etseler seçime bir sıfır önde başlamış olurlar. Kimse unutmasın ki bu millet inandığına, ikna olduğuna oy verir. Kendine güvenen, halkın içine karışır; önce halkın derdine ortak olur. Vatandaşı anlayan, onu dinleyen kazanır. Yoksa şimdiden başlayan mazeret üretmeye vatandaşın karnı tok. Siyaset zırlama yeri değil. Her şeye karşı çıkmak hiç değil. Problemi tespit edip çözüm üretme yeridir.

Sonra bu ülke bir seçimden diğer seçime hep siyaset konuşmak, gerginlik siyaseti izlemek zorunda mıdır? Her akşam sayısız TV kanalında canlı yayında onları dinlemek ve seyretmek zorunda mıdır? Her gün bir TV kanalında boy göstermektense ne zaman halkın içerisine girip halkla hemhal olacaklar? İzlediği siyasette samimi olanlar, halkı ve bu ülkeyi düşünenler fildişi kulelerden bakmayı bırakıp tabanın içine girmeliler. Yoksa ekranda kendileri söyler, kendileri dinler, halk bildiğini okur/yapacağını yapar.

Asgari müştereklerde buluşma diyebileceğimiz siyasette anlaşabilecekleri hiç ortak noktaları yok mu? Varsa çıkıp halka bunu anlatsınlar. İllaki halkın arasına bunlar, adaylar belli olduktan sonra mı çıkacaklar? Bu ülkede siyaset yapacaklarsa ilk önce samimiyet testini başarıyla geçmek zorundalar. Yoksa her seçim boyunlarının ölçüsünü alır, oturur kalırlar. Yok, bu işler zor diyorlarsa başta TV kanalı olmak üzere hiçbir yerde gölge etmesinler. Bak o zaman bu halk izlenen siyasete minnettar kalır. 07.03.2018, Ramazan Yüce, Konya

** 11/03/2018 günü Kahta Söz'de yayımlanmıştır.

Kadınlar Gününe Ramak Kala Ben

Bugün ve yarın gündüz, öğle-akşam arası eve girmem yasak. Çünkü gün varmış. Haydi yarın(08.03.2018) "Kadınlar Günü",  kadın kadına günlerini kutlasınlar diyeceğim. Bugün de onların günüymüş ve eve erkek sinek bile girmemeliymiş. Yoksa güne halel gelir. Durum böyle ise oyun bozan olmayayım, diyerek işten sonra yollara kan revan oldum, rüzgar nereye sürüklerse. Dolaşa dolaşa soluğu Evliya Çelebi'de aldım. Dünyayı dolaşmasam da en azından Evliya Çelebi'nin parkında turlayayım.

Açık havadaki bu hapis hayatım, akşama kadar sürecek. Daha bu işin bir de yarını var.  Umarım akşam olunca gün sona erer. İlgi, alaka var deyip günün akşamında da oturmaya devam ederlerse işte o zaman yat ağla, kalk ağla Ramazan! Eğer yatacak yer bulabilirsem.

Merak ettiğim, niçin erkeklerin bir günü yok belirli gün ve haftaların içerisinde. Kadınlara yönelik bu pozitif ayrımcılık ne zamana kadar devam edecek? Ne zaman erkeklerin yüzü gülecek? Biz bu makus talihimizi ne zaman yeneceğiz? Bizim bu çilemiz ne zaman sona erecek? Bu karanlık günlerin sabahı olmayacak mı?

Artık bu aşamadan sonra erkeklere pozitif ayrımcılık istemek lazım. Zaten bütün günler kadınların. Günlerinde ne zaman gün göreceğiz? Ayrıca bir de "Kadınlar Günü"ne ne gerek var? 

Evet, yılda bir kez de olsa "Erkekler Günü" istiyorum. Ayrıca bu yazım, günlerinde gün görmediğimiz tüm kadınların "Kadınlar Günü"ne armağan olsun. 07.03.2018, Ramazan Yüce, Konya