7 Mart 2018 Çarşamba

Nev-i Şahsına Münhasır Bir Site Sakini

Bazı insanlar vardır ki, nev-i şahsına münhasırdır. Çevrenizde vardır mutlaka böyleleri. Değerini, çevresi takdir edeceği yerde bu tipler kendilerine olduğundan fazla bir değer biçer. Hal böyle olunca kimse yanına kolay kolay uğramaz, kendileri de başkasına  müdane etmez. Ne başkası kendilerini anlar, ne de kendileri başkasını. Toplum içinde yaşar gider. 

Evinden işine, işinden evine gider durur. İlim adamı olması hasebiyle zaman zaman sempozyum vb. nedenlerle yurt dışına gider gelir. Mahallede ve sitede ne bir kimseye gider, ne de kimse gelir evine. Evinin sırtına yeni bir komşu gelmişse "Kimsin, necisin, hırlı mısın, hırsız mısın, hoş geldin" demez. Keyfi çatarsa sitenin içinde, herkesin gelip geçtiği yerde, rüzgarlı bir havada mangal da yakar. Başkası dumanından, kokusundan rahatsız olurmuş, çocukların canı çekermiş, kime ne? Ev kendisinin değil mi? Dilediğini yapar? Kimden izin alacak, kimden çekinecekti? Kiracıdan mı? Güldürmeyin adamı!
*
Yeni aldığı evine taşınırken kimseyle vedalaşmadı. Zaten hoşgeldin de dememişti. Çünkü gelenler hep kiracıydı, ev sahibi olsa o zaman değişir, belki hoş geldin derdi. Emsali yok dediği eski evini satmaya kalktı. "Değerini vermiyorlar" diyerek satmaktan vazgeçti. Sonunda yüksek bir meblağla iş yeri olarak evini kiraya verdi.

Yeni kiracısı, komşunun düğünü mü var, rahatsız olur mu demedi. Bir ay boyunca takur-tukur evin içinde çalıştı durdu, matkap çalıştırdı. Merdivenlere ait sergiyi herkesin gelip geçtiği yere attı, aylarca durdu orada. Gidip çöpe atmadı. Meğersem ev sahibi, "Bunu atma, ben alacağım" demiş. Üzerinden kış geçtikten sonra gelip geçen biri, "atıver" dediğinden nihayet çöpe atılmış. Halbuki adam ne emeklerle almıştı zamanında onu. Yazık olmuş!
*
Evini iş yeri olarak verse de zaman zaman görünür. İşte o günlerden biri. Kimse girmesin diye tel ile çevirdiği bahçesindeki ağaçları budamaya gelmişti. (Sahi, mangalı niçin bu çevirdiği yerde yakmamıştı da sitenin içinde yakmıştı? Caddeye bakan bu yerde yakmış olsaydı işlek caddede arabasıyla gelip geçen ne kokusunu alır, ne de görürdü. İçeride yakmalıydı ki başta sırtındaki kiracı komşusu ve dolup gelen yine kiracı olan Suriyeliler kokusunu almalıydı. Bu fikri de İsraillilerin hapisteki Filistinliler, kokusunu alsın diye cezaevi penceresinin önünde mangal yaktıklarından esinlenerek almıştı. Ama güzel fikir! Belki de İsrailliler bunu örnek almıştı. Ama zamanında patentini almadığı için hak iddia edemiyordu.) Budadığını gelip geçenlerin yolu üzerine attı. Başkasının ayağı takılır düşer demedi. Çünkü o, ev sahibiydi. Sitede her türlü tasarrufu yapma hakkına sahipti. Rahatsız olan ya oradan geçmeyecekti, ya da alıp çöpün yanına atacaktı. Onu da mı beyefendi atacaktı? Ziraatçı olması hasebiyle budamanın piriydi, ama çöpe atmak onun görevi değildi. Sonra bulunduğu öğretim görevliliği ünvanına yakışmazdı. Bir defa o, site için bir şans idi. Ama muhit değerini bilmiyordu.
*
Akşam çarşıya çıkarken baktım, budanan dallar çöpe atılmamış, gelip geçilen yere paralel bir şekilde istiflenmişti. O mu yaptı, başkası mı bilinmez, ama en azından görüntü kirliliği duvarın kenarına itilmişti. Bunu neden yaptı? Bizim gibi aklı kıtlar onu anlamazdı. Belki de o odunları bir ihtiyaç sahibi götürüp doğalgaz kombisinde yaksın diye düşündü. Belki de kurumaya bıraktı. İleride bir gün gelir, yine eskisi gibi sitenin içinde mangal yakarım diye düşündü.
*
Sitemizin kadir kıymet bilmeyen insanları kıymetini bilemedi bu ilim adamı mangalcımızın. Umarım gittiği yeni sitede değerini bilen insanlar çıkar. Şayet bu eski komşumu çok beğendiyseniz, onunla komşu olma şansınız var. Zira yeni dairesinde bol miktarda satılık daire var. Elinizi çabuk tutsanız iyi olur. Çünkü ne demişti atalarımız, "Ev alma, komşu al."
Ben mi? Kendisiyle az da olsa konuşmuşluğum ve komşuluğum var. İtibarsa yeter bu kadar. Biraz da siz faydalanın... 07.03.2018, Ramazan Yüce, Konya

5 Mart 2018 Pazartesi

Konyaspor'da İşler İyi Gitmiyor


Bir zamanlar yönetici bulmakta zorlanan Konyaspor, bir ekibin yönetimi üstlenmesiyle birlikte önce Super Lig, lig üçüncülüğü, ardından Ziraat Türkiye Kupası ve Super kupa ile kurulduğu andan bugüne en büyük başarıyı gösterdi. Birkaç yılda arka arkaya gelen bu başarılar Konyalıları fazlasıyla memnun etti. Takım Avrupa maçlarında bir varlık gösteremese de çıta yükseltmişti.

2017-2018 sezonuna gelince takıma nazara mı geldi, bilinmez. Takım teklemeye başladı. Neredeyse maç kazanamaz oldu. Hatta ligin altlarına demir attı. Taraftarın sabrı taşmaya başladı. Kötü gidişe son vermek için teknik direktöre yol verildi, bir başkasıyla yola devam kararı alındı. Ara dönemde transfer yapıldı, kiralık futbolcu alındı. Bu hafta, öbür hafta derken istenilen başarı bir türlü gelmedi. Dengimiz takımlara bile sahamızda oyunumuzu sergileyemedik. Derken ikinci teknik direktörle de yollar ayrıldı. Ardından Konyaspor daha sezonun ortasında üçüncü hocasıyla sözleşme imzaladı.

Her bir hoca yeni bir umuttur. Umarım yeni hoca, takıma moral motive olur da takım bir çıkış yakalar. Bu sezon üst sıralarda tutunur diye umutlanılan takım küme düşmez. Şu anda seyircisi ve yönetimiyle herkes, takım küme düşmesin diye çabalıyor. Daha her şey bitmiş değil, takımların arasında makas iyice açılmadı. Ardı arkasına kazanılacak iki maç, takımı yine eski havasına getirecektir.  Yeni bir hoca değişiminde felaket tellallığı yapmak istemem ama takımın başına getirilen kişi, bildiğim kadarıyla hangi takımı almışsa sonunu getirmedi. Birkaç hafta çalıştırdıktan sonra çekti gitti. Geçmiş örneklerine bakınca aynı tavrı burada da gösterir diye düşünüyorum. Keşke hoca seçiminde biraz acele karar verilmeseydi. Umarım yanılmış olurum.

Değinmek istediğim bir başka husus da takımda işler kötü gidince bütün oklar Konyaspor Yönetim Kuruluna döndü. Yönetimden biri, alınan bir futbolcu veya gönderilen bir hoca ve yerine getirilen bir teknik direktörle ilgili taraftarı bilgilendirme yoluna gidince taraftar, “Siz ne zaman gideceksiniz, daha ne duruyorsunuz, sonunda takımı düşüreceksiniz” benzeri acımasız yorumlar yapıyor. Tamam, işin başında yönetim var. Takımda iyi şeyler olmayınca eleştiriden yönetim de payını alacaktır ve almalıdır. Fakat eleştiri seviyesini korumak gerekiyor diye düşünüyorum. Bu yönetim değil miydi kimsenin sahip çıkmadığı bir dönemde takımın başına gelip ve takımı birkaç yıldır başarıdan başarıya götüren. Haydi diyelim ki yönetim istifa etsin. Yerine kim gelecek, takım bu vaziyette iken kim üstlenir bu görevi. Sonra olağanüstü kurula gitmek şu durumda zaman kaybından başka bir şey değil. Çünkü nereden bakarsanız olağanüstü bir kurul için en az iki aya ihtiyaç var. Yeni yönetim geldiği zaman neredeyse lig sezonu biter, düşecek ve çıkacak takımlar belli olur.

Bence şu anda taraftarı, futbolcusu, yönetimi ve teknik heyetiyle birlikte kenetlenip bu badireden nasıl çıkabiliriz diye düşünelim. Temenni etmem, ama farz edelim ki takımın ligden düşmesi kesinleşti. İşte o zaman önümüzdeki sezona takımı hazırlayacak yeni bir yönetime ihtiyaç olur, takım bir taraftan formalite maçlarını yaparken diğer taraftan da yeni yönetim seçilir. Şu durumda bundan başka yapılabilecek bir şey yok görünüyor. Yine yönetimi eleştirelim ama insaf sınırlarını aşmadan. 05/03/2018, Ramazan Yüce, Konya


4 Mart 2018 Pazar

Spor Kulüpleri ve MEB

Skor ve puan durumu dışında sporla daha doğrusu futbol ile çok ilgilenmem. Dışardan gördüğüm kadarıyla kulübün başına seçimle gelenler, takımlarını başarıya götürmek için takımı baştan aşağıya yenileme yoluna gider. İlk iş olarak teknik direktörü değiştirir, teknik heyetin raporu çerçevesinde bazı futbolcularıyla yollarını ayırır, yerine yenisini alır. Hiçbir şey yapmayan kulüp yönetimi takımına takviye yapar. 

Lig başlamadan önce kulüp hazırlık çalışmasına başlar, lige hazır hale gelir. Lig başladıktan sonra takım istenilen ve hedeflenen başarıyı yakalarsa kulüpte her şey yolunda gider. Takım arka arkaya yenilir, hedeflenen başarıdan uzaklaşmaya başlarsa teknik heyetten hesap sorulur. Gerekirse bazı futbolcuların kulağı çekilir, olmazsa süresiz kadro dışı bırakılır. Beklenen başarı gelmezse kulübün taraftarları her maçta "Yönetim istifa!" protestosu yapar. Gelen tepkilere kulüp daha fazla direnemez ve sonunda teknik direktörün görevine son verilir. Yerine yeni bir teknik heyet getirilir. Takımdaki kötü gidiş devam ederse kulüp, olağanüstü kongreye giderek mevcut yönetim ya güven tazeler, ya da yerlerine yeni bir yönetim gelir. Anlayacağımız kulüpteki futbolcudan, teknik heyete ve kulüp başkanına varıncaya kadar herkes hesap verir ve bedelini öder.

Hep merak etmisimdir, kulüplerimizdeki bu hesap verme, hesap sorma, niçin diğer kurumlarımızda yoktur? Örnek mi istersiniz? Mesela MEB başarılı bir kurum mudur? Hepimizin malumu olduğu üzere bu ülkede eğitim ve öğretimden kimse memnun değil. Herkes dertli. Hatta sürekli "Ne olacak bu eğitimin hali" diye serzenişte bulunur, hatta isyan ederiz. 

Her türlü tedbir alınmasına, sürekli sistem ve sınav değişikliğine, okul yönetimlerinin yenilenmesine, müfredatların değiştirilmesine, haftalık ders yükünün artırılmasına, Bakanlığın okulları fiziki ve alt yapı ile donatmasına, okulların maddi ihtiyaçlarının büyük çoğunluğunun karşılanmasına, okullarda yetiştirme ve destekleme kursları açılmasına rağmen istenilen başarı bir türlü gelmiyor.

Başarının gelmemesine değişik gerekçeler bulunabilir. Başta Bakanlık olmak üzere veli, öğrenci ve vatandaşına kadar hemen hemen herkes başarısızlığın nedeninin öğretmen olduğu konusunda hemfikir. Bu yüzden Bakanlık, öğretmeni dört yılda bir sınava tabi tutma ve her yıl veli ve öğrenci vb. kişilere puanlatma gibi yeni kriterleri devreye sokmaya çalışıyor. Sonuç ne mi olur? Şimdiden bir şey söylemek mümkün değil. Ama benim gördüğüm, kimsenin bedel ödemediğidir. Haydi öğretmeni sorumlu tuttuk, suçu onun üzerine yıktık. Eğitim ve öğretim belini doğrultabilecek mi? Ya doğrultamazsa birileri özellikle karar verici veya uygulayıcılardan bedel ödeyen olacak mı? Yoksa işin sonunda "Bu öğretmenlerle bir yere varılmaz, çünkü elimizdeki malzeme bu" deyip suçu yine öğretmene yıkarak aynı üst düzey yetkililerle yola devam mı edeceğiz? Yani üst kademeden "Başarısız oldum" deyip istifa eden olacak mı veya onlardan istifaları istenecek mi?

Bence MEB'e, futbol kulüplerindeki başarı ve başarısızlık kriterini getirmekte fayda var. Bedel ödeneceği zaman öğrencisinden, velisine; öğretmeninden, okul yöneticisine; ilçe şube müdüründen, ilçe milli eğitim müdürüne; il milli eğitim müdüründen, daire başkanına; genel müdüründen, müsteşar yardımcısına; müsteşardan, bakanına varıncaya kadar bedel ödemelidir. Bedel derken herkesi asıp keselim demiyorum. Etik olan, üst düzey yöneticilerin istifa etmesidir. İstifalarından geçtim, öz eleştiri yapıp "Yürürlüğe koyduğumuz sistemin eksiklikleri ortaya çıktı, biz bu modeli uygulamamalıydık. Bu modeli ben önermiştim. Bütün suç bende" diye mütevazı davranan ve suçu üstleneni görmedim. Halbuki futbol kulüplerinde takımın başındaki teknik direktörler, maç sonrası düzenlenen basın toplantısında  çoğu zaman "Takımın mağlup olmasında tüm sorumluluk bende, taraftarlarımızdan özür diliyorum" diyerek mağlubiyetin faturasını kendisine kestiklerine şahit oluyoruz. Neden bizim MEB'de faturayı kendine kesene rastlanmaz, niçin kimse burnundan kıl aldırmaz? Niye üzerilerine alsınlar ki? Nasıl ki bizde suçlu belli: Öğretmenler. Suçlu belli iken suçlu aranmaz bizde.

Kimse kusura bakmasın, hep öğretmeni suçlu gören bu kafa yapısıyla eğitim ve öğretimimiz bir yere varmaz.  Yine unutulmasın ki at sahibine göre kişner... 04.03.2018

"Performans Notumu Nasıl Yükseltebilirim" Diyorsan Düş Peşime!


MEB, yürürlüğe koyduğu Öğretmen Strateji Belgesiyle dönülmez bir yola girdi. Gelen tepkiler üzerine bir yıl ertelese de kamuoyunda  veli ve öğrencilerin öğretmenlerine not vermesi şeklinde anlaşılan bu belgenin başarılı olacağına ve öğretmenlerin performansının yükseleceğine Bakanlık, o kadar inanmış olmalı ki yürürlüğe koymak için can atıyor.

Büyüklerimdir, ne yapsa yeridir, bize laf düşmez. Bize gereken ağlayıp sızlamak değil; veli ve öğrenciden nasıl yüksek puan almanın yollarını bulmaktır. Siz, bu iş nasıl olacak diye bekleye durun. Erken kalkan yol alır misali, ben kendim için bir yol haritası belirledim bile.

Hedef kitlemin birinci sırasında öğrencilerim var. Şayet onları ikna ve memnun edersem velilerini de çantada keklik bileceğim. Çünkü çocukları için saçını süpürge eden velilerimiz, çocuklarının memnuniyetinden bigâne kalmayacaktır. Bu bana yol, su, elektrik olarak geri dönecektir. Önce müşteri, pardon öğrenci memnuniyeti önemlidir. Bunun için:
1. Başarılı olsun veya olmasın -ki başarısız öğrenci yoktur, olsa olsa başarısız öğretmen vardır- tüm öğrencilerimin yazılı, performans ve proje puanlarının aritmetik ortalaması, şu andan itibaren yüz üzerinden yüzdür. Bunun için gerekirse sınavdan önce cevaplarıyla birlikte soruları vereceğim. Buna rağmen öğrencim soruyu eksik yaparsa -ki heyecandandır- kendisi ile özel bir görüşme yaparak kağıdını gözümün önünde düzeltmesini isteyeceğim. Öğrencim, "Benim zamanım yok, buna vakit ayıramam, düzelteceksen sen düzelt, şayet düzeltmezsen sene sonu görüşürüz" derse yazılı kağıdındaki yanlışları hiç üşenmeden bizzat kendim seve seve düzelteceğim.
2. Öğrencim derse benden sonra gelirse ona niçin geciktin demeyeceğim. "Hoş geldin yiğidim! Zahmet edip lütfetmişsin, iste dersimi tümden senin için feda edeyim" diyeceğim.
3. Öğrencim ders dinlemek istemiyor mu? Ayağa kalkıp dolaşmak mı istiyor. Yavrum, maşallah, ne güzel kalkıp dolaşıyorsun diyeceğim.
4. Ders esnasında veya bahçede öğrencimi sakin bir şekilde görünce "Yavrum! Neyin var, bir derdin varsa lütfen söyle. Senin için elimden geleni yaparım, biliyorsun. Hatta saçımı süpürge bile ederim. “Müdüre kızdım” derse gerekirse müdürü de karşıma alırım.
5. Öğrencinin kıyafeti okul kıyafeti değilse "Yavrum bu kıyafet sana ne güzel uymuş, uzun saç sana ne güzel yakışmış, okul idaresi seni uyarırsa lütfen benim yanıma gel. Şayet o anda beni göremezsen şu benim telefon numaram. Lütfen 7/24 beni arayabilirsin, diyeceğim.
6. Öğrencim bana ne eleştiri getirirse getirsin müşteri daima haklıdır, bilhassa haksız olduğu anlarda düşüncesiyle ona,  “Ben demokrat bir insanım, istediğini söyleyebilirsin” diyeceğim.
Öğrenciyi kafa kola aldıktan sonra sırada velilerle görüşmem olacaktır:
1.      Velilerime her cuma olmak üzere bayram vb günlerde kutlama mesajı göndereceğim.
2.      Tüm velilerime en kısa zamanda ev ziyaretleri yapacağım. “Çocuğunuz benim hakkımda olumsuz ne söylerse yerden göğe kadar haklı” diyeceğim. Ayrıca, “Efendim! Siz ve çocuğunuz not kaygısı çekmesin. İbrahim peygamberin misafirperverlikte gösterdiği sahaveti ben de not vermede göstereceğim.
3.      Ziyaretim esnasında velim bir gaflette bulunup da çocuğu hakkında “çalışmıyor” şeklinde bir eleştiri getirirse “Beyefendi! Çocuğunuza haksızlık etmeyin, Aslında çocuğunuz çok zeki. Çocuğunuz, ergenliği biraz zor atlatıyor, ayrıca arkadaş kurbanı. Naçizane ben rehberlikte biraz eksiğim. Çocuğunuzun en kısa zamanda bu badireden kurtulacağına inanıyorum” diyeceğim.
İçinizden iş performansa dayanınca adamın veli ziyareti yapacağı geldi şeklinde bir eleştiri getiren olursa iftira atıyorsunuz, derim. Veya ziyaretim esnasında veli, “Sayın hocam, hangi dağda kurt öldü?” derse “Tek amacım, hizmettir. Kimseden bir beklentim yoktur. Kendim için bir şey istiyorsam namerdim. Tek derdim sizi ziyaret edesim geldi” olacaktır.

Veli ziyareti yaptıkça bir evde yaptığım hatayı diğer evde yapmayacak şekilde nabza göre şerbet misali kendimi yenileyeceğim. Hâsılı velim ve öğrencim, yüzüme tükürse bile temel felsefem “Ya Rabbi, şükür!” olacaktır. 04/03/2018, ramazan Yüce, Konya

3 Mart 2018 Cumartesi

Nice Yıllara! *


Bir zamanlar gazeteler, vatandaşın neredeyse tek haber kaynağıydı. Türkiye ve dünyadaki havadislerden haberdar olmak için kimi gazete bayilerine gazete almaya gider, kimi gazeteye abone olur, gazetesi evine kadar gelirdi. Kimi de çay içmek, oturmak için gittiği kahvehaneye gelen gazeteyi okurdu. Kimi haberleri, kimi köşe yazılarını okur, kimi de bulmacasını çözmeye çalışırdı. Hem vakit geçirir, hem de gündemi takip ederdi.

Okumak için gazeteyi eline alan mürekkep kokusunu da alırdı. Okurken usulüne uygun katlar, kimseyi de rahatsız etmezdi. Otobüsle uzun bir yolculuğa çıkan, yola çıkmadan birkaç gazete birden alır, yol boyunca okur giderdi. Gazeteyi okuduktan sonra bir başka yolcuyla gazeteler değiştirilir, bu vesileyle gazeteyi okumaktan bir başkası da faydalanırdı. Okunan gazete atılmaz, paketleme işinde veya yeme-içmede sofra altı görevi yapardı.

Ne zaman ki televizyonlar yaygınlaştı, internet gazeteciliği ortaya çıktı, gazetelerin pabucu dama atıldı dense yeridir. Kahvehane ve iş yerlerine gelen gazetelerin yüzü açılmıyor, doğru dürüst bulmaca çözen yok. Sabah konduğu gibi ambalaj vb. amaçlı kullanılmak üzere kaldırılıyor. Vatandaş haber ihtiyacını neredeyse 24 saat yayın yapan televizyonlardan gidermektedir. Tv izlemeye imkanı olmayan, elindeki cep telefonu marifetiyle Türkiye ve dünyadan haberdar olmaktadır.

Eskiye oranla günlük çıkan gazetelere pek ihtiyaç kalmasa da gazeteler yine çıkmaya devam ediyor, hatta yeni yeni gazeteler yayın hayatına başlıyor. Mütevazı okuyucu kitlesiyle hayata tutunmaya çalışıyor. 

Günlük çıkan gazetelerin ne kadar okuyucusu var diye bir göz attığımızda haftalık ortalaması 3.250.000 civarındaymış. Nüfusu 80 milyona dayanan bir ülke için 3 milyon civarındaki tirajın lafı bile olmaz. Gazetelerin eski okunurluğu ve cazibesi kalmasa da gazeteler, okunsun diye okuyucusunun karşısına çıkıyor, hatta ayağına gidiyor. Gazetemiz Anadolu'da Bugün gazetesi de bunlardan biridir. 5 yıl önce bismillah dediği yayın hayatına doludizgin devam ediyor ve okuyucusuyla buluşuyor. İlk günkü heyecanından bir şey kaybetmeden 6.yıla adım atmanın mutluluğunu yaşıyor ve bugün bu sevincini okur ve sevenleriyle paylaşıyor.

Umarım Anadolu'da Bugün gazetesi basın dünyamızda uzun soluklu olur, doğru ve güvenilir haberleriyle basınımızdaki yerini iyice sağlamlaştırır, nice yıllara adım atar. Bugün Konya-Karaman ve Aksaray'a hitap eden bu gazetemiz –bakarsınız- bir gün ulusal bir gazete olur.

Bu vesileyle günlük haber bulmak ve yayına vermek için zamanla yarışan, gazetenin her bir sayfasını düzenlemek için çaba sarf eden, baskıya veren ve sabahında okunmak üzere bayilerde yer almasını sağlayan gazete çalışanlarına ve gazetenin çıkması için maddi ve manevi desteğini esirgemeyen sahibine nice 5 yıllar temennisinde bulunmak isterim.

Nice yıllara Anadolu'da Bugün! 03.03.2018 Ramazan Yüce, Konya

* 05/03/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



Var mı Bizim Ülke Gibisi?

Dünya yüzeyinde mevcut olan ülkeler arasında herhalde bizim ülke gibisi yoktur. Düşmanla çevrili dense yeridir. Sırtımızı dayayabileceğimiz doğru dürüst bir komşumuz bile yok.  Yunanistan'a mı? Bulgaristan'a mı? Suriye'ye mi? Irak'a mı? İran'a mı? Ermenistan'a mı? Gürcistan'a mı? Azerbeycan'a mı? Hangisine sırtımızı dayayacağız?

Azerbeycan ve Gürcistan dışında sorunumuz olmayan ülke yok gibi. Biri durulur, sonra öbürü başlar. Hep gerginlik, hep kaos. Bakmayın şimdi Bulgaristan ile sorunumuz olmadığına. Yunanistan ile sorunumuz hiç bitmedi. Kıbrıs, Ege Denizi, Adalar sorunu temcit pilavı gibi önümüze gelir veya getirilir. Hiç bir şey yoksa bile mutlaka bir kriz üretilir: Kardak krizi gibi.

Güney sınırlarımıza bakalım? Irak ve Suriye var. Doğumuzda ise İran. Üstelik bunlarla komşuluğun da ötesinde inanç bağımız var. Gerçi Güney komşularımız, Irak ve Suriye mi tartışılır. ABD ile komşuyuz dense yeridir. Dün Irak'tan gelen terörle boğuştuk. Bugün Suriye'den gelen terörle boğuşuyoruz. Orta yerde devlet yok. Devlet görünümlü kukla devletler bunlar. Baba Esed'den çektik yıllar yılı. Şimdi de oğul Esed'den çekiyoruz. Şu anda göğsümüzü gere gere sırtımızı dayayanilebiceğimiz, dost ve kardeş ülke tek Azerbeycan var. Onun dışında hangi komşumuza bakarsak bakalım. Hepsi tökezlememizi bekliyor. Yere yıkılıversek akbabalar gibi üzerimize çullanacaklar. İşin garibi ne kadar uğraşılsa da aramızdaki sorunlar bitmiyor. Çünkü bitirilmesi istenmiyor. Bize bu ülkeyi lütfedip verenler sistemi böyle kurmuş.

Çevremizin düşmanla düşmanla çevrildiği yetmediği gibi dünyaya yön veren sömürgeciler de bize düşman. Bu da doğal karşılanmalı. Çünkü sınırımızdakileri bize düşman edenler de onlar zaten.

Milletçe bu boğma siyasetinden sıyrılmak ve kurtulmak gerekir. Bunun için devleti yönetenler ileriyi gören bir siyasetle iyi bir diplomasi yönetmeli, başta komşularımız olmak üzere kazan-kazan politikası belirlemeli. Siyaset bu işi yaparken vatandaş olarak bizler de başta milli meseleler olmak üzere iyi bir kenetlenmemiz gerekir. Teferruatlara boğulup ayrılık tohumları ekmemeliyiz. İktidarı- muhalefetiyle, Türk'ü-Kürt'yle, Alevisi ve sünnisiyle söz konusu vatan olunca gerisi teferruat diyebilmeliyiz. 03.03.2018 Ramazan Yüce, Konya 

Irkıyla Övünen Övünene...**

Nüfus Müdürlüğü tarafından alt ve üst soy bilgisi vatandaşın bilgisine sunulunca başta sonucu merak edenler olmak üzere ekseriyetimiz e devlet'e yüklendi. 1800'lere kadar giden soy bilgisinden, çoğu umduğunu bulamadı. Çünkü bazılarındaki beklenti, hangi ırka mensup olduğunu öğrenmekti.

Irkını bulmadaki çaba ve gayretini gideremeyenlerin merakını bazı siteler giderme yoluna gitti. Yüz tarama sistemine göre kimin hangi ırka mensup olduğu bilgisini veriyordu. Tek yapılması gereken, bir fotoğrafını seçip taranmasını sağlamak. Bunu yaparken de Facebook'tan giriş yapmanı şart koşuyor. Taranan fotoğrafına göre seni herhangi bir ırka ait gösteriyor. Hatta kaçta kaç o ırka mensup olduğunu söylüyor. "Yüzde 110 Türk'sün, yedi ceddin Türk'tür" demek suretiyle oran bile veriyor. Yüzde yüzü anladım da yüzde 110 ne demek anlayamadım. Sonucunu öğrenen eğer Türk çıkmışsa hemen sosyal medyadan paylaşma yoluna gidiyor. "Elhamdülillah Türk'üm" diye sevinci ve mutluluğunu ifade ediyor.

Sosyal medyadaki bu fotoğraf taratıp sonucu öğrenme furyasına ben de katıldım. İlk taramamda yüzde 76 ile Yunan, yüzde 36 ile Kafkas olduğum çıkmışken üşenmeyip ikinci defa tarattığımda yüzde 110 Türk olduğum ifade edildi. Borsa gibi anlık değişiyor mübarek! Yüz taratma işi bana Cumhuriyet'in ilk yıllarında kafatasının ölçülerek Türk'ün kafa yapısının ortaya çıkarılmak istenmesi çalışmasını aklıma getirdi.

Kişilerin farklı günlerde aynı veya ayrı fotoğraflarla yüzünü taratma sonucunun değişmesi de işin ciddiyetsizliğini göstermektedir. İnsanın ırkı borsa gibi anlık değişmez. Aslı ve astarı olmayan bu ırk belirleme işinin, halkın neye temayülü olduğunu ölçmeye yönelik bir yem olduğunu düşünüyorum.

Bizde aslını inkar eden haramzadedir diye bir söz vardır. Herkesin soyunu, sopunu, ırkını öğrenmek istemesi kadar doğal bir şey yok. Fakat ırk, bir övünç veya yergi meselesi olmamalıdır. Çünkü hiçbirimizin hangi milliyetten doğup doğmaması gibi bir seçeneği yoktur. Pekâla ırkımız bir başka milliyete dayanabilir. Kendi inisiyatifimizin olmadığı bir konuda övünmek veya başka bir ırk çıktığı için yerinmek yanlıştır. Çünkü bu ülke bir mozaikler ülkesidir. Her ırktan insan barınmaktadır. 

Kim olduğumuzu öğrendikten sonra bugün ne olduğumuz daha önemli diye düşünüyorum. Ya da kendimizi ne hissettiğimizdir. Önemli olan bulunduğun, ekmeğini yediğin, havasını teneffüs ettiğin, nimetlerinden faydalandığın ülkenin kıymetini bilmek ve onun kalkınması için elinden gelen çabayı göstermektir. Ülkenin geri kalmışlığını ve derdini dert edinmektir. Gerisi, faydası olmayan bir hamasettir. 03.03.2018, Ramazan Yüce, Konya

** 04/03/2018 günü Kahta Söz'de yayımlanmıştır.