30 Eylül 2017 Cumartesi

"Kime Ne?" *

Eskiden toplumca ayıp karşılanan bir davranışı yapmaya insanlar çekinirdi. Çünkü 'Millet ne der, konu-komşu ne der, el âlem ne der' endişesi taşınırdı. Yok, ben illaki yapacağım diyen olursa gizli-kapaklı yapardı bu işi.

Son yıllarda free takılmak moda oldu. Kazara birisi, 'Bu yaptığınız ayıp' diyecek olsa 'Kime ne?' denerek sözü kişinin ağzına tıkmak bir adet haline gelmeye başladı.‘Sana ne’ sözünün kibarca söyleneni yani. Genelde bu sözü değerlerimizi hiçe sayan, önemsemeyen ve kendi yaptığını doğru kabul eden kimse ve kesimler söyler oldu. “Ben kimseden çekinmem, ki ben ne yaptığımı biliyorum” havası yaygın bu tiplerde.

Sık sık duymaya başladığımız bu cümleyi en son tutuklu olan bir gazetecinin tahliye olması sonrasında fazlasıyla duyduk. Malumunuz gazeteci bir yıldır tutuklu idi, serbest kalınca çıkışta eşiyle dudak dudağa olan öpüşme sahnesi gazetelerde yer aldı. Bu görüntüyü eleştirenler olmuş olmalı ki gazete köşelerinde savunma yazılarına rastladım. Üstelik “kime ne? Eşi değil mi? Size mi soracak öpüşeceğini? Öpüşmeye de mi karşısınız?” gibi yazılara yer verildi.

Sahneye tekrar göz attım acaba kimsenin olmadığı bir ortam mı diye. Yok, etrafında insanlar var. Yani herkesin gözü önünde cereyan ediyor bu eylem. İnsanın eşini sevmesi, öpmesi, öpüşmesi kadar doğal bir şey yok. Özellikle uzun süre görüşmemişlerse. Zaten kimsenin de buna bir şey diyeceğini sanmıyorum. Burada tepkinin eylemin alenen olmasına diye düşünüyorum. Kapalı kapılar ardında, kimsenin olmadığı ıssız ortamlarda veya yatak odasında olması gereken bu öpüşme sahnesinin meydanlarda icra edilmesinedir.

Niyetim bu sahnenin oluşmasına sebebiyet verenleri falan eleştirmek değil. Zaten kimsenin kimseye karışamadığı günleri yaşıyoruz. Kim karışmaya kalkarsa en ucuz yoldan ‘kime ne’ eleştirisine muhatap olmaktadır. Daha ileriye götürüp uyaranı tekme tokat dövüp hastanelik edenler de var. Sadece ‘kime ne’ye muhatap olmak ‘Dua et! İyi günümdeyim, yoksa ben sana gösteririm gününü, verilmiş sadakan var’ gibi bir şey bu.

Bu görüntüye sebep olanlar, bu görüntüyü eleştirenler ve savunanlar şunu bilsin ki kimsenin insani bir eylem olan sevgiye, öpüşmeye falan karıştığı yok. Burada bu eylemin nerede olduğuna bakmak lazım. Biz böyle her hareketi savunurcasına ‘kime ne’ dersek yarın bizi örnek alan küçükler büyüyünce bugünkü eleştirdiğimiz eylemi, milletin gözü önünde bir ileri merhalesine taşıyıp ‘kime ne’ derlerse o zaman ne yapacağız? Unutmayalım ki çocuklarımız bizim ileriye attığımız oklardır. Attığımız oklara dikkat edelim, zira onlar bize baka baka büyüyorlar. Demek ki bu işler böyle de olabiliyormuş bilinci yerleşecek zihinlerine. Biz bugün birilerince masum görünen bu hareketi yaparsak yarın çocuklarımız yatak odalarını meydanlara taşırlarsa hiç şaşırmayalım. Özellikle toplumsal bir görev icra eden kişilerin bu tür eylemlere dikkat etmelerinde fayda vardır. Zira ‘İmam osurursa cemaat pisler’ deriz çoğu zaman. Değerlerimizi, kültürümüzü, örf ve adetlerimizi bu şekilde ‘kime ne’ diyerek yozlaştırmayalım. Haydi bu iş yapıldı diyelim, bari bu görüntüyü çekerek cümle aleme servis etmeyelim.

Yok, hala ‘kime ne’ denerek haklılık savunulacaksa  bize de ‘Bari bu işi az ötede yapın’ demek düşer. 30/09/2017

* 02/10/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

28 Eylül 2017 Perşembe

Kuzey Irak Meselesi *

Kuzey Irak Kürdistan Bölgesinde bağımsızlık referandumu olacak mı olmayacak mı derken halk oylamasına gidildi. Devletiyle milletiyle referanduma kilitlendik. Gördüğüm kadarıyla Türkiye Irak’ın toprak bütünlüğünden yana tavır aldı. Yanı başında  bağımsız bir devlete sıcak bakmadı. Üst seviyede tepki gösterdi bu referanduma. Türkiye’nin dışında İran da bu halk oylamasına karşı çıktı. Yapılan referanduma çoğu ülke karşı çıkarken İsrail’in tek başına destek vermesi manidar olmaya manidar.

Çoğu devletin sıcak bakmadığı bu referanduma ABD de yaptığı açıklama ile karşıymış görüntüsü verdi. Oylama biter bitmez ‘İlişkilerimizi etkilemez’ diyerek referandumun arkasında kendisinin olduğunu göstermiş oldu. Zaten Barzani ABD’den destek almasa böyle bir ortamda bağımsızlık adımı atması mümkün değildi.

Bağımsızlık oylamasının yapıldığı bölge, Körfez Savaşında ABD’nin Irak devletine yasak alan ilan ettiği 36.paralelin kuzeyi. Bu bölge Irak’ın bir toprak parçası olarak görünse de Irak bu bölgedeki hakimiyetini kaybedeli çok oldu.  Hoş bugün Irak’ta devlet var mı yok mu, bu da tartışılır. Tüm uğraşı ikinci Şii devletini nasıl sağlamlaştırabilirim, ABD’nin haklarını nasıl koruyabilirim hesabı yapıyor. Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi uzun süredir zaten bağımsız bir şekilde hareket etmekteydi. 2005 Irak Anayasasında referandum hakkı da elde etmişlerdi zaten.

Ülkemizde referandum öncesi başlayan tartışma halen devam etmekte. Her konuda olduğu gibi tartışmayı yine beceremiyoruz. Konunun enine-boyuna konuşulması maalesef bu ülkede mümkün olmuyor. Kürtlerin büyük bir çoğunluğu kurulacak bu devlete sıcak bakarken Türklerin çoğunluğu böyle bir devlete soğuk bakmaktadır. Konu ırk bazında tartışılıyor veya öyle bir algı var kamuoyunda. Tartışmanın ırk bazında değerlendirilmesi de içimizde yaşayan Kürt vatandaşları yaralamaktadır.

Sonunda Kuzey Irak’ta yapılan referandumla bağımsız bir devletin temelleri örülmeye başlandı. Bundan sonra siyasi konjenktüre göre hareket edecekler. Er veya geç Türkiye’nin yanı başında beğensek de, beğenmesek de, istesek de, istemesek de bir devlet kurulacak. Çünkü oyun kurucu biz değiliz. Dünyayı yönetenler ‘kur’ dedi ki bu işe kalkışıldı. Bu durum bu bölgeye yabancı değil. Nasıl ki Birinci Dünya Savaşı sonrası Osmanlı’yı parçalayarak irili ufaklı 50 civarında ülke icat etmişlerse bu devleti de icat ederler. Müslümanların kaderi de bu maalesef. Dünyada devletler birleşirken bizler ayrışmaya doğru gidiyoruz. ABD’nin kendisi devletlerden oluşmakta, Rusya dersen hakeza. Avrupa ise tek devlet olmak için Avrupa Birliğini kurdu. Başka ülkeler bakkal dükkanından hipermarkete dönüşerek güçlerine güç katarken bizler bakkal dükkanına dönüşmeye çalışıyoruz. Hasılı dünya Mersin’e giderken biz yine tersine gidiyoruz. Küçük olsun, benim olsun mantığı geçerli buralarda.

Bu devlet er veya geç kurulacak kurulmaya. İnşallah adı bağımsız fakat bir başkasının güdümünde bir devlet olmaz. Eğer öyle olursa gerçekten bir çıbanbaşı olur, bir başka süper gücün yanı başımızdaki kuklası olur. Bizim karşı çıkmamıza rağmen bizim dışımızda bu olaylar cereyan ediyorsa hamasi duyguları bir tarafa bırakarak olaya reel yaklaşmakta fayda var. Ülke olarak soğukkanlı olmalıyız. Yangına körükle gitmemeliyiz. İçimizde yüz yıllardır bir ve beraber yaşadığımız, et-tırnak olduğumuz, kız alıp verdiğimiz insanlarımızı incitmemek gerek. Birlikte nasıl bir sinerji meydana getirebiliriz, ileride nasıl birlikte hareket ederiz soruları üzerine yoğunlaşmakta fayda var. Elimizde imkan ve güç yok iken köprüleri atmamak lazım. Zaten normalinden fazla düşmanımız var dünya yüzeyinde. Yeni düşmanlar edinmemek gerek.

Unutmayalım ki şer gördüğümüzde hayır, hayır gördüğümüzde de şer olabilir. Zaman her şeyin ilacıdır. Önemli olan bu ortamdan nasıl rol çalabiliriz hesabı yapmak lazım. Dünya siyasetinde gücün kadar değerin vardır. Maalesef güçlü bir devlet değiliz. Ki biz 1980’lerde bağımsızlığını ilan eden KKTC devletini bile dünyaya tanıtıp bağımsız yapamadık. Endişelerimizi dile getirmekle beraber ilişkileri belirli bir seviyede tutmak gerekir diye düşünüyorum. İnsanlar incindiği gibi devletler de incinir. Eleştiri ve hassasiyetlerimizi daha güzel bir üslup ve yöntemle yapmaya çalışalım. 29/09/2017

* 30/09/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


26 Eylül 2017 Salı

Çöp Sepetiyiz Sanki!

Hepimizin tanıdığı, arkadaşlık yaptığı kişi ve gruplarla ilgili zaman zaman "Ben onu tanıyamamışım, farklı bir yüzü varmış, ben çok safmışım, yıllar yılı beni uyutmuş..." gibi serzenişlerimiz olur. Çünkü insanoğlunun kendini gizleme yönü vardır.

İnsanlar bir kişi veya grubu iyi olarak tanıdığı zamanlarda onlar hakkında olumlu kanaatini açıklamış olabilirler. Gerçek yüzü ortaya çıktıktan sonra uzaklaşır, mesafe koyarlar.

Gel zaman git zaman bu insan önemli bir makama gelse birileri tarafından eski defterler açılır. Geçmişte ne düşündüğü, ne dediği, ne yazdığı bir bir ortaya dökülür. Sanırsın ki yazıcı meleği. Günümüzde FETÖ hemen hemen bu tiplerin belası durumunda. "Efendim şu makama getirmeyi düşündüğünüz bu kimse geçmişte Gülen hakkında şunu dedi, onu şöyle övdü, Abant Platformuna katıldı, dinler arası diyalog hakkında şunu söyledi..." şeklinde yazılır, çizilir.

Bu tipler herkesi kendisi gibi yunmuş yıkanmış sanıyor. Kimse kendisi gibi ileri görüşlü değil ki! Bu ülkedeki tek şanssızlığı hep kanmış ve kandırılmış insanların içerisinde yaşıyor olması. Tevazuundan olsa gerek. Bereket bu ülkeyi terk edip gitmiyor.

Bunlara göre herkes FETÖ'cü. FETÖ'nün hizmet hareketi olarak görüldüğü dönemde kim bunların önünden, arkasından geçmişse, sofralarına oturmuşsa, çocuğunu dershanelerine vermişse, gazetesine abone olmuşsa veya "Türkçe Olimpiyatlarını gözü yaşlı izlemişse, onların toplantılarına katılmışsa bu kimse katıksız FETÖ'cüdür. Sonradan "Ben bunları yanlış tanımışım, bunlar derviş görünümlü hainmiş" dese bile inanmaz böyleleri. Fayda da etmez zaten. Bu tiplerin işi-gücü geçmiş defterleri karıştırmak olur. Umarım iyi niyetlilerdir. Farz edelim ki iyi niyetli bunlar. Bu yaptıkları insan öğütmekten, bir insana töhmetle bakmaktan öteye geçmez. Ortalığı velveleye vererek kafalarda müphemler oluşturur. Elinde geçmiş söylenenlerin dışında o kişinin o yapıyla hala irtibatlı olduğuna dair yeni bilgi ve belge olsa gam yemeyeceğim.

Böylelerinin amacı üzüm yemek falan değil. Bu kimselere geçmişi bırakıp yeni şeyler söylemek lazım cancağzım demek lazım. Unutmasınlar ki geçmişi karıştırmak kedi ve köpeğin çöpü karıştırmasına benzer. Ne biliyorlar ki belki adam geçmiş yaptıklarına nedamet duymuştur. Bırakın da kimin, ne olduğuna devlet ve yetkili organları baksın. Sosyal medyadan, gazete köşesinden kimse ucuz mücahitlik yapmasın, insanların kafasında 'acabalar' oluşturmasın. Gerçeklerin bir kötü yönü var, er veya geç ortaya çıkar. Kendini gizleyen mutlaka kendini ele verir.

İnsanları yaftalamayın. Ya o kişi geçmişine sünger çekmişse, bugün o yapıyla bağını tümden koparmışsa ne yapacaksınız? O kişiye iftira atmış olursunuz. Ben bilmem ben hatayı kabul etmem, geçmiş de olsa bu adam odur, bak ben hiç hata yaptım mı diyorsa böyleleri, kusura bakmasın kimse kendisi gibi sütten çıkmış ak kaşık değildir. Keşke bunun gibi mükemmel olan biri kelaynak kuşları gibi aramızda dolaşacağına kendisi gibi yanılmayan, hata yapmayan birkaç kişi yetiştirseydi ülkeye en büyük iyiliği yapmış olurdu. 26.09.2017

Minibüste Malum Suriyeli Geyiği

Çarşıya gitmek için minibüsü tercih ettim bugün. En öne oturdum. Adalhan'a yaklaşırken şoför "Alaaddin'e gidecek Suriyeliler vardı. Burada inip yürüsün" dedi. İnen olmadı. "Suriyeliler, burada ineceksiniz...herhalde anlamadılar" dedi. Sonra arka tarafta oturanlardan biri "Alaaddin! İnin, buradan direk...direk" dedi ve eliyle Alaaddin tarafını gösterdi. Nihayet Suriyeliler indi.

Suriyeliler inerken yine arka taraftan bir kadın sesi dolmuşun sessizliğini bozdu: "Anlar onlar, anlamazlar mı? İşlerine geleni anlar bunlar. Dertleri, yanlış yerde inip kendilerini Alaaddin'e kadar attıracaklar. Bunların anlamadığı yok. Ganimet gibiler. Bizimkiler Suriye'de savaşsın, bunlar burada keyif çatsın. Bayrama gidip geliyorlar. Durmadan çocuk doğuruyorlar, en ufak bir şeyde tüm Suriyeliler bir araya geliyorlar..." dedi yüksek sesle. Şoför 'anlamadılar' dediyse de kadın "Hı anlamazlar?" diyerek konuşmasına devam etti kızgın bir şekilde. Kadın konuşurken en arkada oturan bir erkek söze girdi. "Hastane bunlarla dolu, her yer bunlarla dolu. Biz muayene olamıyoruz, bunlar oluyor. Bizimkiler orada ölsün, bunlar burada çocuk doğursun, gitmez bunlar. Niye gitsinler rahatları iyi. Beyşehir'de, Karapınar'da, Antep’te bir Suriyeli kalmadı. Hepsini attı oradakiler, temizlendi oralar" dedi. Erkek bıraktı, kadın aldı lafı. Epey sürdü bu ikili diyalog o kadar kişinin içinde.

Az sonra kadın inecek var dedi. İnerken başımı çevirip inen bayana baktım. Yaşlı bir teyzeydi inen. Gözünde gözlük, başında başörtüsü ile kayboldu az sonra. Dolmuş hareket ettikten az sonra da erkek indi. Kilosu o biçim biriydi. Dolmuşçu, "Konuşan erkek esmer vatandaşlardan" dedi. İyi ki ülkeyi bunlar yönetmiyor, dedim. Kalan birkaç kişiyle birlikte az sonra ben de indim.

Konu Suriyeli meselesi. İçimize o kadar işlemiş ki birbirini tanımayan iki kişi ortak noktada buluşabiliyor. Bereket uzun yolculuk değildi bizimkisi. Değilse içleri Suriyeli dolu olan bu iki kişi konuşmasına devam edecekti. Konuştuklarını görünce sanırsın ki bu iki insanımız ülke meselelerine hakim, ellerinde imkan olsa hemen çözecekler bu meseleyi. Herhalde ülkeyi bu ikisi yönetse gördükleri Suriyeli’yi kıtır kıtır keser. Kanları da berbat diye belki boğma yolunu tercih ederler. Sayıları çok olduğu için çocuk doğurmasınlar diye ilk önce hadım etme yoluna da giderler. Hiçbir şey yapamasalar bir parça ekmeği esirger, açlığa mahkum ederler. Bu hışım, bu düşmanlık, bu kin nedir anlayamadım. Okullarımız Suriye düşmanlığı adı altında ders verse inanın bu kadar Suriyeli düşmanı çocuk yetiştiremez. Sanırsın ki ülkedeki tüm Suriyeliler’e bu ikisi bakıyor, sanırsın ki kendi yiyeceği rızıklarını Suriyeliler iç ediyor. İçimizdeki Suriyeliler bir gitse ülkenin tüm sorunu bitecek. Keşke sayıları bu iki kişiyle sınırlı olsa hiç gam yemeyeceğim. Sadece Konya’yı dolaşsan bu ikisindeki nefret duygusunu taşıyan yüz binleri rahat bulabilirsin. Bu bakış açısı, bu konuşma sağlıklı bir bakış değildir, hiç hayra alamet değildir. Ortaokul seviyesindeki öğrencilere varıncaya kadar bu nefret duygusunu görmek mümkün. İçimizde yaşayan Suriyeliler’e karşı oluşan bu nefret duygusu bu şekilde devam ederse yarın Allah göstermesin en ufak bir çatışmada, anlaşmazlıkta konu nedir, ne değildir, kim suçlu demeden Suriyeliler’in üzerine çullanırız.

Niyetim burada Suriyeliler’i savunmak, onlara düşmanlık değildir. Suriyeliler’in içimizde olması arızi bir durumdur. İnşallah ülkelerinde sulh meydana gelir de hepsi memleketlerine çeker gider. Başkasının yaptığı kavganın, savaşın ceremesini bu ülke çekiyor. Suriyeliler bin katını çekiyor. Hangi birimiz iyi-kötü yerleşik hayatımızı terk edip terki diyar etmek isteriz. Aramızda Suriyeliler yaşıyor, dolaşıyor da çok mu mutlular? Onların niyetlerini okuyacağımıza anlamaya çalışsak, hangi birimiz içlerinden ne geçirdiğini bilebiliriz? Kimin çocuk doğurmasına sekte vurabiliriz. Dua edelim, Allah bu ülkeyi bize bağışlasın, onların başına gelen bizim başımıza gelmesin. Allah bizi bu şekilde imtihan etmesin. Şayet böyle bir durum başımıza gelirse ne gidecek yerimiz var, ne de bize kucak açacak yer.

Suriyeli düşmanlığı yapanlar! Öyle zannediyorum, onlara bugüne kadar zırnık koklatmadınız. Tercihinizdir, vermeyebilirsiniz. İçinizden onlara karşı kin de besleyebilirsiniz. Ne olur bunu dışarıya vurmayın. Yardım edecek olan etsin, etmeyecek/edemeyecek olan gölge etmesin. Yoksa bu gidişat bizi de götürür. Suriyelileri ayıplamayalım, içlerinde birkaç kişinin yaptığı kötülüğü tüm Suriyeliler diyerek toptancı hale getirmeyelim. Bu mültecilerle sorunu olanlar lütfen güvenlik kuvvetlerine haber versin. Çünkü içimizdeki bu nefret racon kesmeye kalkarsa çok kan akar. 26/09/2017



23 Eylül 2017 Cumartesi

Bir Gönül Adamıydı Hep

Yazılarında dert sahibi olduğu görülürdü hep. Nerede yazarsa çizgisini hiç değiştirmedi. Kim, ne der demedi. Çok güzel bir üslup kullandı. Kimseyi kırmadı, dökmedi. Zaten istese de beceremezdi. Zira mizacına tersti kırıp dökmek.

İstediği bir köşe idi derdini anlatabileceği. Kendisine kucak açılan her yerde yazdı. Siyasi ikbal peşinde koşmadı. Konuşması, yazması ve yaşantısıyla hep örnek bir kişilik sergiledi. İçinde bulunduğu camiasına leke gelmesin diye çabaladı. Yapılan hata ve yanlışlar varsa onları dillendirmekten geri kalmadı. FETÖ ile mücadelede yapılan yanlışlara dikkat çekti. Herkesin kaçınıp sakındığı, destek vermediği  bir ortamda FETÖ mağdurları varsa onları sayfasına taşıdı. Dilinin döndüğü kadar haklının, doğrunun yanında oldu. 

Mağduru ele almak, Müslümanca duruş sergilemek öncelikli konusuydu. Konjektör icabı çoğu kimsenin sesini çıkaramadığı bir ortamda Erbakan'ın yanında yer aldığını göstermek için 'Savunan adam' başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yazısı çok ses getirdi. Yazıdan bugüne 20 yıl geçmesine rağmen yazısı unutulmadı hiç.

Tüm yazılarında sağduyu, basiret ve feraset hakim olan bu kişi 2017'de istenmeyen adam ilan edildi, yazısı yayımlanmadı, kendisine yol verildi. İşin garibi yazısını yayımlamayanlarla aynı düşüncedeydi. Bazı konularda farklı yol takip edilmesi gerektiğini söylemesine tahammül edilmedi. Tetikçiler devreye girip 'sus' dedi. Sonunda bileti kesildi. Git, istemiyoruz dendi kendisine. O da istenmediğini anladı ama belki dedi durdu. Sonunda yazısı yayımlamayınca istifasını verdi. 

Yaralı bir aslan misali kabuğuna çekildi; üzgün, kırgın ve incinmiş bir şekilde. Ona zor gelen kendi mahallesinin tahammülsüzlüğü. Onların attığı güle çok içerledi. Başkasının attığı taş ona hiç zor gelmedi yıllar yılı. Kendi mahallesinin tetikçileri üzerine gelip boğmaya çalışırken gazete sahiplerinin ve camiasının ileri gelenlerinin sessizliği onu derinden yaraladı. 

Yazık oldu bu yaşlı ve yaralı duayene. Ayıp edildi ona. Böyle mi olmalıydı? Mahalle ve camianın vicdanıydı. Yazıları, duruşu, bakışı, konuşması ve yaşantısı ile örnek bir kişilikti. Bu duruşa bile tahammül edemedi mahallesi. Ne yapıyorsunuz bile demedi. Üstelik  tetikçilerin önüne attı onu. Halbuki o, camiam zarar görmesin diye didindi durdu, ömrünü verdi. Karşılığı da kapının önüne konmak oldu. Çünkü dayanamadı tetikçilerin attı taşa.

Halbuki o, taş atmaktan ziyade topladığı taşları bir binayı inşa eder gibi insanın inşası için ilmek ilmek kullandı. Getirdiği taşların hiçbirini kimseye atmadı. Tetikçiler gibi kafaya, göze, kalbe nişanlamadı taşları. Soyadının gereğini yaptı hep.  Taşı gediğine koydu sürekli. Al sana kaya, nerene koyarsan koy demedi.

Merak ediyorum, mahallesindeki farklı ses ve eleştiriye tahammül edemeyenler başkasına neler yapmaz ki! Meydan tetikçi kalemlere bırakılmamalıydı. Gün, tetikçilerin günü olmamalıydı. Bu tetikçiler şunu bilsin ki insanlara korku vererek, onları susturarak, onlara hayat hakkı tanımayarak davaya hizmet edilmez. Kraldan daha kralcı olmalarına gerek yok. 

Bir söz de meydanı tetikçilere bırakıp racon kestirenlere! Siyaset böyle olmaz, farklı sese ve farklı söze tahammül edeceksiniz, eleştirilere kulak vereceksiniz, savunduğunuzda haklı iseniz muhalif sesi ikna edeceksiniz, meydanı tetikçilere bırakmayacaksınız. Bilin ki tetikçiler oy getirmez, götürür. Türkiye'yi baştan başa imar ettiniz, millet istemediği kadar hizmet gördü. Hizmetinizin gönüllerde taclanmasını istiyorsanız insana da yatırım yapın, gönüllere girin, onları küstürmeyin, "Ben yaptım oldu" demeyin. 23.09.2017

21 Eylül 2017 Perşembe

Siyasette İzlenecek Yol

Ülkede bir sorun mu vardır, orada siyaseti görmek mümkündür. Siyasetin görevidir ülke sorunlarına çözüm bulmak. Zaten siyaset de bunun içindir.

Siyaset olaylara ve sorunlara geniş açıdan bakar. Bundan dolayı her kesim ve her meslek insandan faydalanma yoluna gider. Bir olayı çözmek isterken sonu ne olur? Kim, ne kadar etkilenir hesabı yapar. Yapacağı icraatta radikal karar alacaksa tarafları ikna etme yoluna gider. Fazla konuşmaz, icraat yapar. İş bölümü ve görev taksimi yapılır. İstişareye önem verilir. Çok özel bir durum olmadığı müddetçe birbirlerinin çalışma alanlarına müdahale etmez. Paylaşımcı ve şeffaf olur. Kendisine şüpheyle yaklaşan kesimi kazanmaya çalışır. Toplumun hemen hemen her kesimine güven vermeyi benimser. Şaibeli insanları yanından uzaklaştırır, gerekirse cezasını kendisi verir. Kurum ve kuruluşlar arasında bir eş güdüm ve uyum olur. Farklı kesimleri ürkütmemeye çalışır. Kimseyi kırmadan, dökmeden, ötekileştirmeden ülkede barış ve huzur ortamı için çabalar. Konuşmayı değil, hizmeti ön planda tutar. Çatışmayı ve kavgayı değil; uzlaşmayı, asgari müştereklerde buluşmayı dener. Vizyon ve misyona dikkat eder. Eleştirisini ortamında yapar.

Ülkenin genel siyaseti dışında meydanlarda kurum ve kişilere ayar verilmez. Verilecekse de hakimi, savcısı harekete geçirilir. Bazı kişi ve kurumlara cevap verilecekse görevlendirdiği ilgili kişinin yapması beklenir. Bir kişi her işe karışmaz. Sabır ve saygıyı elden bırakmaz. Ekibini emir eri gibi görmez, onlara fazlasıyla değer verir.

Ülke kaynaklarını yerinde ve zamanında kullanır, tasarrufu ön planda tutar, ekonomiyi canlandırmak için çaba sarf eder.

Halkın sevgisini, oy verenlerin sempatisini kötüye kullanmaz. Az konuşur, çok icraat yapar. Zamanı geldiği zaman çoluğu ve çocuğuyla kaçamak yapar, yorgunluğunu atar. Yapacak çok iş var diyerek dinlenmeyi, soluklanmayı bırakmaz. Zira dinlenmek kişinin kendisini dinlemesi, vicdanıyla baş başa kalması demektir. Sürekli çalışan vücut yorgun düşer, vücut kaldıramayınca kişi hırçınlaşır. Sonra gelene ayar vermeye çalışır, gidene ayar vermeye çalışır.

Ülkeyi uluslar arası arenada güzel bir şekilde temsil etmeye çabalarlar. İlişkilerde diplomatik dil gözetilir. Kazan kazan politikası izlenir. Devletler ne dost kabul edilir, ne de düşman. Devletler meydanlarda eleştirilmez, krizler masalarda çözülür. Ser verilir, sır verilmez. Aklına estiği gibi davranılmaz. Benimsenmeyen ilişkilerde öncelik endişeler dile getirilir. Güzel görülen tavırların üzerine hemen atlanılmaz. Sevgi ve yergi tepkisi aynı anda verilmez. Dünya nereye gidiyor nabzı ölçülür. Atacağı taşın kimleri ürküteceği, nelere mal olacağı hesaba katılır. Düşmanın silahıyla silahlanılır. Ayaklar yere basılarak hareket edilir, duygusallığa yer verilmez. Devletlerin iç politikasına karışılmaz. Köre kör denmez. Kılı kırk yararcasına, tere yağdan kıl çekercesine bir siyaset izler. Devletler arasındaki güç dengesini izler, yoğurdu üfleyerek yer. Her şeye karışmaz. Zamanlamaya dikkat eder. Uzlaşma imkanı olan konuları ön planda tutar, çatışma konularını daha sonraya bırakır. 21/09/2017


Eğitim ve Öğretimdeki Sorunlarla Yüzleşelim

Eğitim ve öğretimde kaliteyi yakalamak istiyorsak önce sorunu teşhis etmemiz lazım. Sorunları tespit etmeden başarıyı yakalayamayız. Sorun çok, hepsini yazma imkanım yok. En azından bir kısmına değinmek istiyorum:
1.      Milli eğitimde öğrenci ve veli; öğretmeni, öğretmen idarecisini, idareci ilçe milli eğitimi, ilçe milli eğitim il milli eğitimi, il milli eğitim Bakanlığı; Bakanlık il milli eğitimleri, il milli eğitimler ilçe milli eğitimleri, ilçe milli eğitimler okul müdürlerini, okul müdürleri, öğretmenleri, öğretmenler öğrenci ve velileri beğenmemektedir, sürekli eleştirmektedir. Bunlar birbiriyle irtibatlı, beraber yaşamak zorunda olan düşman kardeşler gibidir. Aşağıdan yukarıya, yukarıdan aşağıya kimse kimseyi beğenmiyor, kimse de burnundan kıl aldırmıyor.
2.      Devlet sürekli sistemle oynuyor. Bir sistem oturmadan, ürün almadan yeniden sistem değişikliğine gidiyor. Plansız bir görüntü çizmektedir. "Ben beğenmedim, haydi değiştirelim" sil baştan mantığı hakim.
3.      Okullarda eleme sisteminin olmaması, herkesin tornadan çıkmış gibi bir üst sınıfa devam etmesi.
4.      "Ne verirseniz, ne ederseniz, sonum ne olursa olsun okumak istemiyorum" diyen öğrenciyi okutmak için uğraşması.
5.      Bakanlığın, veli ve öğrenciye herhangi bir sorumluluk yüklememesi, veli ve öğrenci her daim haklıdır mantığıyla hareket etmesi. Sorunu hep öğretmen ve yöneticisinde arıyor olması.
6.      Her türlü sorumluluğun istendiği okul yöneticisinden yetkinin esirgenmesi, okulun lideri kabul edilen kişinin öğretmeninden düşük ücret alması ve dört yıl sonra o okulda kalıp kalamayacağının belli olmaması.
7.      Bakanlığın, okulu yönetmek için inisiyatif alan yöneticisinin arkasında durmaması, en ufak bir hatasında ipini çekmesi.
8.      Bakanlığın personel alımından, yönetici seçimine; öğretmen alımından öğrenci sınav sistemine varıncaya kadar süreklilik arz eden kriterinin olmaması.
9.      Eğitimin uzun soluklu bir maraton olduğu unutularak yapılan her değişikliğin hemen istenilen meyveyi verme aceleciliği.
10.  Bakanlığın farklı kesimlerin öneri, tespit ve eleştirilerine kapalı olması, ben yaptım oldu mantığıyla hareket etmesi, istişareye özen göstermemesi, yapıcı eleştirilere bile tahammül gösterilmemesi.
11.  Okullarda, Bakanlığın merkez ve taşra teşkilatlarında oturmuş bir kurum kültürünün olmaması.
12.  Giderek azalan torpil, iltimas ve adam kayırmacılığının yeniden hortlatılması. Belli makam ve koltukların belli okul ve zihniyetteki insanlara dağıtılması, farklı düşünen insanlara geçit verilmemesi.
13.  FETÖ olayıyla birlikte FETÖ’cü olsa da, olmasa da insanlara FETÖ’cü yaftasının vurulması, güven ortamının  hiç olmadığı kadar zedelenmesi.
14.  Bakanlığın hangi işi, hangi zaman, ne kadar sürede, kimlerle yapacağım diye bir iş takviminin olmaması, belirlenen takvimi varsa da kendisinin çiğnemesi, zamanlamaya özen göstermemesi. (Okullar açıldıktan sonra servis sorunlarını çözmeye odaklanması, TEOG’un kaldırarak yeni model arayışına girilmesi, 2.il içi ve il dışı öğretmen atamasına imkan vermesi, alan değişikliğini dönem içinde yapması…)
15.  Koyduğu kuralı daha uygulamadan askıya alması (öğretmen rotasyonu gibi)
16.  Her kesimin Bakanlığı olmak yerine belli kesimin düşüncelerine hizmet eder görüntü vermesi.
17.  “Yapacak gücüm ve iradem var, ben her istediğimi yaparım” görüntüsü vererek tevazuu elden bırakması, farklı kesimleri ikna yoluna gitmemesi.
18.  Bakanlığın yönetiminde inisiyatifin oraya görevlendirilen kişide olmaması.
19.  Eğitimde tek tip adam yetiştireceğim görüntüsünün verilmesi, bir okul tipinin ön plana çıkarılması. Bu okul tipinin çok sayıda açılması kaliteyi düşüreceği biline biline açılmaya devam edilmesi.
20.  Merkezin taşraya ve beraber çalıştığı kişilere güvenmemesi, her işe müdahale etmesi, tüm işi merkezden yönetme istek ve arzusu.
21. Devlette toptancı anlayışı hakim kılıyor anlayışının ön plana çıkması, bankamatik memurlarının sayısını çoğaltması. Bunu yaparken de dargın, küskün ve incinmiş insanların sayısını çoğaltması... 21/09/2017