Ana içeriğe atla

Bir Gönül Adamıydı Hep

Yazılarında dert sahibi olduğu görülürdü hep. Nerede yazarsa çizgisini hiç değiştirmedi. Kim, ne der demedi. Çok güzel bir üslup kullandı. Kimseyi kırmadı, dökmedi. Zaten istese de beceremezdi. Zira mizacına tersti kırıp dökmek.

İstediği bir köşe idi derdini anlatabileceği. Kendisine kucak açılan her yerde yazdı. Siyasi ikbal peşinde koşmadı. Konuşması, yazması ve yaşantısıyla hep örnek bir kişilik sergiledi. İçinde bulunduğu camiasına leke gelmesin diye çabaladı. Yapılan hata ve yanlışlar varsa onları dillendirmekten geri kalmadı. FETÖ ile mücadelede yapılan yanlışlara dikkat çekti. Herkesin kaçınıp sakındığı, destek vermediği  bir ortamda FETÖ mağdurları varsa onları sayfasına taşıdı. Dilinin döndüğü kadar haklının, doğrunun yanında oldu. 

Mağduru ele almak, Müslümanca duruş sergilemek öncelikli konusuydu. Konjektör icabı çoğu kimsenin sesini çıkaramadığı bir ortamda Erbakan'ın yanında yer aldığını göstermek için 'Savunan adam' başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yazısı çok ses getirdi. Yazıdan bugüne 20 yıl geçmesine rağmen yazısı unutulmadı hiç.

Tüm yazılarında sağduyu, basiret ve feraset hakim olan bu kişi 2017'de istenmeyen adam ilan edildi, yazısı yayımlanmadı, kendisine yol verildi. İşin garibi yazısını yayımlamayanlarla aynı düşüncedeydi. Bazı konularda farklı yol takip edilmesi gerektiğini söylemesine tahammül edilmedi. Tetikçiler devreye girip 'sus' dedi. Sonunda bileti kesildi. Git, istemiyoruz dendi kendisine. O da istenmediğini anladı ama belki dedi durdu. Sonunda yazısı yayımlamayınca istifasını verdi. 

Yaralı bir aslan misali kabuğuna çekildi; üzgün, kırgın ve incinmiş bir şekilde. Ona zor gelen kendi mahallesinin tahammülsüzlüğü. Onların attığı güle çok içerledi. Başkasının attığı taş ona hiç zor gelmedi yıllar yılı. Kendi mahallesinin tetikçileri üzerine gelip boğmaya çalışırken gazete sahiplerinin ve camiasının ileri gelenlerinin sessizliği onu derinden yaraladı. 

Yazık oldu bu yaşlı ve yaralı duayene. Ayıp edildi ona. Böyle mi olmalıydı? Mahalle ve camianın vicdanıydı. Yazıları, duruşu, bakışı, konuşması ve yaşantısı ile örnek bir kişilikti. Bu duruşa bile tahammül edemedi mahallesi. Ne yapıyorsunuz bile demedi. Üstelik  tetikçilerin önüne attı onu. Halbuki o, camiam zarar görmesin diye didindi durdu, ömrünü verdi. Karşılığı da kapının önüne konmak oldu. Çünkü dayanamadı tetikçilerin attı taşa.

Halbuki o, taş atmaktan ziyade topladığı taşları bir binayı inşa eder gibi insanın inşası için ilmek ilmek kullandı. Getirdiği taşların hiçbirini kimseye atmadı. Tetikçiler gibi kafaya, göze, kalbe nişanlamadı taşları. Soyadının gereğini yaptı hep.  Taşı gediğine koydu sürekli. Al sana kaya, nerene koyarsan koy demedi.

Merak ediyorum, mahallesindeki farklı ses ve eleştiriye tahammül edemeyenler başkasına neler yapmaz ki! Meydan tetikçi kalemlere bırakılmamalıydı. Gün, tetikçilerin günü olmamalıydı. Bu tetikçiler şunu bilsin ki insanlara korku vererek, onları susturarak, onlara hayat hakkı tanımayarak davaya hizmet edilmez. Kraldan daha kralcı olmalarına gerek yok. 

Bir söz de meydanı tetikçilere bırakıp racon kestirenlere! Siyaset böyle olmaz, farklı sese ve farklı söze tahammül edeceksiniz, eleştirilere kulak vereceksiniz, savunduğunuzda haklı iseniz muhalif sesi ikna edeceksiniz, meydanı tetikçilere bırakmayacaksınız. Bilin ki tetikçiler oy getirmez, götürür. Türkiye'yi baştan başa imar ettiniz, millet istemediği kadar hizmet gördü. Hizmetinizin gönüllerde taclanmasını istiyorsanız insana da yatırım yapın, gönüllere girin, onları küstürmeyin, "Ben yaptım oldu" demeyin. 23.09.2017

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde