Ana içeriğe atla

Çöp Sepetiyiz Sanki!

Hepimizin tanıdığı, arkadaşlık yaptığı kişi ve gruplarla ilgili zaman zaman "Ben onu tanıyamamışım, farklı bir yüzü varmış, ben çok safmışım, yıllar yılı beni uyutmuş..." gibi serzenişlerimiz olur. Çünkü insanoğlunun kendini gizleme yönü vardır.

İnsanlar bir kişi veya grubu iyi olarak tanıdığı zamanlarda onlar hakkında olumlu kanaatini açıklamış olabilirler. Gerçek yüzü ortaya çıktıktan sonra uzaklaşır, mesafe koyarlar.

Gel zaman git zaman bu insan önemli bir makama gelse birileri tarafından eski defterler açılır. Geçmişte ne düşündüğü, ne dediği, ne yazdığı bir bir ortaya dökülür. Sanırsın ki yazıcı meleği. Günümüzde FETÖ hemen hemen bu tiplerin belası durumunda. "Efendim şu makama getirmeyi düşündüğünüz bu kimse geçmişte Gülen hakkında şunu dedi, onu şöyle övdü, Abant Platformuna katıldı, dinler arası diyalog hakkında şunu söyledi..." şeklinde yazılır, çizilir.

Bu tipler herkesi kendisi gibi yunmuş yıkanmış sanıyor. Kimse kendisi gibi ileri görüşlü değil ki! Bu ülkedeki tek şanssızlığı hep kanmış ve kandırılmış insanların içerisinde yaşıyor olması. Tevazuundan olsa gerek. Bereket bu ülkeyi terk edip gitmiyor.

Bunlara göre herkes FETÖ'cü. FETÖ'nün hizmet hareketi olarak görüldüğü dönemde kim bunların önünden, arkasından geçmişse, sofralarına oturmuşsa, çocuğunu dershanelerine vermişse, gazetesine abone olmuşsa veya "Türkçe Olimpiyatlarını gözü yaşlı izlemişse, onların toplantılarına katılmışsa bu kimse katıksız FETÖ'cüdür. Sonradan "Ben bunları yanlış tanımışım, bunlar derviş görünümlü hainmiş" dese bile inanmaz böyleleri. Fayda da etmez zaten. Bu tiplerin işi-gücü geçmiş defterleri karıştırmak olur. Umarım iyi niyetlilerdir. Farz edelim ki iyi niyetli bunlar. Bu yaptıkları insan öğütmekten, bir insana töhmetle bakmaktan öteye geçmez. Ortalığı velveleye vererek kafalarda müphemler oluşturur. Elinde geçmiş söylenenlerin dışında o kişinin o yapıyla hala irtibatlı olduğuna dair yeni bilgi ve belge olsa gam yemeyeceğim.

Böylelerinin amacı üzüm yemek falan değil. Bu kimselere geçmişi bırakıp yeni şeyler söylemek lazım cancağzım demek lazım. Unutmasınlar ki geçmişi karıştırmak kedi ve köpeğin çöpü karıştırmasına benzer. Ne biliyorlar ki belki adam geçmiş yaptıklarına nedamet duymuştur. Bırakın da kimin, ne olduğuna devlet ve yetkili organları baksın. Sosyal medyadan, gazete köşesinden kimse ucuz mücahitlik yapmasın, insanların kafasında 'acabalar' oluşturmasın. Gerçeklerin bir kötü yönü var, er veya geç ortaya çıkar. Kendini gizleyen mutlaka kendini ele verir.

İnsanları yaftalamayın. Ya o kişi geçmişine sünger çekmişse, bugün o yapıyla bağını tümden koparmışsa ne yapacaksınız? O kişiye iftira atmış olursunuz. Ben bilmem ben hatayı kabul etmem, geçmiş de olsa bu adam odur, bak ben hiç hata yaptım mı diyorsa böyleleri, kusura bakmasın kimse kendisi gibi sütten çıkmış ak kaşık değildir. Keşke bunun gibi mükemmel olan biri kelaynak kuşları gibi aramızda dolaşacağına kendisi gibi yanılmayan, hata yapmayan birkaç kişi yetiştirseydi ülkeye en büyük iyiliği yapmış olurdu. 26.09.2017

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde