Ana içeriğe atla

Minibüste Malum Suriyeli Geyiği

Çarşıya gitmek için minibüsü tercih ettim bugün. En öne oturdum. Adalhan'a yaklaşırken şoför "Alaaddin'e gidecek Suriyeliler vardı. Burada inip yürüsün" dedi. İnen olmadı. "Suriyeliler, burada ineceksiniz...herhalde anlamadılar" dedi. Sonra arka tarafta oturanlardan biri "Alaaddin! İnin, buradan direk...direk" dedi ve eliyle Alaaddin tarafını gösterdi. Nihayet Suriyeliler indi.

Suriyeliler inerken yine arka taraftan bir kadın sesi dolmuşun sessizliğini bozdu: "Anlar onlar, anlamazlar mı? İşlerine geleni anlar bunlar. Dertleri, yanlış yerde inip kendilerini Alaaddin'e kadar attıracaklar. Bunların anlamadığı yok. Ganimet gibiler. Bizimkiler Suriye'de savaşsın, bunlar burada keyif çatsın. Bayrama gidip geliyorlar. Durmadan çocuk doğuruyorlar, en ufak bir şeyde tüm Suriyeliler bir araya geliyorlar..." dedi yüksek sesle. Şoför 'anlamadılar' dediyse de kadın "Hı anlamazlar?" diyerek konuşmasına devam etti kızgın bir şekilde. Kadın konuşurken en arkada oturan bir erkek söze girdi. "Hastane bunlarla dolu, her yer bunlarla dolu. Biz muayene olamıyoruz, bunlar oluyor. Bizimkiler orada ölsün, bunlar burada çocuk doğursun, gitmez bunlar. Niye gitsinler rahatları iyi. Beyşehir'de, Karapınar'da, Antep’te bir Suriyeli kalmadı. Hepsini attı oradakiler, temizlendi oralar" dedi. Erkek bıraktı, kadın aldı lafı. Epey sürdü bu ikili diyalog o kadar kişinin içinde.

Az sonra kadın inecek var dedi. İnerken başımı çevirip inen bayana baktım. Yaşlı bir teyzeydi inen. Gözünde gözlük, başında başörtüsü ile kayboldu az sonra. Dolmuş hareket ettikten az sonra da erkek indi. Kilosu o biçim biriydi. Dolmuşçu, "Konuşan erkek esmer vatandaşlardan" dedi. İyi ki ülkeyi bunlar yönetmiyor, dedim. Kalan birkaç kişiyle birlikte az sonra ben de indim.

Konu Suriyeli meselesi. İçimize o kadar işlemiş ki birbirini tanımayan iki kişi ortak noktada buluşabiliyor. Bereket uzun yolculuk değildi bizimkisi. Değilse içleri Suriyeli dolu olan bu iki kişi konuşmasına devam edecekti. Konuştuklarını görünce sanırsın ki bu iki insanımız ülke meselelerine hakim, ellerinde imkan olsa hemen çözecekler bu meseleyi. Herhalde ülkeyi bu ikisi yönetse gördükleri Suriyeli’yi kıtır kıtır keser. Kanları da berbat diye belki boğma yolunu tercih ederler. Sayıları çok olduğu için çocuk doğurmasınlar diye ilk önce hadım etme yoluna da giderler. Hiçbir şey yapamasalar bir parça ekmeği esirger, açlığa mahkum ederler. Bu hışım, bu düşmanlık, bu kin nedir anlayamadım. Okullarımız Suriye düşmanlığı adı altında ders verse inanın bu kadar Suriyeli düşmanı çocuk yetiştiremez. Sanırsın ki ülkedeki tüm Suriyeliler’e bu ikisi bakıyor, sanırsın ki kendi yiyeceği rızıklarını Suriyeliler iç ediyor. İçimizdeki Suriyeliler bir gitse ülkenin tüm sorunu bitecek. Keşke sayıları bu iki kişiyle sınırlı olsa hiç gam yemeyeceğim. Sadece Konya’yı dolaşsan bu ikisindeki nefret duygusunu taşıyan yüz binleri rahat bulabilirsin. Bu bakış açısı, bu konuşma sağlıklı bir bakış değildir, hiç hayra alamet değildir. Ortaokul seviyesindeki öğrencilere varıncaya kadar bu nefret duygusunu görmek mümkün. İçimizde yaşayan Suriyeliler’e karşı oluşan bu nefret duygusu bu şekilde devam ederse yarın Allah göstermesin en ufak bir çatışmada, anlaşmazlıkta konu nedir, ne değildir, kim suçlu demeden Suriyeliler’in üzerine çullanırız.

Niyetim burada Suriyeliler’i savunmak, onlara düşmanlık değildir. Suriyeliler’in içimizde olması arızi bir durumdur. İnşallah ülkelerinde sulh meydana gelir de hepsi memleketlerine çeker gider. Başkasının yaptığı kavganın, savaşın ceremesini bu ülke çekiyor. Suriyeliler bin katını çekiyor. Hangi birimiz iyi-kötü yerleşik hayatımızı terk edip terki diyar etmek isteriz. Aramızda Suriyeliler yaşıyor, dolaşıyor da çok mu mutlular? Onların niyetlerini okuyacağımıza anlamaya çalışsak, hangi birimiz içlerinden ne geçirdiğini bilebiliriz? Kimin çocuk doğurmasına sekte vurabiliriz. Dua edelim, Allah bu ülkeyi bize bağışlasın, onların başına gelen bizim başımıza gelmesin. Allah bizi bu şekilde imtihan etmesin. Şayet böyle bir durum başımıza gelirse ne gidecek yerimiz var, ne de bize kucak açacak yer.

Suriyeli düşmanlığı yapanlar! Öyle zannediyorum, onlara bugüne kadar zırnık koklatmadınız. Tercihinizdir, vermeyebilirsiniz. İçinizden onlara karşı kin de besleyebilirsiniz. Ne olur bunu dışarıya vurmayın. Yardım edecek olan etsin, etmeyecek/edemeyecek olan gölge etmesin. Yoksa bu gidişat bizi de götürür. Suriyelileri ayıplamayalım, içlerinde birkaç kişinin yaptığı kötülüğü tüm Suriyeliler diyerek toptancı hale getirmeyelim. Bu mültecilerle sorunu olanlar lütfen güvenlik kuvvetlerine haber versin. Çünkü içimizdeki bu nefret racon kesmeye kalkarsa çok kan akar. 26/09/2017



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde