Ana içeriğe atla

“Mezarlarımız ortak olmayacaksa, sokaklarımız nasıl ortak olacak?” *

Nasıl bir ülkede yaşıyoruz, kimin bedduasını aldık bilmiyorum. Nedense gerginlik, kaos hiç eksik olmuyor bu ülkede. Her günümüz dünü aratır cinsten. Dört bir tarafımızdan düşman kıskacında yaşadığımız yetmezmiş gibi içeride biz bize, birbirimize saygı göstererek yaşayacağımız yerde birbirimizi boğazlamaya, hayat hakkı tanımamaya çalışıyoruz. Her birimiz kendimizi bu ülkenin sahibi görüyoruz, yekdiğerine hayatı zindan etmeye çalışıyoruz.

Bu ülkede yaşayan herkesin şunu bilmesi lazım ki bu ülkede sadece kendisi yaşamıyor. Bu ülke mozaikler ülkesidir. Hepsi de bu vatanda en az diğeri kadar söz sahibidir. Türk’ü, Kürdü, Alevi’si, Sünni’si, ateisti, Müslüman’ı bu ülkeyi mesken edinmiş. 5-6 yıldır içimizde Suriyeliler de yaşamak zorunda kalmışlardır. Irk, inanç ve fikir bazında da  farklı farklı düşünce ve kanaatlere sahip insanımızın sayısı az değildir. Daha bundan sonra kimlere ev sahipliği yapacak Allah bilir?

Dışarının ve içerinin durumu bu iken yoğurdu üfleyerek yiyeceğimiz, birbirimizin görüşlerine katılmasak da hassasiyetlerine saygı göstereceğimiz, bir ve beraber hareket edeceğimiz yerde her geçen gün iyice ayrışmanın fitilini ateşliyoruz. Nedense sağlıklı düşünemiyoruz, basiret ve ferasetimizi takınamıyoruz. Bir türlü birbirimizi beğensek de, beğenmesek de bu ülkede bir ve beraber yaşayacağımızı öğrenemedik gitti.

Malumunuz şimdi gündemimizde HDP'li Aysel Tuğluk'un vefat eden annesinin Ankara Gölbaşı mezarlığına defnedildikten sonra gelen tepkiler üzerine naaşının mezardan çıkarılıp Tunceli'ye defnedilmesi olayı var. Olay başlı başına üzüntü verici gerçekten. Ölen insandan ne istenir? Bizim bu ne yaptığını bilmez, bir avuç  insanımız neye, kime hizmet ediyor? Böyle yapmakla ülkeyi çok sevdiklerini mi izhar etmek istiyorlar? Diriler olarak birbirimize saygı göstermeyi ve tahammül etmeyi öğrenemedik, ölülere bari saygı göstermeyi bilelim. Toprak kabul ediyor cesedi de bize ne oluyor? Bu yapılanın vatanseverlikle falan bir alakası yok, sadece ortamı germeye, cenazesini gömdürmediğimiz zihniyetin kendimize karşı biraz daha bilenmesinden başka hiçbir amaca hizmet etmez. Madem bu kadar ülkenizi seviyorsunuz ne diye kadın sağ iken onun beğenmediğiniz fikirlerine, hoşlanmadığınız davranışlarına karşı mücadele etme yoluna gitmediniz. Çok ayıp oldu. Ayıp yaptınız. Keşke yaptığınız yanlışın farkına varsanız hiç gam yemeyeceğim, en azından bundan sonra böyle telafisi mümkün olmayan hatalar yapılmaz diyeceğim ama yaptığınıza pişmanlık duymadığınız gibi öyle zannediyorum kahvehane köşelerinde bir teröristin cenazesini gömdürmedik diye caka satıyorsunuzdur şimdi. Utanın yaptığınızdan. Bizim kültürümüzde mücadele ettiğimiz bir insan öldü mü akan sular durur, düşmanlık ve husumetimiz varsa geçici bir süre de olsa buzdolabına kaldırırız. Bu yapılanın savunulacak ve tutulacak hiçbir tarafı yok. Devlet bunu yapanların peşini bırakmamalı, öyle ifadesi alınıp salınmamalı.

Başlık yaptığım cümle HDP sözcüsü Osman Baydemir’e ait. HDP zihniyetine zerre kadar sempati duymasam da Baydemir doğru söylüyor. Bugün “Şu mezar senin, bu mezar benim, bizim buraya gömemezsiniz” dar düşüncesi bizde çoğunluğa hakim olursa sahi biz sokaklarda nasıl güvenli bir şekilde yaşayacağız o zaman? Böyle giderse kurtarılmış mezarlarımız, kurtarılmış sokaklarımız olur kısa zamanda.

HDP de bu ülkede siyaset yapmak istiyorsa PKK ile özdeşleştirmemeli kendisini. Terörle arasına mesafe koymalı, PKK ile organik ve inorganik bağını kesmeli. Herkes, her kesim şunu bilmeli ki, rüzgar eken fırtına biçer. İşimizde, zikrimizde sağduyu hakim olsun hepimizin… 15/09/2017

* 16/09/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde