17 Eylül 2017 Pazar

Plansızlığımız Paçamızdan Akıyor *

"Kervan yolda düzülür" atasözü belleğimize yerleştiği gibi hayatımızın da bir parçası olmuş. Ne bir planımız var, ne de bir programımız. "Hele bir çıkalım yola, gerisi Allah kerim, başlamak işin yarısı deriz." Elbette  bu sözlerin doğruluk payı yüksektir. Fakat bu sözler aynı zamanda bir işe başlamadan önce plan yapmadığımızın da bir göstergesidir. Gerçi bazı işler vardır ki önceden plan ve program yapılsa da işe koyulunca hesap edilmeyen aksamalar meydana gelebilir. Çünkü evdeki hesap çoğu zaman çarşıya uymayabilir. Yine de bizim her işimi bir plan dahilinde yürütmemiz gerektiğine mani değildir aksaklıklar. Hele mevzu bahis olan eğitim ve öğretimse uzun soluklu hesap-kitap yapmamız gerekir. Fakat böyle miyiz? Maalesef diğer işlerdeki plansızlığımız burada da kendisini göstermektedir.

2017-2018 öğretim yılı açıldı. Bakanlığımız harekete geçti. İl içi, il dışı tayin hakkı verdi yeniden. Özür atamalarında tayini çıkmayanların durumlarını yeniden değerlendirmeye aldı. Aralık ayında kısmi alan değişikliğine imkan vereceğini ilan etti. İkili öğretim yapan okulların sabahın erken vaktinde ders başı yapması dolayısıyla Bakanlık genelge yayımlayarak valiliklerin tedbir almasını istedi. Okul servisleriyle  ilgili sorunları çözmek için Ulaştırma Bakanlığı MEB ve İçişleri Bakanlıkları olarak önümüzdeki hafta bir araya gelebileceklerini açıkladı. 

Okul müdürlükleri mevcut öğretmenlerle eğitim ve öğretime başlamak için hafta sonunu okullarında geçirerek ders programı yapmaya başladı. Kimi dersler boş geçecek. Zira öğretmene verilen tayin hakkından dolayı ya öğretmeninin tayini çıkmıştır, ya  okuluna ataması yapılan öğretmenin gelmesini bekleyecektir, ya da ihtiyaç olan öğretmen normuna atama yapılmamışsa ilçesinin görevlendirme yapmasını veya ücretli bir öğretmen göndermesini bekleyecektir. Artık bazı dersler bir hafta mı iki hafta mı boş geçer, bunu da en iyi mutfakta olan okul müdürüne sormak lazım. Okul yönetimi bir taraftan ders programı yapmaya çalışırken okulun açıldığı ilk gün öğrenci sırasının üzerinde hazır olması gereken ders kitaplarını poşetlettirecek. Dağıtıcı firmanın teslim ettiği kitaplarla ilgili "Tam ve eksiksiz aldım" tutanağını imzaladıktan sonra fazla olan kitapları ilgili yere götürecek, eksik olanlardan bulabildiklerini arabasıyla getirecek. İşin garibi bazı okulların halen müdürü yok. Yeni atananlar okullar açılmadan önceki son iş günü görevine başlarken il milli eğitimler tercih edilmeyen okul müdür ve yardımcılıkları için yeni münhal liste yayımladı. Bakalım müdür ne zaman gelir? “Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın.”

Bakanlık son dakikada yaptığı tasarrufların gereklerini yerine getirmek için uğraşırken okul idareleri de sorunsuz bir okulu açmanın hummalı bir çalışmasını yapadursun. Turpun büyüğü heybedeymiş. Son anda yapılan bir açıklama ile TEOG'un kaldırılması gerektiği haberi düştü ajanslara. Kasımın son haftası yapılacak olan I.TEOG yapılacak mı, yapılmayacak mı? Herkesi aldı bir düşünce. TEOG kalktı diye kimi seviniyor, kimi yerine ne gelecek diyor. Şimdi sen iki ay sonra yapılması muhtemel olan sınava öğrenciyi odaklayabilirsen gemisini kurtaran kaptansın.

Eğitim ve öğretimde yenilikler, değişiklikler, çalışanların sorunlarını gidermek için elbette çalışmalar olacak. Buna kimsenin itirazı olmaz. Eğitimde sorunlar da olacak. Bunlar bir plan dahilinde çözülür. Burada sorun zamanlamamızda. Niçin insanların iki ayağını bir pabuca girdirecek şekilde bu işler son dakika golüyle oluyor? Niçin zamanında planlamadık bu işleri? Durmadan eleştirilen uzun yaz tatilinde etkili ve yetkili kişiler ne yaptı? Zamanında bir plan dahilinde halledebileceği sorunları okul açılınca çözmeye kalkan kim olursa olsun eğitim ve öğretimden iyi şeyler beklemesin. Evet, eğitim ve öğretimimiz sorundur. Ama eğitimden önceki sorunumuz plansızlığımızdır. Plansızlıktan önceki en büyük sorunumuz ise sorunun kaynağının kendimiz olduğunu bilmemektir. Kimse kusura bakmasın, plansızlığımız paçamızdan akıyor.

Eğitim ve öğretimin başladığı ilk gün bu şekil bir yazı ile karşınızda olmak istemezdim. Maalesef hali pürmelalimiz bu…Ha cırcır böceği, ha biz! Ne farkımız var ki? Buna rağmen yeni eğitim ve öğretim yılının hayırlar getirmesini temenni ediyorum. 17/09/2017

* 18/09/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



15 Eylül 2017 Cuma

MEB'de Sıra Eğitim ve Öğretime Geldi

MEB öğrencisi, öğretmeni, merkez ve taşra teşkilatlarıyla neredeyse birçok ülkenin nüfusundan fazla. Başlı başına birçok bakanlıktan hem bütçe hem de personel bakımından büyük. Her yönüyle büyük olan MEB, dertleriyle de diğerlerini geride bırakmaktadır. Bina ve derslik ihtiyacı, öğretmen ihtiyacı, ders kitaplarının basımı, dağıtımı, müfredatın yenileştirilmesi, öğretmen atama, özür atamalarına çözüm bulma, okulların ödenek ihtiyacı, donatım ihtiyacı, personel ihtiyacı, müdür ve yardımcı görevlendirmeleri vb alanları var MEB'in. Atama işlerine mi bakacak MEB, yoksa eğitim ve öğretim işlerine mi? Gerçekten içinden çıkmak, sorunları halletmek, herkesi memnun etmesi mümkün değil. 

Doğu ve Güneydoğu'da öğretmen ihtiyacını gidermek için Bakanlık 'sözleşmeli öğretmenlik' adı altında çakılı kadroyu uygulamaya koymak zorunda kaldı. Zira atanan her bir öğretmen özürden dolayı bir yıl içinde atandığı yeri boşaltıyordu. Yıllardır Bakanlık her işi bıraktı özür atamalarını çözmek için yoğunlaştı. Okullar açıldı MEB hala özür atamaları, il içi ve il dışı atamaları ile uğraşmaktadır. Diğer taraftan TEOG sonucuna göre yerleşenlerin nakil işleri ile geçirdi son bir ayını. Hasılı MEB'in işi kolay değil. MEB uğraşıp didinse de eğitim ve öğretim başlayınca eksiklikler ve aksamalar meydana gelebilmektedir.

Bir milyonu bulan eğitim ordusu, on yedi milyon öğrencisi ile 2017-2018 öğretim yılına start verdi bugün. MEB’in önünde servisler ve ileri saat sorunu var şimdi. İleri saat uygulamasının ileri saat olarak sabitlenmesinden sonra ikili öğretim yapan okulların sabahın karanlığıyla birlikte ders başı yapması zaman zaman şikayet olarak dile getirilmişti. Vatandaşın şikayeti haklı bir şikayet. Bakanlığın karanlıkta derslerin başlamamasıyla ilgili valiliklerin tedbir almasını isteyen genelgesine İstanbul Valiliği en erken 08.00 diyerek ilk adımı attı. İsabetli bir karar bu. Konya’da da ikili öğretim yapan okullar 07.30’dan, normal öğretim yapanlar ise 08.30’dan önce ders başı yapamayacak. İnşallah diğer valilerimiz de katılır bu kervana. Çünkü sabahın erken saatinde daha sabah ezanları yeni okunurken çocuklarımız ders başı yaptı geçen yıl. Sabahleyin ise şafağın karanlığında mahalle aralarında uyuyan köpekler bile kalkmamış oluyor çoğu zaman. Burada akşam çıkanlar da karanlığa kalır diye bir eleştiri getirebilir. Şehirde hayat akşamleyin 21.00, 22.00’ye kadar devam eder. Aslında ikili öğretimin kendisi sakat. Sabahı da problem, akşamı da. Bakanlık da bunu bildiği için 2019 sonuna kadar normal öğretime geçmek için planlama yapmaktadır. İnşallah normal öğretime geçmek için MEB’in planında sarkma olmaz. Bunun bir ilerisi ‘Tam gün eğitim’ olur.

MEB’in önünde bir diğer sorun da okul servisleri sorunudur. Bu sorunu da çözmek için Ulaştırma Bakanlığı, MEB ve İç İşleri Bakanlığı ile birlikte sorunu çözmek için önümüzdeki hafta adım atacağını ifade ediyor. Umarım bakanlıkların sorun olarak gördüğü ile veli, öğrenci ve okulların sorunu ortaktır. Bu sorun da çözülür. Okulların ilk zili servisçilere göre değil de servisçiler okullara göre kontak açmış olurlar. Yine öğrenci taşımacılığında “İhale sende kaldı, bende kaldı, hayır ben de taşıyacağım” gerginlikleri okul önlerinde bir daha cereyan etmez, kan akmaz. Servis hizmeti yapanlara hız sınırından, taşıdığı öğrenci sayısına varıncaya kadar iyi bir denetim gelir.

MEB’in eğilmesi gereken bir sorun da öğrenciyi ve öğretmeni okul ortamından uzaklaştıran uzun tatildir. Maalesef bu tatil eğitim kadrosunu ve öğrencileri dinlendireceği yerde yormaktadır. Hâlihazırda öğretmen de, öğrenci de yorgundur. Bu tatili sadece yaz dönemine toplamaktan ziyade bir kısmını eğitim ve öğretim dönemi içine serpiştirmekte fayda vardır.

MEB’in devasa problemlerle uğraşıp sonuç alınabilmesi için Bakanlığın iki bakanlığa ayrılması düşünülebilir. Bakanlığın biri öğretmen, personel, alan değişikliği, müdür ve yardımcı atamaları, bina ve derslik ihtiyaçlarının giderilmesi, kitap basım ve donatım vb. işlerine bakar, diğeri de sadece eğitim ve öğretim işleri ile ilgilenir. İki bakanlık, aralarında koordineli bir şekilde çalışarak sorunların üstesinden daha hızlı gelebilir.

Tüm eksiklikleriyle birlikte eğitim ve öğretim hakkındaki kanaatlerimiz olumlu olsun. Bir ülkenin eğitim ve öğretimi bakışımız kadardır. Zira güzel bakan güzel görür. Eleştirilerimiz yapıcı olsun. 2017-2018 öğretim yılının tüm eksiklikleriyle birlikte öğrencisi ve velisiyle, müdürü ve yardımcısıyla, öğretmeni ve hizmetlisiyle, servisçisi ve kantincisiyle hayırlar getirmesini temenni ediyorum. Okulun iç ve dış paydaşlarının her birinin sorumluluğunu üstlenerek eğitim ve öğretim çıtasının yükseltilmesine katkıda bulunacaklarını ümit ediyorum. Sözümüzü bir hadisi şerifle bitirelim: "Ya öğrenen ol, ya öğreten; ya dinleyen ol, ya da bunları seven. Sakın beşincisi olma." 15/09/2017


“Mezarlarımız ortak olmayacaksa, sokaklarımız nasıl ortak olacak?” *

Nasıl bir ülkede yaşıyoruz, kimin bedduasını aldık bilmiyorum. Nedense gerginlik, kaos hiç eksik olmuyor bu ülkede. Her günümüz dünü aratır cinsten. Dört bir tarafımızdan düşman kıskacında yaşadığımız yetmezmiş gibi içeride biz bize, birbirimize saygı göstererek yaşayacağımız yerde birbirimizi boğazlamaya, hayat hakkı tanımamaya çalışıyoruz. Her birimiz kendimizi bu ülkenin sahibi görüyoruz, yekdiğerine hayatı zindan etmeye çalışıyoruz.

Bu ülkede yaşayan herkesin şunu bilmesi lazım ki bu ülkede sadece kendisi yaşamıyor. Bu ülke mozaikler ülkesidir. Hepsi de bu vatanda en az diğeri kadar söz sahibidir. Türk’ü, Kürdü, Alevi’si, Sünni’si, ateisti, Müslüman’ı bu ülkeyi mesken edinmiş. 5-6 yıldır içimizde Suriyeliler de yaşamak zorunda kalmışlardır. Irk, inanç ve fikir bazında da  farklı farklı düşünce ve kanaatlere sahip insanımızın sayısı az değildir. Daha bundan sonra kimlere ev sahipliği yapacak Allah bilir?

Dışarının ve içerinin durumu bu iken yoğurdu üfleyerek yiyeceğimiz, birbirimizin görüşlerine katılmasak da hassasiyetlerine saygı göstereceğimiz, bir ve beraber hareket edeceğimiz yerde her geçen gün iyice ayrışmanın fitilini ateşliyoruz. Nedense sağlıklı düşünemiyoruz, basiret ve ferasetimizi takınamıyoruz. Bir türlü birbirimizi beğensek de, beğenmesek de bu ülkede bir ve beraber yaşayacağımızı öğrenemedik gitti.

Malumunuz şimdi gündemimizde HDP'li Aysel Tuğluk'un vefat eden annesinin Ankara Gölbaşı mezarlığına defnedildikten sonra gelen tepkiler üzerine naaşının mezardan çıkarılıp Tunceli'ye defnedilmesi olayı var. Olay başlı başına üzüntü verici gerçekten. Ölen insandan ne istenir? Bizim bu ne yaptığını bilmez, bir avuç  insanımız neye, kime hizmet ediyor? Böyle yapmakla ülkeyi çok sevdiklerini mi izhar etmek istiyorlar? Diriler olarak birbirimize saygı göstermeyi ve tahammül etmeyi öğrenemedik, ölülere bari saygı göstermeyi bilelim. Toprak kabul ediyor cesedi de bize ne oluyor? Bu yapılanın vatanseverlikle falan bir alakası yok, sadece ortamı germeye, cenazesini gömdürmediğimiz zihniyetin kendimize karşı biraz daha bilenmesinden başka hiçbir amaca hizmet etmez. Madem bu kadar ülkenizi seviyorsunuz ne diye kadın sağ iken onun beğenmediğiniz fikirlerine, hoşlanmadığınız davranışlarına karşı mücadele etme yoluna gitmediniz. Çok ayıp oldu. Ayıp yaptınız. Keşke yaptığınız yanlışın farkına varsanız hiç gam yemeyeceğim, en azından bundan sonra böyle telafisi mümkün olmayan hatalar yapılmaz diyeceğim ama yaptığınıza pişmanlık duymadığınız gibi öyle zannediyorum kahvehane köşelerinde bir teröristin cenazesini gömdürmedik diye caka satıyorsunuzdur şimdi. Utanın yaptığınızdan. Bizim kültürümüzde mücadele ettiğimiz bir insan öldü mü akan sular durur, düşmanlık ve husumetimiz varsa geçici bir süre de olsa buzdolabına kaldırırız. Bu yapılanın savunulacak ve tutulacak hiçbir tarafı yok. Devlet bunu yapanların peşini bırakmamalı, öyle ifadesi alınıp salınmamalı.

Başlık yaptığım cümle HDP sözcüsü Osman Baydemir’e ait. HDP zihniyetine zerre kadar sempati duymasam da Baydemir doğru söylüyor. Bugün “Şu mezar senin, bu mezar benim, bizim buraya gömemezsiniz” dar düşüncesi bizde çoğunluğa hakim olursa sahi biz sokaklarda nasıl güvenli bir şekilde yaşayacağız o zaman? Böyle giderse kurtarılmış mezarlarımız, kurtarılmış sokaklarımız olur kısa zamanda.

HDP de bu ülkede siyaset yapmak istiyorsa PKK ile özdeşleştirmemeli kendisini. Terörle arasına mesafe koymalı, PKK ile organik ve inorganik bağını kesmeli. Herkes, her kesim şunu bilmeli ki, rüzgar eken fırtına biçer. İşimizde, zikrimizde sağduyu hakim olsun hepimizin… 15/09/2017

* 16/09/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.




14 Eylül 2017 Perşembe

Doğu Toplumu Olmanın Zorluğu ve Kolaylığı *


Doğu toplumu derken İslam dünyasını kastediyorum. Bu bölgelerde yaşamak ve bu ülkeleri yönetmek hem zor hem kolay. En ince ayrıntısına kadar her şeyin kuralı vardır buralarda. Ama kurallar pek işlemez, çünkü uygulanmaz. Zira kurallar sonradan konur. Devlet hep halkın gerisinden gittiği için halk kendince bir adet oluşturur, işler sarpa sarmaya başlayınca devlet lütfedip kural koyar. Halk bu sefer adetlerle kurallar arasında sıkışır kalır. Çünkü adetleri değiştirmek zordur.

Kurallar uygulanırsa da garip ve güçsüzler uygular. Zira yapacağı başka bir şey de yoktur. Güçlüye kanun, kural, nizam işlemez. O hep bir yolunu bulur. Zira kurallar hep zayıflar içindir. Kazara uygulamazsa cezayı da yer, gider paşa paşa öder.

Haksızlık diz boyudur. Adalet pek işlemez, işlese de zamanında tecelli etmez. Çoğu, en ufak bir meseleyi deve yapar, çözümünü de kaba kuvvetle halleder.

Ön yargı ve toptancılık hakimdir. Birey ön planda değildir. Grup refleksi ile hareket edilir. Gruplarla birlikte kişilerde aidiyet duygusu gelişir. Cemaat ve tarikatların resmi hüviyeti olmamakla beraber sosyal hayatta etkindirler. Toprak ağalığı yaygındır. Zengini zengin, fakiri fakirdir. Bu yüzden sosyal adalet dengesi yoktur. Siyasiler ülke yönetiminde sosyal hayatta etkin olan ağa, şeyh ve STK vb. temsilcilerini muhatap alır. Bunları ikna etti mi tüm oylar kendisine gelir. Ayrıca bireylerle tek tek konuşma ve oy isteme yoluna gitmez. Bir gruba bağlı olanlar yukarıdan gelen emir ve tavsiyeye göre oyunu verir. Asla sorgulamaz, aklını kolay kolay kullanmaz. Aklına yatmasa da vardır bir hikmeti denir.

İktidara gelen kendisini destekleyenlerin oranına göre kadrolaşır, her yaptığını resmi kılıf adı altında yapar. Liyakat ve ehliyetten ziyade benden olmasına bakılır. Muhalefet her yapılana karşı çıkar. İktidar muhalefeti, muhalefet iktidarı iplemez.

Hangi iktidar dönemi olursa olsun her türlü ihaleler kendisini destekleyende kalır. Her iktidar döneminde yeni zenginler ortaya çıkar.

İlişkiler kanun, kuraldan ziyade güven esasına dayanır. Kurallar, yapmak istediğimiz tasarrufa göre uydurulur.

Alışverişlerde bir tanıdık aranır. Zira fiyatlar ve malın kalitesi değişik değişiktir. Fiyatlar yüksek tutulur, pazarlık yoluyla aşağıya çekilir. Başkası kandırır diye tanıdığa giden kişilerin çoğu en büyük darbeyi genelde tanıdık esnaftan yer. Resmi işlerde de durum bundan farklı değil, kimin hangi kurumla işi varsa işini tanıdık vasıtasıyla halletme yoluna gider.

Herkesin evi temizdir, çöpler genelde çöpün içinden ziyade rastgele dışarıya atılır, piknik ve mesire yerleri başkasının oturamayacağı şekilde pis bırakılır. Banklara düzgün oturulmaz, oturulacak yere genelde ayaklar konur.

Keyfine, rahatına düşkünlük hakimdir, çoğunluk terlemeden garantili bir işte çalışma derdindedir. Okurken bile en rahat edilecek meslekte çalışmak için okunur. Bizi bir işe katmayan okuma boş kabul edilir.

Adam kayırmacılık, torpil, hukuksuzluğun alası buralarda bol miktarda bulunur. Herkes işinin olduğu kadar dürüsttür. İnandığı değerler kulaktan duyma bilgi kırıntılarından ibarettir, dini yaşantıda gelenek hakimdir. Bu alanda söylenmesi gerekenler ve yapılması gerekenler söylenmiştir. Yeni bilgi ve davranışa yer yoktur. Kim yeni ve farklı bir şeyler söylerse dışlanır ve Müslümanlığı sorgulanır. Yaşantı ve davranışta mahalle baskısı belirleyicidir.

Hata yapsa da başarılı olamasa da adı olumsuz fiillerle anılsa da siyasi liderler, tarikat ve cemaat temsilcileri, STK başkanları vs hiç değişmez, dönemlik değil, ömürlüktür makam, mevki ve şöhretleri. Öldüğü zaman da yerine aileden biri gelir veya getirilmeye çalışılır.

İster cemaat, ister grup, ister fert kim olursa olsun kendini mükemmel ve en doğru olarak görür ve bilir. Ülke başkasından kurtarılması gereken ulvi bir görev olarak görülür. Zira kendisi ve ait hissettiği camiası dışında herkesi kötü olarak görür.

Herkes eleştirmeyi çok sever, fakat eleştiriye gelmez. Bir tarafa tereddütsüz itaat ederken diğer kesimlere karşı acımasızdır.

Ülkedeki olumsuzlukların kaynağı olarak suç hep düşmanlara atılır. ABD, İsrail ve Batı öncelikli düşmandır. Aralarından terör örgütleri çıkar, yine bunlar suçlanır. Bunlar kullanmak için niçin bizimkileri bulur diye sorgulanmaz.

Hasılı say say bitmez Doğu toplumunun özellikleri. Bu toplumun içinde verdiğim örneklerin dışında kalanlar var. Ama  azınlıktır, sesleri pek çıkmaz, çıksa da itibara alınmaz. 14.09.2017




* 02/01/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.





Keşke "Nerem doğru ki" Diyen Deve Kadar Olabilseydik...

Büyük bir ilimizin MEB okullarına yönelik olmak üzere 2017 yönetici görevlendirme atamaları yapıldı. Yönetici olmak için kim, nereye müracaat etti, kim, nereye atandı bilmiyorum. Çok da merak etmiyorum doğrusu.

İl milli eğitimin görevlendirme sonuçlarını açıklar açıklamaz ikinci münhal listesini sayfasından duyurunca nedir, ne değildir diyerek sayfayı açtım. 194 müdürlük, 298 müdür yardımcılığı ve 18 müdür başyardımcılığı münhal ilan edilmiş. Yani boş kalmış, doldurulmamış, tercih edilmemiş.

Normal gelmedi bana bu listeler. Merak ediyorum, ne kadarı boş idi de, ne kadarına görevlendirme yapıldı? Yanlış hatırlamıyorsam sözlü mülakata yeteri kadar müracaat olmadığı için aranan şartlar düşürülerek yeniden müracaat hakkı verilmişti.

Eğitim ve öğretimin başlamasına ramak kala bu kadar okul, müdüründen veya yardımcısından mahrum kalacak demektir bu. İşin vahametinin anlaşılması için askerin başında komutan olmadığını düşünün. İşin garibi okullar 2014 yılından beri bu şekilde giriyor eğitim ve öğretime. Nedense yaz dönemi yapılmıyor bu görevlendirmeler. Adı üzerinde oyun olan futbolda bile sezon açılmadan kulüpler teknik heyeti bulur, futbolcusunu alır. Lig başlamadan takımı çalıştırarak sezona hazır girmeye çalışır. Maalesef futbola verilen önem okullara verilmiyor. Okullar açıldı, biz hala okullara yönetici arıyoruz. FETÖ ile mücadele ediyoruz diyerek dört yılını dolduran yöneticilerin çoğunun görevini sona erdirerek başlamıştık mülakatla görevlendirme işine.

2014 yılında aynı ilde değişik saiklerle 650 kişi yöneticilik koltuğundan edilmiş, 650 koltuğa 3000'den fazla kişi  müracaat etmişti, müdürlüğü ben daha iyi yaparım diye. Bekara avrat boşamak kolaydı zira. Nasılsa sınav kriteri de yoktu. Nedense yönetici olmak isteyenlerin sayısı her geçen yıl azalmaya başladı. Münhal listede de görüldüğü gibi okullara yönetici bulunamıyor. Emek sarf edilmeden elde edilen hizmet ancak bu kadar olurdu belki de. Çoğu hevesini aldı anlaşılan.

650 kişiyi eleyeceksin, yerine 3000 talipli. Yöneticilerin iştahını kabartmıştı bu yöntem. Davulun sesinin uzaktan gür gelir dendiği gibi değilmiş bu işler. Üç yıl içinde sos verdi bu yöntem. Kaçan kaçana. MEB'in bu yönetici görevlendirme yönetmeliğinin iflâs ettiğinin resmidir bu görüntü. Umarım yetkililer bu işin farkına varmış olurlar da yıldan yıla değişen, hiçbir objektif kriteri olmayan bu idareci görevlendirme ucubesini bir daha kullanmamak üzere çöpe atarlar.

Bu yönetmeliğin neresinden tutarsanız tutun, elinizde kalır. Ne takvimi, ne yöntemi, ne kriteri işe yarıyor. Bu kadar münhal okul biz aylarca sıfır elde var sıfır iş yaptık demektir. Yani deveye sormuşlar, boynun niye eğri diye. Nerem doğru ki demiş deve. Bu hayvan ne olduğunu biliyor, inşallah bu yönetmeliğin mucidi, akıl vereni, uygulayıcıları da bunun farkına varmışlardır.

Dediğim dedik deyip deveden daha eğri bu yanlışlarınıza devam edecekseniz eğer, en azından mevcut yöneticileri korumaya çalışın. Özlük haklarını iyileştirin, personelinden daha az ücret almasın, dört yıl sonra ne olacağım diye kara kara düşünmesin, kimin gözüne girmem lazım, kime nasıl davranayım diye bir ikilemin içine girmesin, değer verin her şeyden önce, onurlarını koruyun, kimsenin adamı olmasın, işini mevzuat çerçevesinde yapan bir birey olsun, kimseye eyvallahları olmasın.

Yazık ettiniz okullara, yazık ettiniz insanımıza, yazık ettiniz yetişmiş elemanlarımıza, yazık ettiniz öğrencilerimize... İnsan yetiştiren, insan eğiten kurumları insan öğüten noktasına getirdiniz. Kimseyi beğenmediniz. Toptancılığın, insanlara şüpheyle bakmanın acı sonudur bu. Kendimizden başka kimseye güvenmemenin faturasıdır bu reçete.

Hakkınızı yemeyelim, sadece siz varsınız iyi ve mükemmel olan. Ne yazık ki kimse yetişemedi sizin hızınıza, dürüstlüğünüze, iş bitiriciliğinize. Şükür ki sizin gibi üst düzey yöneticilerimiz var, sizin iki elinizde on marifet olan hünerleriniz olduğu müddetçe okulların yönetici eksikliğini de hissettirmezsiniz. Tek tesellimiz de bu. İyi ki varsınız! Sahi, size göre bu dünyada sizden başka iyi insan var mı? Benim bildiğim kadarıyla bir deve var. O da adı üzerinde bir hayvan. 14.09.2017




13 Eylül 2017 Çarşamba

Yazı ve Paylaşımlarım

Sosyal medyada çok sayıda paylaşımda bulunurum. Yazılarım genelde uzundur. Bazen yolumu şaşırır, birkaç cümlelik paylaşımlarda bulunduğum da olur.

Ele aldığım konular kendimce dert edindiğim konular. Bazen gündemle ilgili, bazen de gündem dışı konulara yer veririm. Kafama dank etmişse bir şey veya iz bırakmışsa yazacak bir yer veya ortam bulmuşsam çoğu zaman cep telefonu, bazen de masaüstü bilgisayarım marifetiyle çalakalem yazmaya başlarım. O konu hakkında o anda aklıma gelen duygu ve düşüncelerimden ibarettir tüm yaptığım. Bir araştırma, bir inceleme mahsulü değildir yani. Yazıma şöyle başlayayım, şu yönüne değineyim, yazımı şurada bitireyim diye bir planlamam yoktur. Konu edindiğim içeriğe başkası ne der endişesini hiç taşımam. Günde 3, 4, 5 tane yazdığım olur. Bazen de hiç yazmam. Yazdığım her yazıyı 'dilinkemigiyok' adını verdiğim blogumda paylaşırım. Bunlardan sadece bir veya ikisini sosyal medyada paylaşır, bir kısmını da yazdığım gazetelere gönderirim.

Niyetim yaptığımı anlatmak değil. Sosyal medya paylaşımlarım çok beğeni, yorum ve paylaşım almıyor, eleştiri de görmüyor. Görücüye çıkan çoğu paylaşımlarımın müşterisi pek yok. Bir elin parmaklarını geçmez çoğu kere. İşin garibi "Ne olur Allah rızası için yazma!" diyen de yok. Yeterince beğeni-yorum, eleştiri veya tasvip alsaydım hoşuma gitmez miydi? Giderdi elbet. Kim istemez ki... Benim gibi düşünenler var, fikrimde yalnız değilim derim. Demek ki yazılarımın müşterisi yok. Sebebi ne olabilir derseniz inanın bilmiyorum. Olumlu-olumsuz dönüt olmayınca neredeyse kendim çalıp kendim oynuyorum. O zaman yazmayıver, hiç olmazsa insanlar kurtulmuş olur, derseniz size o zevki vermeyeceğim. Bu alemin dikeni olarak yazıp paylaşmaya devam edeceğim. İçimi boşaltıyorum böylece.

Yazılarımın fazla tepki almamasının nedenini bilmesem de sebebini irdelemek isterim:
* Yazılarım sosyal medya formatına uygun değil, üstelik çok uzun. Vatandaş işlerinin arasında biraz rahatlamak için giriyor bu aleme. Önü, arkası belli olmayan yazıları okuyarak niye gözlerini yorsun? Bu tür yazıları okuyuncaya kadar çoğu kimsenin profilini gözlemleyerek her çiçekten bal almış olur.
* Haddinden fazla paylaşımda bulunuyorum. Takipçi, hangi birini takip etsin. Özel olarak "Fazla paylaşım yapma, yapacaksan haftada bir paylaş, ya da yazının kısa bir bölümünü paylaş" diyen dostlarım da yok değil.
* Yazılarım ve içeriği cezbedici değil. Görüşlerime kimse katılmıyor veya özgünlüğü yok. Sadece laf yığınından ibaret.
* Yazılarım etliye-sütlüye karışmıyor, suya-sabuna dokunmuyor.
* Yazılarım zülfüyare dokunuyor. Adı üzerinde "Dilin kemiği yok." Hem nalına, hem mıhına vuruyor. Beğeni ve yorum yapılırsa renk vermiş olunur. Yok yere kendini tehlikeye atmış olur. Zira yoğurdu üfleyerek yemede fayda var. (Bir gün bir dostum, "Çok güzel yazıyorsun" dedi. Okuyor musun dedim. "Elbette" dedi. O zaman niye iz bırakmıyorsun dedim. "Korkuyorum" dedi. Nesi var ki yazılarımın dedim. "Daha önce birkaç yazını beğendim, bana ta nereden 'Onun yazılarını nasıl beğenirsin' uyarısı geldi" dedi. Varın gerisini siz düşünün.)
* Ben kitap okumuyorum ki senin uzun mu uzun yazılarını okuyayım?
* Sosyal medyada çok dolaşmak, çok paylaşmak kişinin heybetini götürür, bu yüzden en iyisi iz bırakmamak lazım. Zira bu alemde kimin ne yaptığı görülüyor. İşi-gücü yok, sosyal medyada dolaşıyor, denir.
* Meşhur biri değilim, öğretmenlik dışında hiçbir unvanım yok. Yazmak kimlere kaldı! Onun yazdığının alasını ben yazarım.
* Özel görüşmemde çok güzel yazıyorsun diyen çok kişiye rastladım. Bu iltifatlarından memnun da oldum. Ama nedense böylelerinin sayfamda izi yok. Okuyan sayısıyla beğen sayısı tutmuyor hiç. Hikmeti nedir bilmiyorum. Belki de korkuyorlardır, aynı sayfada görünmek istemiyorlardır.
* Belki de çekici değil, itici biriyim.
* Az sayıda beğenen korkmuyor mu denirse bunlarınki cahil cesareti işte.
* Bir de yazımı ismim olmadan alıp paylaşanlar var, az da olsa. Bunlar yazımı tasvip eden, yazımı kendisine mal eden ama benimle aynı fotoğraf karesinde olmak istemeyeler. Dedim ya itici biriyim.  Herkes cazibe merkezi olamaz ya! Dünyanın dengede durabilmesi için çekiciliğin yanında iticilik de lazım. Benim nasibime düşen de bu.

Sözün özü, yazıma başlarken son maddeyle ilgi yazacaktım. Gördüğünüz gibi nerelere girdim çıktım. Ne diyeyim? Allah benim hayrımı versin.

Sahi, ismimi yazmadan paylaşım yapanların niyeti ne ola ki? 13.09.3017

Liderlere Bağlı Hareketler

Doğu toplumlarında bir dava, bir fikir, bir ideoloji, siyasi parti vb. hareketler liderleriyle özdeşleşir, gelişir, büyür, zirveye çıkar, ardından ölür.

Harekette hep lider ön plandadır. Bir nevi kurtarıcıdır lider. Olmazsa olmazdır, vazgeçilmezdir. Hareketin başarısı ona bağlıdır. Tek adamdır aynı zamanda. Yanında lider olabilecek kişilere yer verilmez. Kazara hareketin içinde bu özellikte kişiler var ise bir vesileyle uzaklaştırma ve dışlama yoluna gidilir. Lider tek başına kalır. Yanında hep bağlıları olur. Hareket, kitlelere anlatılırken her konuşmada lider anlatılır, lider ön plana çıkarılır. Bu hareket bugün dağılmamışsa, gelişmişse, büyümüşse tüm başarı lidere mal edilir. Teşbihte hata olmasın, lider kültü vardır bu hareketlerde.  Allah vergisi olarak görülür. Liderler kolay kolay değişmez. Bunun için lider, hareketi aşağıdan yukarıya kendine bağlı olanlarla doldurur. Değiştirmek istersen de değiştiremezsin bundan sonra.

Ekip ruhu ve kurum kültürü ön planda değildir. Birlikte çalıştığı kişiler sadece iş ve işleyişlerde lidere yardımcı olan tam bağlılardan oluşur. Lider hata da yapsa, iyi de yapsa asla eleştirilmez, her hareketi savunulacaktır. Başarılı olamasa da, yıpransa da asla değiştirilmesi düşünülmez. İstifa mekanizması zaten işlemez. Lider ölürse hareket kolay kolay kendini toparlayamaz, hatta çöküntüye gider ve ölür. Yok olmasa da hareketin eski gücünü yakalaması, eski heyecanını bulması çok zordur. Yani hareket liderlerle doğar, büyür ve ölür. Çünkü lidere endekslidir. Lider varsa vardır, yoksa yoktur. Liderin ve yanındaki yardımcı ekibin de istediği budur.

Ülkemizdeki siyasi partilere bakalım. DP, Menderes ile doğdu, onun ölümüyle yok oldu. AP ve DYP, Demirel ile doğdu, onun siyasetten çekilmesiyle bitti. ANAP, Özal ile doğdu, onunla birlikte sona erdi. MNP, MSP, RP, FP ve SP Erbakan ile doğdu, onunla birlikte gitti. Örneğini verdiğim bu hareketler liderlerinden sonra yaşasa da çoğu tabela partisi olmanın ötesine geçememiştir. Şimdi önümüzde Erdoğan ile birlikte doğan, gelişen, büyüyen, zirveye çıkan AK Parti var. Bu partinin Erdoğan sonrası akıbetinin ne olacağını zaman gösterecektir. Erdoğan'dan sonra bu hareket zayıflarsa, küçülürse, yok olursa veya tabela partisi olursa Doğu toplumlarında var olan gelenek, değişmemiş olacaktır. Bu hareket Erdoğan sonrası bir başka lider ile yoluna dolu dizgin devam ederse istisnası varmış diyeceğiz.

Hareketler yok olmasa da yeni lider önceki liderin gölgesinde kalır. Siyasi partilerden verdiğim bu örnekleri diğer hareketlere de uyarlayabiliriz. Bu sonuçlar Doğu toplumlarının kaderi olmasa gerek. Eğer kaderi değilse, bir hareketin ilanihaye olması isteniyorsa hareketlerde liderden ziyade ekip ön planda olmalıdır, ekibin içinde lider özelliği olanlara yer verilmeli, dışlamadan hareketin içinde pişmesinin önü açılmalıdır.

Anlatmak istediğim  hareketler lidere bağlı olmamalıdır. Hareketin kurumsal yönü ön planda olmalıdır. Hareket, seçtiği ekibine karşı istişareye hep açık olmalıdır. Lider, ekibi tarafından rahat bir şekilde eleştirilebilmelidir. Lider, "Bu benim başarımdır, benden sonrası tufan bak" görüntüsü vermemelidir.

Harekete destek verenler de lider hareketi zirveye taşıyacak, hareketi ihya edecek kurtarıcılar beklemekten kendilerini kurtarmaları gerekir.

Hayatın hangi alanında olursak olalım; liderin de, ona yardımcı olanların da, harekete destek verenlerin de kişilere bağlı kurtarıcı beklemekten vazgeçip çalıştığımız işte ekip ruhunu ve kurum kültürünü yerleştirmek için çaba sarf etmemiz lazım ki içinde bulunduğumuz davamız, hareketimiz, camiamız, şirketimiz, okulumuz, siyasi partimiz uzun ömürlü olsun. 13.09.2017