Ana içeriğe atla

Yazı ve Paylaşımlarım

Sosyal medyada çok sayıda paylaşımda bulunurum. Yazılarım genelde uzundur. Bazen yolumu şaşırır, birkaç cümlelik paylaşımlarda bulunduğum da olur.

Ele aldığım konular kendimce dert edindiğim konular. Bazen gündemle ilgili, bazen de gündem dışı konulara yer veririm. Kafama dank etmişse bir şey veya iz bırakmışsa yazacak bir yer veya ortam bulmuşsam çoğu zaman cep telefonu, bazen de masaüstü bilgisayarım marifetiyle çalakalem yazmaya başlarım. O konu hakkında o anda aklıma gelen duygu ve düşüncelerimden ibarettir tüm yaptığım. Bir araştırma, bir inceleme mahsulü değildir yani. Yazıma şöyle başlayayım, şu yönüne değineyim, yazımı şurada bitireyim diye bir planlamam yoktur. Konu edindiğim içeriğe başkası ne der endişesini hiç taşımam. Günde 3, 4, 5 tane yazdığım olur. Bazen de hiç yazmam. Yazdığım her yazıyı 'dilinkemigiyok' adını verdiğim blogumda paylaşırım. Bunlardan sadece bir veya ikisini sosyal medyada paylaşır, bir kısmını da yazdığım gazetelere gönderirim.

Niyetim yaptığımı anlatmak değil. Sosyal medya paylaşımlarım çok beğeni, yorum ve paylaşım almıyor, eleştiri de görmüyor. Görücüye çıkan çoğu paylaşımlarımın müşterisi pek yok. Bir elin parmaklarını geçmez çoğu kere. İşin garibi "Ne olur Allah rızası için yazma!" diyen de yok. Yeterince beğeni-yorum, eleştiri veya tasvip alsaydım hoşuma gitmez miydi? Giderdi elbet. Kim istemez ki... Benim gibi düşünenler var, fikrimde yalnız değilim derim. Demek ki yazılarımın müşterisi yok. Sebebi ne olabilir derseniz inanın bilmiyorum. Olumlu-olumsuz dönüt olmayınca neredeyse kendim çalıp kendim oynuyorum. O zaman yazmayıver, hiç olmazsa insanlar kurtulmuş olur, derseniz size o zevki vermeyeceğim. Bu alemin dikeni olarak yazıp paylaşmaya devam edeceğim. İçimi boşaltıyorum böylece.

Yazılarımın fazla tepki almamasının nedenini bilmesem de sebebini irdelemek isterim:
* Yazılarım sosyal medya formatına uygun değil, üstelik çok uzun. Vatandaş işlerinin arasında biraz rahatlamak için giriyor bu aleme. Önü, arkası belli olmayan yazıları okuyarak niye gözlerini yorsun? Bu tür yazıları okuyuncaya kadar çoğu kimsenin profilini gözlemleyerek her çiçekten bal almış olur.
* Haddinden fazla paylaşımda bulunuyorum. Takipçi, hangi birini takip etsin. Özel olarak "Fazla paylaşım yapma, yapacaksan haftada bir paylaş, ya da yazının kısa bir bölümünü paylaş" diyen dostlarım da yok değil.
* Yazılarım ve içeriği cezbedici değil. Görüşlerime kimse katılmıyor veya özgünlüğü yok. Sadece laf yığınından ibaret.
* Yazılarım etliye-sütlüye karışmıyor, suya-sabuna dokunmuyor.
* Yazılarım zülfüyare dokunuyor. Adı üzerinde "Dilin kemiği yok." Hem nalına, hem mıhına vuruyor. Beğeni ve yorum yapılırsa renk vermiş olunur. Yok yere kendini tehlikeye atmış olur. Zira yoğurdu üfleyerek yemede fayda var. (Bir gün bir dostum, "Çok güzel yazıyorsun" dedi. Okuyor musun dedim. "Elbette" dedi. O zaman niye iz bırakmıyorsun dedim. "Korkuyorum" dedi. Nesi var ki yazılarımın dedim. "Daha önce birkaç yazını beğendim, bana ta nereden 'Onun yazılarını nasıl beğenirsin' uyarısı geldi" dedi. Varın gerisini siz düşünün.)
* Ben kitap okumuyorum ki senin uzun mu uzun yazılarını okuyayım?
* Sosyal medyada çok dolaşmak, çok paylaşmak kişinin heybetini götürür, bu yüzden en iyisi iz bırakmamak lazım. Zira bu alemde kimin ne yaptığı görülüyor. İşi-gücü yok, sosyal medyada dolaşıyor, denir.
* Meşhur biri değilim, öğretmenlik dışında hiçbir unvanım yok. Yazmak kimlere kaldı! Onun yazdığının alasını ben yazarım.
* Özel görüşmemde çok güzel yazıyorsun diyen çok kişiye rastladım. Bu iltifatlarından memnun da oldum. Ama nedense böylelerinin sayfamda izi yok. Okuyan sayısıyla beğen sayısı tutmuyor hiç. Hikmeti nedir bilmiyorum. Belki de korkuyorlardır, aynı sayfada görünmek istemiyorlardır.
* Belki de çekici değil, itici biriyim.
* Az sayıda beğenen korkmuyor mu denirse bunlarınki cahil cesareti işte.
* Bir de yazımı ismim olmadan alıp paylaşanlar var, az da olsa. Bunlar yazımı tasvip eden, yazımı kendisine mal eden ama benimle aynı fotoğraf karesinde olmak istemeyeler. Dedim ya itici biriyim.  Herkes cazibe merkezi olamaz ya! Dünyanın dengede durabilmesi için çekiciliğin yanında iticilik de lazım. Benim nasibime düşen de bu.

Sözün özü, yazıma başlarken son maddeyle ilgi yazacaktım. Gördüğünüz gibi nerelere girdim çıktım. Ne diyeyim? Allah benim hayrımı versin.

Sahi, ismimi yazmadan paylaşım yapanların niyeti ne ola ki? 13.09.3017

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde