Ana içeriğe atla

Doğu Toplumu Olmanın Zorluğu ve Kolaylığı *


Doğu toplumu derken İslam dünyasını kastediyorum. Bu bölgelerde yaşamak ve bu ülkeleri yönetmek hem zor hem kolay. En ince ayrıntısına kadar her şeyin kuralı vardır buralarda. Ama kurallar pek işlemez, çünkü uygulanmaz. Zira kurallar sonradan konur. Devlet hep halkın gerisinden gittiği için halk kendince bir adet oluşturur, işler sarpa sarmaya başlayınca devlet lütfedip kural koyar. Halk bu sefer adetlerle kurallar arasında sıkışır kalır. Çünkü adetleri değiştirmek zordur.

Kurallar uygulanırsa da garip ve güçsüzler uygular. Zira yapacağı başka bir şey de yoktur. Güçlüye kanun, kural, nizam işlemez. O hep bir yolunu bulur. Zira kurallar hep zayıflar içindir. Kazara uygulamazsa cezayı da yer, gider paşa paşa öder.

Haksızlık diz boyudur. Adalet pek işlemez, işlese de zamanında tecelli etmez. Çoğu, en ufak bir meseleyi deve yapar, çözümünü de kaba kuvvetle halleder.

Ön yargı ve toptancılık hakimdir. Birey ön planda değildir. Grup refleksi ile hareket edilir. Gruplarla birlikte kişilerde aidiyet duygusu gelişir. Cemaat ve tarikatların resmi hüviyeti olmamakla beraber sosyal hayatta etkindirler. Toprak ağalığı yaygındır. Zengini zengin, fakiri fakirdir. Bu yüzden sosyal adalet dengesi yoktur. Siyasiler ülke yönetiminde sosyal hayatta etkin olan ağa, şeyh ve STK vb. temsilcilerini muhatap alır. Bunları ikna etti mi tüm oylar kendisine gelir. Ayrıca bireylerle tek tek konuşma ve oy isteme yoluna gitmez. Bir gruba bağlı olanlar yukarıdan gelen emir ve tavsiyeye göre oyunu verir. Asla sorgulamaz, aklını kolay kolay kullanmaz. Aklına yatmasa da vardır bir hikmeti denir.

İktidara gelen kendisini destekleyenlerin oranına göre kadrolaşır, her yaptığını resmi kılıf adı altında yapar. Liyakat ve ehliyetten ziyade benden olmasına bakılır. Muhalefet her yapılana karşı çıkar. İktidar muhalefeti, muhalefet iktidarı iplemez.

Hangi iktidar dönemi olursa olsun her türlü ihaleler kendisini destekleyende kalır. Her iktidar döneminde yeni zenginler ortaya çıkar.

İlişkiler kanun, kuraldan ziyade güven esasına dayanır. Kurallar, yapmak istediğimiz tasarrufa göre uydurulur.

Alışverişlerde bir tanıdık aranır. Zira fiyatlar ve malın kalitesi değişik değişiktir. Fiyatlar yüksek tutulur, pazarlık yoluyla aşağıya çekilir. Başkası kandırır diye tanıdığa giden kişilerin çoğu en büyük darbeyi genelde tanıdık esnaftan yer. Resmi işlerde de durum bundan farklı değil, kimin hangi kurumla işi varsa işini tanıdık vasıtasıyla halletme yoluna gider.

Herkesin evi temizdir, çöpler genelde çöpün içinden ziyade rastgele dışarıya atılır, piknik ve mesire yerleri başkasının oturamayacağı şekilde pis bırakılır. Banklara düzgün oturulmaz, oturulacak yere genelde ayaklar konur.

Keyfine, rahatına düşkünlük hakimdir, çoğunluk terlemeden garantili bir işte çalışma derdindedir. Okurken bile en rahat edilecek meslekte çalışmak için okunur. Bizi bir işe katmayan okuma boş kabul edilir.

Adam kayırmacılık, torpil, hukuksuzluğun alası buralarda bol miktarda bulunur. Herkes işinin olduğu kadar dürüsttür. İnandığı değerler kulaktan duyma bilgi kırıntılarından ibarettir, dini yaşantıda gelenek hakimdir. Bu alanda söylenmesi gerekenler ve yapılması gerekenler söylenmiştir. Yeni bilgi ve davranışa yer yoktur. Kim yeni ve farklı bir şeyler söylerse dışlanır ve Müslümanlığı sorgulanır. Yaşantı ve davranışta mahalle baskısı belirleyicidir.

Hata yapsa da başarılı olamasa da adı olumsuz fiillerle anılsa da siyasi liderler, tarikat ve cemaat temsilcileri, STK başkanları vs hiç değişmez, dönemlik değil, ömürlüktür makam, mevki ve şöhretleri. Öldüğü zaman da yerine aileden biri gelir veya getirilmeye çalışılır.

İster cemaat, ister grup, ister fert kim olursa olsun kendini mükemmel ve en doğru olarak görür ve bilir. Ülke başkasından kurtarılması gereken ulvi bir görev olarak görülür. Zira kendisi ve ait hissettiği camiası dışında herkesi kötü olarak görür.

Herkes eleştirmeyi çok sever, fakat eleştiriye gelmez. Bir tarafa tereddütsüz itaat ederken diğer kesimlere karşı acımasızdır.

Ülkedeki olumsuzlukların kaynağı olarak suç hep düşmanlara atılır. ABD, İsrail ve Batı öncelikli düşmandır. Aralarından terör örgütleri çıkar, yine bunlar suçlanır. Bunlar kullanmak için niçin bizimkileri bulur diye sorgulanmaz.

Hasılı say say bitmez Doğu toplumunun özellikleri. Bu toplumun içinde verdiğim örneklerin dışında kalanlar var. Ama  azınlıktır, sesleri pek çıkmaz, çıksa da itibara alınmaz. 14.09.2017




* 02/01/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde