18 Ağustos 2017 Cuma

Gülen'le aşık atmak *

Üniversiteden bir arkadaşım sosyal medyada 'Biz Birlikte Türkiye'yiz'e ait bir videonun paylaşımını yapmış profilinde. Gezinirken önüme geldi. Videonun altında "40 yıllık FETÖ'nün varlığını 15 yıllık Ak Parti'ye mal eden beyinsizler iyi izlesin. Paylaşmayan Kalmasın...”yazılı idi. Videoyu açtım, dört dakikalık bir video idi. Uzun olmayınca açıp izledim.

Video, GÜLEN’in yabancı bir kanala verdiği röportajından bir bölümü kapsıyordu. GÜLEN’e, “Uzun süre ERDOĞAN ile uzun süre ittifak yaptınız, onunla inanç kardeşiydiniz. Laik orduya karşı birlikte mücadele ettiniz, kopuş neden oldu? Bu büyük nefret nereden kaynaklanıyor? Zira ERDOĞAN’ın taraftarlarını Hitler’in SS’iyle karşılaştırıyorsunuz, Nasıl oldu bu değişme” şeklinde soru soruyor. GÜLEN röportajında “Kendisiyle pek karşılaşmadığını, belediye başkanı iken yanına gelip Erbakan’dan ayrılıp yeni bir parti kuracağını söylediğini, ben de kendisine bizim bu işlerle pek işimiz olmaz, zira çalıştığımız alan bellidir, eğer kurmak istiyorsan orduyla iyi geçin, Hocayla vuruşmadan bu işi yapın, demokrasiden vazgeçmeyin… şeklinde samimi görüşlerini ifade ettiğini, benden ayrıldıktan sonra asansörle aşağıya inerken yanındaki kişiye ‘Evvela bunların hakkından gelmek lazım’ dediğini,  alternatife tahammülsüzlüğünü ta o zaman gösteriyor…” diye açıklama yapıyor.

Bu röportajı paylaşan güya Erdoğan’ın yapıdan geçmişten beri haz almadığını, bu yapı ile yakın olmadığını, FETÖ kazanımlarının sadece bu dönemde oluşmadığını ispatlamaya çalışıyor. Doğruluk payı da yok değil hani. Fakat bu paylaşımı bu amaçla veren kişi eğer paylaştığının içeriğine iyi bakarsa GÜLEN’in iyi bir algı oluşturmaya çalıştığını anlardı. Gülen bu içerikli bir başka videosunu 15 TEMMUZ’un ertesi günü yani 16 Temmuz 2016’da paylaşıma çoktan vermişti bile. Ben bu videoyu paylaşan kimseyi çok saf gördüm, o kadar saf ki GÜLEN’in oluşturmak istediği algıyı görmeyecek kadar bir saf hem de. Zira GÜLEN, videosunda sureti haktan görünerek şunu demek istiyor: “Erdoğan, ta belediye başkanlığı döneminde ERBAKAN’ı kendisine alternatif gördüğünü, onu siyaset dışına ittiğini, çünkü alternatiflere karşı tahammülünün olmadığını, bizi de kendisine bir alternatif gibi gördüğünü, bizi ta o zamandan yok etmeye karar verdiğini asansörle aşağıya inerken evvela bunların hakkından gelmek lazım dediğini, bu darbeyi de bizim üzerimize yıkmak için icat ettiğini, bizim böyle şeylerle ilgimizin olmadığını…” bir algı olarak zihinlere yerleştirmeye çalışıyor. Sonra ta belediye başkanlığı döneminde aralarında geçtiğini ifade ettiği bu konuşmayı niçin darbe ertesi günü servis ediyor? Zaten birçok konuşmasında darbenin bir mizansen olduğunu, kontrollü olduğunu ifade etti durdu. Onun yediği bu herzeye içimizde inananların sayısı da az değil, yurtdışı da sanırım bu şekilde görüyor. Herkese “Duyduk duymadık demeyin, bu adam var ya bu adam, yıllar önce beni yemeyi kafasına koymuştu, durum bundan ibaret” demek istiyor.

GÜLEN öyle rol yapıyor ki sanırsınız dünya ile hiç işi yok, doğru dürüst tanıdığı kimse yok, kendi halinde sureti haktan bir insan görünümü verirken hinliğini yapmaya ve rolünü iyi oynamaya devam ediyor. Adamın videosunu izlerken bu adam yanlış meslek seçmiş, bundan uluslar arası seviyesinde iyi bir film artisti olurmuş dedim. FETÖ düşmanı kişiler de bu videoyu mal bulmuş mağribi gibi servis ediyor.  Bence FETÖ’nün oluşturmak istediği algılara videolarıyla alet olmamak lazım. Öyle ona ait yayımlanan her videosunu paylaşmadan önce bin düşünmek lazım. Yeni yeni yayımlanan videolarıyla sempazitanlarına hala mesaj veriyor. Kendi elimizle onun oyununa gelmeyelim. İyi bir iş çıkardık diye sevinmeyelim. Böyle yapmaya devam edersek onun ekmeğine yağ sürmüş oluruz. En iyisi onunla ilgili bir şey paylaşmamak, onu yok kabul etmektir. Zira hinlikte, hainlikte, rol yapmada, sureti haktan görünmede kimse onunla aşık atamaz.

Sahi Gülen’le ilgili videoları paylaşmak kimin işine yarıyor? Ava giderken avlanmayalım! 18/08/2017

* 21/08/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Futbol Kulüplerimiz Kime Çalışıyor? *

Türkiye futbol liginde  çok sayıda yabancı ülkeye ait futbolcu top koşturuyor, kimi başarılı, kimi başarısız. Türkiye'ye şu ya da bu şekilde adımını attı mı kolay kolay ülkesine gitmiyor, o kulüpten bu kulübe transfer olup duruyor. Ülkemizde yüksek transfer ve bonservis ücreti alan her yabancı futbolcu kendi ülkesine para kazandırıyor. Ülkemiz yabancı futbolcu cenneti dense yeridir.

Ya ülkemizde durum nasıl, ne âlemde? Hiç kafa yorduk mu bu konuda? Bu konuya Barcelona'da top koşturan  Arda TURAN'ın Galatasaray tarafından transfer edileceği şeklindeki haberleri okuyunca yoğunlaştım. Arda transferi gerçekleşir mi gerçekleşmez mi bilmem. Ama konuşulmasını bile doğru bulmuyorum. Az sayıda bir futbolcumuz yabancı ülkede top koşturmak için transfer olmaya görsün ya eski takımı ya da diğer kulüplerimizden biri, giden futbolcumuzu geri transfer etmeye kalkar. Bizim kulüplerimiz başka futbolcu kalmadı, iyice naçar mı kaldılar da giden futbolcumuzu almaya kalkıyorlar?

Barcelona Arda için transfer bedeli olarak 25 milyon euro istiyormuş. Borcu dillere destan olan borç batağındaki GS, ne diye Arda’yı almak istiyor? Amaçları İspanya’yı mı zengin etmek? GS, ister borçlanıp alsın -zira borç yiğidin kamçısıdır- ister sponsor bulup alsın, iyi yapmıyor. Bunu sadece GS değil, daha önce FB de Emre BELAZOĞLU’nu transfer ederek yaptı. Özellikle büyük kulüplerimiz bunu hep yapıyor. Ülkeye para getirecek lejyoner futbolcuları geri getirme planlarından vazgeçmeliler bir defa. Eğer takımlarını düşündükleri kadar bu ülkeyi düşünüyorlarsa Arda gibi isim yapmış, başarısını ispatlamış bir futbolcu halen top koşturduğu takımda rahat değilse menajerleri vasıtasıyla başka takımlara transfer edilmesi için uğraşmaları gerekir. Ülkemizin büyük takımları birbirine çalım atarak sükse yapmaktan, kendi taraftarının gönlünü almaktan, iyi transferler yaptı diye haber konusu olmaktan vazgeçmeliler. Bırakın Arda’yı getirmeyi, dışarıda kalması için ellerinden gelen gayreti göstermeliler. Ülkeyi sevmek, ülke ekonomisini düşünmek bunu gerektirir.

Bizim büyük kulüplerimiz büyük kalmak istiyorlarsa önce futbolcuyu alırken kazanmalılar. İyi bir bedelle aldıkları futbolcuyu daha iyi bedelle satabilsinler. Avrupa şampiyonalarında başarı göstermek için çaba göstermeliler. Bunun yolu takım oyunu oynamaktan geçer. Parayı basıp futbolcu alma hazır yiyiciliğini bırakıp alt yapıya önem vermeliler. Başka ülkeler, istediği mevkiye istediği futbolcuyu alarak her sene Avrupa kupalarına katılıp derece elde ediyor. Ucuza transfer ettikleri futbolcuyu takımlarına para getirsin diye iyice meşhur ettikten sonra  bedelsiz gitmesin diye pazarlama yoluna gidiyor, böylece verdiklerinden daha fazla parayı kulüplerine kazandırıyorlar. Büyük takımlarımız takımlarını ve ülkeyi düşünüyorlarsa önce kulüplerini borç batağından kurtarsınlar, ardından akılcı transferlerle başarılarına başarı katsınlar. Ama yaptıklarına bakılırsa ülkeyi ve ülke ekonomisini çok düşündüklerini sanmıyorum. Görünen başka ülkenin takımlarını zengin ederek o ülkenin bütçesine katkı yapmak şeklinde.

Bu ülkede yabancı futbolcu olduğu gibi bizim ülkemizin futbolcuları da dışarıda oynasın, oraya giden çocuklarımıza çelme takmayalım, giden futbolcumuz buradan gemileri yakarak gitmelidir. Takımlarımız büyüklüklerini dışarıya gönderecekleri futbolcularla da göstersinler. UEFA kupasını aldıktan sonra yurt dışına transfer olan ne kadar GS’lı futbolcu varsa yitiğimizi toplar gibi çoğunu gitmesiyle almamız bir oldu. İyi de yapmadık o zaman, şimdi de iyi yapmıyoruz.

Arda’nın geri geleceği haberleri bana bunları düşündürdü. Başta  büyük kulüplerimiz olmak üzere milletçe bu ülkede milli düşünmemiz lazım. Siz ne dersiniz bilmiyorum ama benim kanaatim bu şekildedir. 18/08/2017


* 28/08/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



17 Ağustos 2017 Perşembe

Yeter ki seninle görüşmek istesin!

Kazara telefon numaranı vermişsen yandın demektir. Hoş telefonunu vermesen de bir tanıdığından telefonunu bulur. Kendisini dünyanın merkezine koyar, öbür ucuna da seni. Arar durur artık. Ya sana bitmeyen derdini anlatacaktır, ya da seninle bir bitecek bir işi. Daha doğrusu senin bitireceğin bir iş.

Vakitli-vakitsiz arar durur. Cevap veremeyebilirsin. Önemli değil.  Olur ya tuvalettesindir veya yemek yiyorsundur. İhtiyacını gidermeni bekler, Her 10 ve 15 dakikada bir seni arar. Hiç aklına gelmez bu adam tatil, bugün biraz geç kalkacak olabilir, bu adamın toplantısı vardır, telefona cevap veremeyecek durumdadır. "Müsait olunca seni arayacağım" şeklinde gönderdiğin mesaj da işe yaramaz. Tek parolası var, kendisine cevap vermen. Yoksa halin kül. Baktın kendisine cevap vermedin mi hemen atlar bir otobüse. Seni tanıyan birinin yanına gider, bana cevap vermedi, bir de sen ara diye.

Vaktin müsait olunca ararsın. Kardeş, aramışsın, uyuyordum, ya da dersteydim, buyur diye. "Fark ettim bu yüzden fazla aramadım," der. İyi ki fazla aramamış, bir de fazla arasaymış, telefonum durmadan çalacakmış demek ki. Bir gün bir dostum ona bir rektörün numarasını vermiş. Nice sonra beni aradı, "Rektör aradım aradım cevap vermedi" dedi. Adam müsait olunca döner sana dedim. Toplantısı  vardır, misafir ağırlıyordur, fazla aramayaydın dedim. "Zaten fazla aramadım" dedi. Eğer beni aradığı gibi aradıysa yandı o rektör demektir.


Elinde bir oyuncak, aklına geldi mi arıyor da arıyor. Adam boş olunca anlayışı da yok oluyor sanırım. Herkes boştur diye düşünüyor. Nedense işi vardır, müsait olunca arar diye düşünemiyor. Allah kimseyi boş bırakmasın! Böylesinden kurtulmanın tek yolu bu tipler aradı mı, işi-gücü bırakıp telefonuna cevap vermektir.  Böyle yaptın mı o günkü tehlikeyi savuşturdun demektir, diğer arayıncaya kadar rahat edersin. 17/08/2017

Böyle terörle mücadele olmaz

Türkiye her biri diğerine rahmet okutacak şekilde terörün her türlüsüne muhatap olmaktadır. Devlet terörle başa çıkabilmek için her yol ve yöntemi kullanıyor. Kökü kazındı kazınıyor, bitti bitiyor derken bir başka yerde yine şehitler vermekteyiz. Çünkü karşımızda açık düşman yok. Terör her defasında sinsi yüzünü bir kez daha gösteriyor. Zira teröristlerimiz kaypak ve kahpece pusu kuruyor her defasında. Ülke olarak acılı ve dertliyiz. Bu milletin başına geleni Allah kimseye vermesin.

11 Ağustos'ta Trabzon'un Maçka ilçesinde  meydana gelen terör olayı ise ülke olarak yüreğimizi dağladı, ülke bu acı haberle çalkalandı. Çünkü bu sefer teröre kurban verdiğimiz erzağını çalan teröristlerin saklandığı yeri göstermek için güvenlik güçlerine kılavuzluk yapan 15 yaşındaki Eren'den başkası değildi. Beraberinde bir başçavuş şehit olurken, bir polis memuru da yaralandı. Allah ölenlere rahmet, yaralımıza da acil şifalar versin.

Askerimiz, polisimiz, jandarmamız terörle mücadele için göğsünü siper ediyor. Kesinlikle bundan şüphem yok. Devlet de terörü bitirmek için elinden gelen desteği veriyor. Mücadeleyi kesinlikle küçümsemiyorum. Niyetim başka kan akmasın, yeni Erenleri kurban vermeyelim. Ama terörle mücadelede bir yerlerde hata yaptığımızı kabul etmemiz gerekir. Yıllardır terörü Karadeniz'e taşımayı hedefleyen PKK, Güneydoğu da iyice sıkışınca dişini Maçka'da gösterdi. Burada sormak lazım. Teröristler Maçka'ya kadar nasıl geldi? Haydi bir yol bulup geldiler diyelim. Teröristlerin olduğunu haber veren 15 yaşındaki çocuğun operasyon bölgesinde ne işi var? Sonra teröristlerin izini süren güvenlik görevlisi sayısı ne kadardır? Bu konuda sorulacak soruları çoğaltabiliriz. Ama gördüğüm kadarıyla burada tamamen bir amatörlük söz konusu. Güvenlik güçlerinin buradaki terörü basite aldığı, olayı basit  bir hırsızlık vakası gibi değerlendirdiği görülüyor. Buradaki görevlilerin PKK gibi sinsi, vahşi, acımasız kanlı örgütü daha tam tanıyamadıkları anlaşılıyor. Terör nasılsa sadece Güneydoğu’nun sorunu, oraya hapsedilmiş; bizim buralarda ne gezer, diye düşünmüş olmalılar. Yetkililer nasıl böyle bir yaş tahtaya bastılar? Düşünmek lazım.

Maçka olayında istihbarat eksikliği kadar olayın vahametinin yetkililer tarafından iyi analiz edilmediği anlaşılıyor. Güvenlik güçlerinin kedi-köpek kurtarmada, intihara kalkışan bir kimseyi kurtarma esnasında işi ciddiye alıp her ihtimali değerlendirmek suretiyle olay mahallini güvenlik çemberiyle çevirdiklerini görürüz. Nedense PKK gibi bu ülkeye yıllardır kan kusturan, anaları ağlatan, kandan beslenen bu sinsi varlıkları yakalamak için göz göre göre ateşe gidiyorlar, üstelik alınması gereken tedbirleri iyice almadan. Düşman pusuda bunları avlıyor. Madem çocuğun bilgisinden faydalanacaksınız, önce ailesinden izin alıp ardından bu çocuğa çelik yelek dahil her türlü tehlikeye karşı iyice tedbir alarak götürmek gerekmiyor muydu? 

Maçka olayı bize şunu göstermiştir ki terörle mücadelede amatör tavırları bırakıp bu işi profesyonelce yapmak gerekiyor. Bu işe baş koyan, ölümü göze alan güvenlik görevlilerimiz bir defa soğukkanlılığı elden bırakmadan hızlı ve doğru karar vererek teröristlerin başına ekşimelidir, Öyle taktik uygulamalılar ki terörist neye uğradığını şaşıracak, silahına davranmaya vakit bulamayacaktır. Bunun için kendilerini terörist yerine koyarak “Ben terörist olsam ne yaparım, nereye saklanırım, nereden kaçarım, nereden silah atarım, yakalanmamak için tehlike çemberini nasıl aşarım” hesabı yapmalıdırlar. Yalı kılıç teröristin üzerine gel bizi avla diye gitmemelidir. Gerekirse teröristlerin saklandığı yer çok uzaktan izlenerek dışarıya çıkmaları beklenmelidir. İçeride ne yaptıkları, kaç kişi olduklarını tespit için uzaktan içeriyi görecek aletler kullanmalıdır. Eğer biz bu acemi tavırları terk etmezsek terör bu ülkede daha çok can almaya devam eder.  17/08/2017


16 Ağustos 2017 Çarşamba

Neyini beğenmiyorsunuz 3+3, 3+3'ün?

Bugünlerde malumunuz toplu sözleşme görüşmeleri yapılıyor. Yetkili sendika hükümetin hesap kitap yaparak teklif ettiği 3+3, 3+3'ü "Bu teklife kapalıyız" diyerek reddetti. 21 Ağustos'a kadar görüşmeler devam edecek, çözüm bulup anlaşamazlarsa Kurul'a gidecek. Nihai karar orada verilecek.

Hükümet memuru enflasyona ezdirmeyeceğiz derken memur kesimi, büyüyen ekonomiden payımıza düşeni alacağız, diyor. Geçen Aralık ayında bütçeye konan bu zam oranının neyini beğenmiyor memur anlamadım gitti. Hükümetin verdiği rakamı beğenmemek ayıp olur. Burada bir devlet yönetiliyor, devlet ciddiyeti var ortada. Zaten hükümetin sizi muhatap aldığı hata. Azı beğenmeyen çoğu bulamaz hiç. Bugün ortalama 3 bin lira alan bir memur ilk altı ay için verilen yüzde üç zam ile 90 lira alacak demektir bu. Yani her güne 3 lira zam yapılmış oluyor. İkinci ayı da hesaba katarsak epey bir yekûn tutar hattı zatında. Bunun bir de kümülatifini alırsak ortaya ne rakamlar çıkar. Ayrıca yarın hükümetten bir yetkili çıkar da 2000 öncesi memurun o günkü alım gücüyle bugünkünü karşılaştırır, geçmişe oranla daha fazla verdiğini ispatlarsa ne diyeceksiniz? Mesela o günkü maaşla kaç kilo toz şeker alınıyor, bugün ne kadar alınıyor? İşte o zaman memurun ağzına lafı tıkamış olur.

Bence bu memurlar da çok oluyor, çok şey istiyorlar. Hükümetten büyümüş ekonomimizdeki paylarına düşeni istiyorlar. Yarın hükümet, “Siz ekonomiden pay istiyor, benim verdiğimle yetinmiyorsunuz, Bu benim işime gelir, zira  biz kârdan istiyoruz diyorsunuz, kâra ortak olan zarara ve borca da ortak olur, gelin ilk önce cari açıktan başlayarak devletin yurtiçi ve yurtdışı borçlarını bitirelim. Size bundan sonra zam vermeyerek başlayalım işe. Hatta borçları ödemek için mevcut maaşınızdan biraz kesinti yapalım. Bu iş, devletin borcunu ödeyinceye kadar devam etsin. Seferberlik ilan ettim: Borcu kapatmadan yeme de yok, içme de… Borçlar bitmeden ölürseniz vereseleriniz ödeyecek şekilde bir planlama yapalım” dese ne yapacaksınız? Ya da hükümet “Siz misiniz verdiğimi beğenmeyen? Kendinizi bulunmaz Hint kumaşı olarak görmeyin, dışarıda milyonlarca alternatifiniz var, elimi sallasam ellisi birden gelir, üstelik aldığınız maaştan daha düşüğüne çalışacak yığınla insan var. Oturun oturduğunuz yerde. Pirince giderken eldeki bulgurdan da olmayın. Aba altından gösterdiğim bu sopayı da sizi koruma amaçlı olarak görün, bu iyiliğimi de unutmayın, bu daha iyi günleriniz, ben daha sizin o sığınağınız olan 657’yi de kaldıracağım, o zamana kadar böyle keyfinizi sürün bakalım” dese kim ne der?

Devlettir bir defa. Ne yapsa yeridir. O halde memurlar durumlarına razı olmalı, haddi aşmamalı, verilenle yetinmeli, böyle hesapsız istekleriyle hükümeti de oyalamamalı. 16/08/2017


15 Ağustos 2017 Salı

Memura Reva Görülen Zam Oranları *

Gündemde 2018-2019 memur maaş artışlarının görüşmeleri var. Yetkili sendika, masaya 10+6, 10+8 teklifiyle oturdu. Hükümet adına  adı geçen yıllar için memurlara verebileceği zam oranını ilgili bakan 3+3, 3+3 olarak açıkladı. İlgili sendikanın yetkili başkanı "Bu teklife kapalıyız" diyerek  tepki gösterdi. 21 Ağustos'a kadar görüşmelere devam edilecek. Hükümet teklifini yinelese de çıkabileceği oran ne yetkili sendikayı ne de memurları memnun edeceğe benziyor. Çünkü  perşembenin gelişi çarşambadan belli gayri.

Hükümet ile yetkili sendika zam oranında uzlaşamazlarsa Kamu Görevlileri Hakem Kurulu son noktayı koyuyor. Önceki yıllardaki işleyişine bakılırsa bu Kurul’un, hükümetin verdiği zam oranını aşması söz konusu değildir. Memur ne umarsa umsun, yetkili sendika ve diğer sendikalar  ne teklif ederlerse etsinler, sonunda imam bildiğini okuyor. Çünkü toplu sözleşmelerde top hep hükümettedir. Memur lehine sadra şifa bir durum ortaya çıkmıyor. Memur, “hakkımızı verin” derken, hükümet ise “anlıyorum ama olsa can feda” diyor. Hasılı memur bir yüzünü karartıyor, devletse iki yüzünü. Tencere-kapak misali yuvarlanıp gidiyoruz. Hemen hemen her alanda eli açık davranan hükümet nedense iş memurun maaşını artırma konusuna gelince bütçe durumunu öne sürüyor. Bu durum geçmişten bugüne genelde hiç değişmedi. Hükümetler, "Memurumuzu enflasyona ezdirmeyeceğiz."mantığını güder hep. Bu, “ Ne uzayacaksın ne de kısalacaksın” demektir.

Yetkili sendika hesap-kitap yaparak masaya oturuyor umutla. Ama hükümet kılı kırk yararak bütçe imkanlarını gösteriyor, 2,5 milyon memura yüzde bir versek bütçeye maliyeti şu kadar açıklaması yapılıyor. Madem ki dördüncüsü olan bu toplu görüşmelerde hep hükümetin dediği oluyor, o zaman bunun adına toplu sözleşme demenin bir alemi yok, masaya da oturmaya  gerek yok. Sonra bu işte yine bir anormallik var. Hükümet geçen aralık ayı bütçe görüşmelerinde önümüzdeki yıl memura vereceği zam oranını zaten bütçeye koyuyor. Bütçeye konan zam oranını izleyen yılın ağustos ayında pazarlık konusu yapmanın hiç gereği yok bence. Öyle günlerce tarafların hazırlanmasına, bir araya gelmeye, memurun beklenti içine girmesine hiç gerek yok. Hükümet, kafasındaki plana göre vereceğini versin, memurlar bir iki sızlansa da bir müddet sonra alışır bu zamma. Zaten yapacağı bir şey de yok. Beğenmeyen çeker gider. Zira dışarıda bekleyen alternatifi milyonlar var.

Enflasyonun çift haneli olduğu yıllarda hükümetlerin verdiği zamlar oran bakımından yüksekti, fakat verilen zamlar hayat pahalılığının içinde erir giderdi. Son hükümet geldiği andan itibaren enflasyonla mücadelede başarılı oldu, hatta tek haneli rakamlara indirdi bu canavarı. Memura fazla vermese de vatandaşın alım gücü artmıştı. Hükümetin 2018-2019 yılları için verdiği zam oranlarına bakılırsa hükümet hala enflasyonu tek hanelerde seyrediyor sanıyor. Halbuki geçen yıldan beri enflasyon çift haneli rakamlarda geziniyor. Bu durumu ev geçindiren, çarşı-pazara alışverişe giden insanımız daha iyi anlıyor. Çünkü yıllardır yerinde sayan, hatta gerileyen fiyatlar kıpırdamakla kalmadı, uçtu gitti neredeyse. Birileri bunu özellikle hükümete hatırlatmalı. Yine hükümet zam oranı verirken önümüzdeki sene enflasyon hedefine göre zam teklifi veriyor. Halbuki yaşanan hayat pahalılığı önümüzdeki yılın değil, bu yılın hayat pahalılığıdır. Enflasyonun düşmesine oranla fiyatların düşmesi de zamanla ortaya çıkar.

Memurlar da şunu bilmeli ki çok umutlanmayın, enflasyonun altında kaldık diye sızlanmayın. Bu ülkenin hükümetleri Refah-Yol hariç kolay kolay memura vermedi. Bu ülkede memur ne uzar ne de kısalır. Hükümetlerin parolası bu. Öte de bir şey beklemeyin. 15/08/2017

* 19/08/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

14 Ağustos 2017 Pazartesi

"Anamın son gelini"

Düğün  sezonu malum. Gelin arabalarının önü-arkası yazılarla dolu. İşte bir tanesi: "Anamın son gelini." diye yazmış biri.

Hep böyle derler. Düğün bittikten sonra ayakları yere basar. "Anamın son oğluydu" şekline döner. Çünkü oğlan elden gider. Zaten ne demişler: "Oğul kazanmak istiyorsan  kızını evlendir, kaybetmek istiyorsan oğlunu evlendir."

Evet, kız evden gitmiştir ama oğlan da elden gitmiştir. 13.08.2017