10 Aralık 2017 Pazar

Beş Ay Sonra da Taziye Olmaz ki!

Vatandaşın temmuz ayının ortalarında ağabeyi vefat eder. Cenazeye katılacak eş ve dostun haberi olsun diye sosyal medyadan "Ağabeyim vefat etmiştir, cenazesi yarın ikindi vakti Parsana Camisinde kılınacak cenaze namazının ardından Musalla Mezarlığına defnedilecektir" şeklinde bir paylaşım yapmış.

Ne var bu paylaşımda diyebilirsiniz? Paylaşımın kendisinde bir sorun yok. Çünkü sosyal medya hem haberleşme, hem de sevinç ve üzüntülerin paylaşıldığı yer ne de olsa. Mesajı görenin cenazeye katılması, başsağlığı dilemesi de normal. Sanal da olsa taziye yorumları da normal. Cenaze, haberdar olan eşle, dostla kaldırıldı. Mezarlıkta taziyeler kabul edildi. Buraya kadar her şey normal.

Anormallik, beş ay sonra ortaya çıktı. Nasıl mı? Daha önce cenazeden haberi olmayan biri beş ay sonra cenaze paylaşımının altına "Başınız sağ olsun" diye bir yorum yazar. Geçmiş paylaşımlara yorum yapılınca paylaşım yeni bir haberi gibi öne çıkar bu alemde. Bunu gören sanki paylaşım yeniymiş gibi taziye mesajı yazmaya başlıyor. Ne tarihine bakan var, ne de ağabeyin daha önce ölmemiş miydi diyen. Yorum üstüne yorum yağıyor. Belki de yeni yorum yazanların büyük bir kısmı daha önceden sıcağı sıcağına taziye bildiren yorumlar yapmıştı.

Profilindeki beş ay öncesine ait ağabeyinin vefatını belirten paylaşımına yeni yorumların yapıldığını görünce profil sahibi, öyle zannediyorum; 'Ne oluyor, ağabeyim yoksa öldükten sonra yeniden dirilip tekrar mı öldü' diye düşünmeye başlamıştır. Garibimin beş ay öncesinde defnettiği ağabeyinin acısı yeniden depreşmiş olmalı. 

Beş ay önce vefat eden biri için beş ay sonra taziyede bulunanlar öyle böyle değil, baya da kelli-felli adamlar. Toplum psikolojisi dedikleri veya şartlanmışlık dedikleri böyle bir şey olsa gerek. Ayrıca "Bu toplum balık hafızalı, çabuk unutur" dediklerine bir örnektir. Ciddiyetten uzak bir taziyedir. Ben söyleyeceğimi söyledim. Takdir sizin... 10.12.2017

İçimiz Kan Ağlarken Bazılarının Uğraşı *

Zaman zaman geri plana düşse de dünya ve Müslümanların gündeminden hiç düşmeyen bir konudur Filistin meselesi. Kanayan yaramız maalesef. ABD'nin yeni kovboyu dünyadaki diğer sıkıntılar yetmezmiş gibi "Kudüs'ün İsrail'in başkenti olduğunu” ilan ederek patlamaya hazır bombanın fitilini ateşlemiş oldu.

Dünya kamuoyu ayakta. Türkiye, tek başına bu haksız uygulamaya karşı çıkmaya çalışıyor. Filistinliler yeniden üçüncü intifadasını başlattı. Üzerlerine bombalar patlamaya başladı. Daha ilk gündem dört kişiyi şehit verdiler. 

Türkiye'deki Müslümanlar kâh cami önlerinde, kâh meydanlarda, kâh sosyal medyada İsrail'i telin etmeye çalışıyor. Bu meseleyi dert edinen herkes gücü nispetinde bu konuyu gündemde tutmaya çalışıyor. Bunları her birimiz biliyoruz. Dikkat çekmek istediğim başka benim.

Filistin gündemdeyken başka ne meselesi olabilir diye düşünebilirsiniz? Sosyal medyayı kullananların dikkatini çekmiştir bu. Farkında olmayanlar için bu konuya işaret etmek isterim. Millet sosyal medyada 'İlk kıblemiz gidiyor, peygamberimizin miraca çıktığı yer işgal altında, Mescid-i Aksa elden gidiyor' türünden paylaşım yaparken hafif mürekkep yalamış bazıları, "Efendim, Mescidi Aksa ilk kıblemiz değil, Mescidi Aksa adı altında paylaşılan resimler, Kubbetüs sahra resmidir; yok peygamberimiz miraca çıkmadı. Millet cahilce bilir-bilmez paylaşım yapıyor. Bu konuda benim falan kitaptaki açıklamama bakabilirler" şeklinde paylaşım yapma yoluna gittiler. Düzeltmelerin içeriğine girmeyeceğim. Doğrudur-yanlıştır demeyeceğim. Bu tiplere -maalesef içlerinde konusunun uzmanı Prof’lar da var- el insaf! İlk önce neyi, nerede, ne zaman söyleyeceğinizi bilin de öyle gelin diyeceğim. İslam'ın mukaddes bildiği Haremi Şerif elden gitmiş, bizimkiler ilmi mütalaa yoluna gidiyor. Utanmıyorsanız bari Allah'tan korkun, diyeceğim bunlara. Bu tiplerin durumu, bir gemi yolculuğunda nahvi(Arapça gramer bilgisi) çok iyi bilen birisi gemidekilere 'Nahvi bilir misiniz' diye bir soru sorar. 'Bilmiyoruz' cevabı alınca 'Gitti ömrünüzün yarısı' der. Az sonra çıkan deniz fırtınasıyla birlikte gemi batmakla yüz yüze kalır. Gemidekilerden biri nahiv ustasına, 'Hocam! Yüzme bilir misin' diye bir soru sorar. Hoca, 'hayır' cevabı verince 'O zaman gitti ömrünün tamamı' der. 

Bizim Kudüs üstatlarının durumu, hikâyedeki nahiv üstadına benzer. Nahivci, en azından daha fırtına çıkmadan, ortada  tehlike yokken nahiv bilgisini konuşturarak havasını atıyor. Şimdikiler, tehlikenin içinde ilimle uğraşıyor. Derin bilgileriyle hava atıyorlar. Aman bilginiz sizin olsun, eksik olun yeter. Ayıp yahu! Vallahi ayıp, billahi ayıp, tallahi ayıp. En azından susun bari!

Bir sevindirici haber, Türkiye’nin başkanlığını yaptığı İslam İşbirliği Teşkilatı toplantısında Kudüs ile ilgili bir dizi karar alınarak ABD’nin tek taraflı aldığı karara tepki gösterilmiş oldu.  14.12.2017 Ramazan YÜCE 

* 16/12/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

9 Aralık 2017 Cumartesi

İsme Bakın Hele!

Muhammed Fethullah Kazım
Bu, bir çocuğun ismi. Yazık! Ömür boyu bu yükü taşıyacak.
Adını söylerken bile kaç nefes alacak?
Kağıda yazsa A4 kağıdının yarısını kaplar.
Bu kadar isim üstüne düşse çocuğun balı yarılır.
Aile büyükleri bu ismi koymak isterken:
-"Peygamberin adını koymak için Muhammed,
-Bir zamanlar hoca efendi diye bilinen zata olan sevgiden dolayı Fethullah,
-Dedenin gönlü olsun diye Kazım" diyelim demiş olmalılar.
Keşke aile büyükleri, herkesi memnun etmek yerine verdikleri isimle çocuğu memnun etmeyi deneselerdi.
Çocuğun ismi gözümün önüne gelince gözüm yoruluyor. Hangisiyle hitap edeyim diye bir an düşünüyorum. Sonra en kısasını seçiyorum.
Çocuğun yüzüne bakıyorum. Ciddi ve karamsar bir görüntüsü var. İçinde ne kıyametler kopuyor, kim bilir? Belki de ben bu kadar ismi nasıl taşıyacağım diye düşünüyor olmalı.
Biri kendini uyaracak olsa 'Muhammed Fethullah Kazım' diye sesleninceye kadar zaten iş işten geçmiş olur. Zaten ismin biri de bugün anılacak gibi değil.
Sahi, siz bu çocuğun yerinde olmak ister miydiniz?
Çocuk ileride ismini kaşe olarak bastırmak istese mühürcüler isyan eder.
Allah kimseyi bu çocuğun durumuna düşürmesin.
Dua edin çocuğun soyadını yazmadım... 09/12/2017 Ramazan YÜCE

Tek Sermayeleri Taş *

Tek dertleri tüm diğer ülkelerdeki insanlar gibi insanca yaşamak, evlenip çoluk-çocuğa kavuşmak; sıcak bir evleri, işleri-güçleri olsun olmalı. Ama olmadı bir türlü. Dertlerin beterini kaç nesil birden çekti, çekiyor, çekecek. Babadan oğula, anneden kızına miras geçer gibi geçti; bela, musibet, kan ve gözyaşı. Nice aileler yok oldu. Yok olmadıysa da her evden mutlaka cenaze ve cenazeler çıkmıştır. Hapishaneye girmeyen yok gibidir. Çoğu cezaevlerinden dâr-ı bekaya gitmiştir. Çoğu da doğup büyüdüğü ülkeye hasret. Ya sürgün hayatı yaşıyor, ya da mülteci durumunda. Her güne bombayla uyandı, eğer uyuyabildilerse.

Osmanlı’nın tarih sahnesinden çekildiğinden beri yüzleri gülmedi hiç. Ne çocuğu çocukluğunu yaşadı, ne de büyüğü büyüklüğünü. Hiçbir gün geçmedi ki yüzleri gülsün. Hep kan, gözyaşı, ölüm ve işkence onların üç öğün yemeği oldu. Osmanlı’nın tarih olmasıyla birlikte onların imtihanı başladı. Bitmedi, hala da devam ediyor. Filistinliler’den bahsediyorum. Hani İshak peygamberin soyundan gelen İsrail Oğullarıyla baba bir kardeş olan İsmail peygamberin soyundan. Ne sağlam, ne metin insanlarmış. Öldürüle öldürüle bitmedi. Yıllardır işgal altında olmalarına rağmen hala dimdik ayaktalar. Dünyanın en şedit terör devletine karşı ölüm-kalım savaşı veriyorlar. Savaş dedimse ölüm-kalım mücadelesi onlarınki. Çünkü tek taraflı bir savaş onlara yapılan. Elleri-kolları bağlı, her yönden çepeçevre kuşatılmış durumdalar.

Tek sermayeleri taşlar. Masrafsız silah yani. Zaten başka bir silah edinmelerine ne paraları yeter, ne de izin veren. İsrail’in bomba, silah, dipçik, tank, uçağına karşı hiç ümitlerini yitirmeden yaşam mücadelesi veriyorlar. Ne korku var, ne de yeis. Ağızlarından çıkan, ‘La ilahe illallah’tan başkası değil. İsyan etmediler hiç. Hiçbir zaman için pes etmediler, Seslerini dünyaya duyurmaya çalıştılar. Zaman zaman intifada başlattılar, zaman zaman canlı bomba oldular. Tüm dünyaya ‘Burada insanlık yok ediliyor, soykırım uygulanıyor’ mesajı vermek istediler hep.

Dağı-taşı, demiri-çeliği ses verdi de insanlıktan hiç tık çıkmadı. Herkes aman bize bir şey olmasın deyip kafasını kuma gömdü, bana dokunmayan yılan bin yaşasın dedi. İsrail de bunu fırsat bildi. Ne Yehova ne der, dedi; ne dünya kamuoyu ne der dedi. Ne de Cumartesi günleri bari Filistinliler bir nefes alsın dedi. Gözü dönmüş bir şekilde saldırdı Filistinli’ye. Biliyor ki yaptığı zulüm âbâd olmayacak. Bunu bildiği için tek Filistinli kalmayacak şekilde dünyanın gözünün içine baka baka sömürgeciliğine ve zulmüne devam ediyor. Niye etmesin ki, nasılsa ne yapıyorsun diyen var? Ne de bu yaptığın ayıp diyen var? Allah korkum olmasa, vicdanımı dizginlemişsem, gözümü hırs bürümüşse, elime fırsat geçmişse ben de İsrail devletinin yaptığını yapardım herhalde. Çünkü bir Filistinli yaşadıkça rahat yüzü olmazdı benim için. Gün gelir hesap döner kabusunu yaşardım. Kimse İsrail devletinden geri adım ve merhamet beklemesin. Çünkü Allah, “İman edenlere düşmanlık etmede insanların en şiddetlisinin Yahudiler olduğunu” belirtiyor ayeti kerimesinde. İsrail de bunu yaşıyor ve gereğini yapıyor.

Filistin’in yüz yıldır devam eden çilesini görünce Osmanlı’yı bir kez daha hayırla yâd etmek isterim. Çünkü denge unsuruymuş, Müslümanların hamisiymiş. Ne zamanki o tarih sahnesinden el çektirildi, başta Filistin olmak üzere Orta Doğu rahat yüzü görmedi. Müslümanlardaki bu zihin yapısıyla gün göreceğe de benzemiyor. Filistinlilerin bu durumu, elliden fazla olan İslam dünyasının bir ayıbıdır, Filistinlilerin değil. Filistinlileri kendi haline, kaderine terk eden Arap ülkeleri bu ayıbı hep taşıyacak. Yaşarken onursuz bir şekilde yaşayacaklar. Filistinliler ise çile ve dert ile yoğrulmuş bir halk olarak belki ölecek ama onurlu bir şekilde ölecekler.

Allah kimseye Filistinliler’in gördüğü imtihanın onda birini göstermesin ve yaşatmasın. Biz onların davasına sahip çıkamadık. Tek sermayeleri taş olan bu yiğit insanlara yardım etsin. “Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin (Filistinlilere yüklediğin) gibi ağır yük yükleme.” Bugün zulüm yapan İsrail oğullarına, geçmişte yaptığın gibi “…üzerlerine tufan, çekirge, buğday güvesi, kurbağa ve kan musallat kıl.” Öyle bela ve musibetler ver ki diğer zulmedenlere ibret olsun. 09/12/2017 Ramazan YÜCE

* 11/12/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

7 Aralık 2017 Perşembe

"Deliyim Deli! Var mı Diyeceğiniz?"

Dünyanın son yüzyılında meydana gelen her olayda ABD söz sahibi ve oyun kurucu. Her türlü savaşın, pisliğin içinde bu ülke var. Silah onda, güç onda, en büyük ordu onda, para onda, uydu devletler arkasında.

Beklemediği bu güç onu sevincik delisi yaptı. Tıpkı gök görmediğin yaptığı gibi. Kendisini dünyanın hakimi sanıyor. Bu yüzden nerede bir halt işlenecek; o, orada. Her türlü rezaleti işlerken maşalar kullanıyor hep. Yaptığı savaşları kendi ülkesi dışında yapıyor. Kendisinin burnu kanamıyor. 

Oyun kurucu hep. Oyun kurarken hiçbir zaman tek ata oynamaz. Birden fazla atı piyasaya sürer. Her ata yem verir. Hangi at galip gelirse onunla çalışır. Kolay kolay kaybetmez. Kaybetti denilen yerde bile kazanır. 

Dağ kanunu en büyük yol haritasıdır. Başarıya giden her yol mübahtır onun için. Gerekirse terörist ile çalışır.  Kah başka ülkelerde kendisi adına çalışacak grupları besler, kah faizi yükseltir, kah indirir. Piyasaya sürdüğü karşılıksız para ile dünya ekonomisine yön verir. Kendi parası karşısında geri kalmış ve gelişmekte olan devletlerin parasının değerini düşürür. Kah değerlendirir. Hep kriz çıkarır ki burnunu sürteceği ülkenin ekonomisinin parasıyla oynar. Silah satar durmadan. Haddini bildireceği  ülkeye ambargo uygular, uymayanı yargılar ve cezalandırır. Bankalar arası para trafiğini kontrol eder. Daha olmadı teröre yardım ediyor diye bir ülkeyi işgal eder, gırtlağını sıkar, parasına el koyar. Ayakbağı olan, politikasını benimsemeyen, ardında saf tutmayan, kendisine diklenen ülkeye her türlü yaptırımı reva görür.

Akıttığı kanı, yaptığı ve yaptırdığı terörist eylemleri yeterli görmezse, işgal etmek istediği ülke için yeterli bir delil, kamuoyunu ikna edecek bir gerekçe bulamazsa ülkesindeki İkiz Kuleleri havaya uçurur. Ardından girmek istediği ülkeyi işgal eder.

Hep kazanmaya alıştı, kimse de sesini çıkarmıyor ya, burnunun dikine gider. Kaybedeceğini anladığı zaman iyice hırçınlaşır, saldırır. Asla kaybetmeye tahammül edemez. Varlığını Yahudi sermayesine borçludur. Bu yüzden Musevi lobisinin emrinden çıkmaz. Onların başkentini bile ilan eder.

Hasılı delidir, ne yapsa yeridir, sonradan görmedir, sığır yetiştiriciliğinden gelmedir aslı. Dünya sessiz kaldıkça "Ben ne yaparsam odur" diyor. Bu deliliğine rağmen güce boyun eğen bu dünya oldukça azgınlığı devam edecektir. "Bu delice hareketlerime rağmen hala elimi sallasam ellisi geliyorsa, ben her şeyi yaparım" diyor. 

Ayakta kalmasının başka da çaresi yok. Çünkü borç batağında. Çırpındıkça batıyor, battıkça hırçınlaşıyor ve yalnızlaşıyor. Beklenen sonunu gördükçe korkusundan işemeye başladı. Hep de cami duvarına işiyor, İslam'ın mahremine pisliyor. Sonradan görüp de arsızlaşan ne oldum delilerinin sonu hep hüsrandır. Bırakın biraz daha azsın, saldırsın sağa-sola, tıpkı deli danalar gibi. Tünel göründü. Bu asrın insanları bu müstemlekenin feci yıkılışına şehadet edecek, yakındır. Çünkü Güneş balçıkla sıvanmaz. 

ABD, yaptıkları tuğyanın bedelini ağır ödeyecek. Ama ABD'nin zulmüne sessiz kalıp sesini çıkarmayan dünya daha ağır bedeller ödeyecek; bu dünyada olmasa, öbür dünyada. 07.12.2017

Üç Kağıt Ekonomisi

Ekonomiden hiç anlamam. Anladığım tek şey cebimdeki paranın alım gücüdür. Hayat pahalılığı cebime dokunduğu zaman işler iyiye gitmiyor derim. 

Piyasayı arz-talep belirler normal şartlarda. Ama nice zamandır piyasalar arz ve talebe göre şekillenmiyor. Dünyayı şekillendirenler durmadan parayla oynuyor. Orta ve dar gelirlinin emeğinin karşılığı olan parayı cepten nasıl çıkarır, nasıl iç ederiz? Bunun için kriz üzerine kriz çıkarmak suretiyle insanın elinin kiri olan parayla oynuyorlar sürekli. Doymadılar dünyayı sömürmekten. İnsanımızın alın terleterek kazandığı elinin emeği parayı pul etmek için her yolu deniyor küresel güçler. Ellerindeki en büyük silah paradır. Kah kuru indirir, kah yükseltirler. Doymak bilmiyorlar bir türlü. Dinleri, imanları paradır. Bunun için gözlerini kırpmadan öldürürler gerekirse. Her yol mübahtır paraya ulaşmak için.

Bugünkü uygulanan ekonomik sistem ne serbest piyasadır, ne alın terinin karşılığının alındığıdır, ne de arz ve talebe göre oluşur. Üç kağıt ekonomisi diyeceğim bugünkü uygulanmakta olan sisteme ama ne üçü, ne beşi maalesef. Bitmeyen savaşlar da bunun içindir, yapılan terör eylemleri de, çıkarılan krizlerde.

İnsanlığı kalmamış, robotlaşmış insan görünümlü azmanların elinde oyuncak maalesef insanlık denen şey. Para musluğunu ellerinde bulunduran bu tipler, soyunu-sopunu besleyecek paraya sahip. Ama gözleri doymuyor bir türlü. Bunlar ne durdan anlar, ne de laftan. Bir vadi dolusu versen, ikinci vadiyi ister. Tüm dertleri vatandaşın boğazına gireni de almak. Bunları olsa olsa ancak toprak paklar. Fakat bunlar geberince yetiştirdikleri çırakları devreye giriyor. Maalesef hız kesmeden devam ediyor para babalarının dünya hırsı.

Bu dünyanın ne yapıp ne edip para kurundan, özellikle dolar belasından kurtulması gerekiyor. Dünya, ya tek para para birimine geçmeli, ya da dünyanın her bir ülkesinde tedavülde olan karşılıksız basılmış dolardan elini çekmeli. Yok, buna güç yetmez deniyorsa dolar karşısında paramız pul olmaktansa tüm dünya kendi parasını kaldırarak dolarla alışveriş yapmalı.

Milli paraların kaldırılarak dolarla alışveriş yapılması önerime haklı olarak tepki gösterebilirsiniz. Burada bir realiteden bahsediyorum. Çünkü ABD, kurduğu üç kağıt ekonomisiyle paramızla oynayıp duruyor. Zaten bugün TL kullanmakla beraber her türlü fiyat ayarlaması dolara göre yapılmıyor mu? Doların inişinden ve çıkışından etkilenmiyor muyuz? Yok, biz başkasının parasını kabul etmeyiz dersek o zaman üretime dayalı bir ekonomiye hızlıca geçmemiz, sıcak para sirkülasyonu ile yaşamaktan kurtulmamız gerekiyor. Yoksa biz bu sömürgeci, terörist devletin kendisinden ve parasından daha çok çekeceğiz. 07.12.2017 Ramazan Yüce




6 Aralık 2017 Çarşamba

Alın size sorumlu bir veli profili!

Veli toplantısı ve karne haftası dışında okula çocuğunun durumunu öğrenmek için gelen veliyi severim. Zira veli toplantısında çocuğuyla ilgili yeterli bilgi alamaz. Sadece rutin konuşma geçer veliyle, öğretmen arasında. Karne haftası okula gelen velinin derdi çocuğunun durumunu öğrenmekten ziyade çocuğuna not istemektir genelde.

Bugün dersimin boş olduğu bir saatte 8.sınıfta okuyan çocuğunun durumunu öğrenmek için öğretmenleriyle görüşmek üzere gelen bir veliyle muhatap oldum. Daha doğrusu nöbetçi öğrenci, öğretmenler odasına girip "8/... sınıfı öğretmeni var mı içinizde? Bir veli çocuğunun durumunu öğrenmek istiyor" dedi. Kimseden ses çıkmadı ve çocuk geldiği gibi çıktı. Sonradan kulak misafiri oldum bu tek taraflı monolağa. 

Çocuğu hakkında bilgi vereyim diye ardından çıktım, çünkü o sınıfa ve okuldaki tüm 8.sınıfların dersine giriyordum. Veli koridorda bekliyordu. 'Kimin velisisin?" dedim. Çocuğunun adını söyledi. Söyledi ama ismini verdiği çocuk o sınıfta değildi. "Beyefendi! Çocuğunuz, dediğiniz sınıfta değil, 8/...sınıfında" dedim. Veli, 'Öyle mi? Ben 8/...sınıfında sanıyordum" dedi. "Çocuğunuzun dersi bende iyi, bir şikayetim yok, efendi ve sorumlu bir öğrenci" dedim ayrıldım.

Veli, başka öğretmenlerle görüşmek için ayrıldı. Kime ne sordu, çocuğu hakkında öğretmenler ne bilgi verdi bilmiyorum. Velinin benimle işi bitti ama benim onunla işim bitmedi. Çünkü sene içerisinde çocuğunun durumunu sormaya gelen bu sorumlu veli, sevincimi kursağımda bıraktı. Maalesef çocuğunun hangi sınıfta olduğunu bilmeyecek kadar da sorumluydu. Olabilir, en azından çocuğunun hangi okulda okuduğunu ve kaçıncı sınıfta olduğunu biliyordu bari. Çünkü geçmişte çocuğunun kaçıncı sınıf olduğunu bile bilmeyen öyle veliler gördüm ki...bu onlar içerisinde yunmuş yıkanmışı sanki.

Veliyle işim bitmedi hâlâ. Çünkü veli beni geçmişe, yani 2000 öncesinde başıma gelen bir anekdotu hatırlattı yeniden. Yaşlanınca insan anılarla yaşıyor. Çünkü anılar, insanın koltuk deynekleridir.

Adıyaman Kahta'da görev yaparken bir köy ve bir mezranın sayımını yapmak için nüfus sayımında görevlendirilmiştim. Her sonu sıfır veya beş ile biten yıllarda sayım yapıldığına göre 1995 veya 2000 yılı idi. Ama kuvvetle muhtemel 1995 yılı olsa gerek. Önce mezraya vardım, bir eve misafir ettiler beni. Sırayla geldi aile reisleri hane fertlerini yazdırmak için. Onlar söyledi, ben yazdım. Hem kolum yoruldu yazmaktan, hem de namaz vakti geçiyor. "Namaz kılabilir miyim" dedim. 'Elbette' deyip seccadeyi serdiler önüme. Onlar bekledi, ben namazımı kıldım. Namazdan sonra kaldığımız yerden nüfus sayımına başladım tekrar. Bir ara "Hoca da bizdenmiş. Hocam! Doğum kontrolü hakkında ne dersin? Caiz mi" dediler. Devir Demirel'in cumhurbaşkanı, Çiller'in başbakan olduğu ve nüfus planlaması adı altında doğum kontrolü bizzat devlet tarafından özendirilmeye çalışıldığı dönemdi. Dilimin döndüğü kadar bu konudaki görüşümü söyledim. Ardından sırası gelen aileyi yazmaya devam ettim. Zira ben ev ev gezmedim, sırası gelen benim misafir edildiğim eve gelmişti. İlk başka kaç kişisiniz diye soruyordum. Ardından aile reisi ve eşini, sonra da çocuklarını yazıyordum tek tek. Her hane çocuk demekti. Mübarekleri yaz yaz bitmiyordu bir türlü. Yazdıkça ürüyordu desem yanlış olmaz. Baba söylüyor, ben yazıyordum. Çocuğun biri bittikçe, diğeri diyordum. Baktım adamdan ses yok. Haydi söyle, şu kadar çocuk var demiştin, daha var dedim. Adam, 'Biliyorum var da...' dedi. İyi söyle o zaman dedim. 'Söyleyeceğim de unuttum' dedi. Neyi unuttun dedim? 'Çocuğun adını' deyince misafir olduğuma, bana ikram ettikleri yemeğe aldırmadan 'Be kardeşim! İnsan çocuğunun adını unutur mu? Bak az önce bana, doğum kontrolünün caiz olup olmadığını sordunuz. Madem doğurduğunuz çocuğunuzun adını unutacaksınız, o zaman ne diye doğuruyorsunuz?' diye kızdım.

Nedense 22 yıl önce başımdan geçen bu anıyı hatırlattı bana bugün çocuğunun durumunu öğrenmek için okula gelen velim. Benim gevezeliğim bu kadar yeter. Karar ve yorum sizin... 06.12.2017 Ramazan Yüce