Ana içeriğe atla

Böyle terörle mücadele olmaz

Türkiye her biri diğerine rahmet okutacak şekilde terörün her türlüsüne muhatap olmaktadır. Devlet terörle başa çıkabilmek için her yol ve yöntemi kullanıyor. Kökü kazındı kazınıyor, bitti bitiyor derken bir başka yerde yine şehitler vermekteyiz. Çünkü karşımızda açık düşman yok. Terör her defasında sinsi yüzünü bir kez daha gösteriyor. Zira teröristlerimiz kaypak ve kahpece pusu kuruyor her defasında. Ülke olarak acılı ve dertliyiz. Bu milletin başına geleni Allah kimseye vermesin.

11 Ağustos'ta Trabzon'un Maçka ilçesinde  meydana gelen terör olayı ise ülke olarak yüreğimizi dağladı, ülke bu acı haberle çalkalandı. Çünkü bu sefer teröre kurban verdiğimiz erzağını çalan teröristlerin saklandığı yeri göstermek için güvenlik güçlerine kılavuzluk yapan 15 yaşındaki Eren'den başkası değildi. Beraberinde bir başçavuş şehit olurken, bir polis memuru da yaralandı. Allah ölenlere rahmet, yaralımıza da acil şifalar versin.

Askerimiz, polisimiz, jandarmamız terörle mücadele için göğsünü siper ediyor. Kesinlikle bundan şüphem yok. Devlet de terörü bitirmek için elinden gelen desteği veriyor. Mücadeleyi kesinlikle küçümsemiyorum. Niyetim başka kan akmasın, yeni Erenleri kurban vermeyelim. Ama terörle mücadelede bir yerlerde hata yaptığımızı kabul etmemiz gerekir. Yıllardır terörü Karadeniz'e taşımayı hedefleyen PKK, Güneydoğu da iyice sıkışınca dişini Maçka'da gösterdi. Burada sormak lazım. Teröristler Maçka'ya kadar nasıl geldi? Haydi bir yol bulup geldiler diyelim. Teröristlerin olduğunu haber veren 15 yaşındaki çocuğun operasyon bölgesinde ne işi var? Sonra teröristlerin izini süren güvenlik görevlisi sayısı ne kadardır? Bu konuda sorulacak soruları çoğaltabiliriz. Ama gördüğüm kadarıyla burada tamamen bir amatörlük söz konusu. Güvenlik güçlerinin buradaki terörü basite aldığı, olayı basit  bir hırsızlık vakası gibi değerlendirdiği görülüyor. Buradaki görevlilerin PKK gibi sinsi, vahşi, acımasız kanlı örgütü daha tam tanıyamadıkları anlaşılıyor. Terör nasılsa sadece Güneydoğu’nun sorunu, oraya hapsedilmiş; bizim buralarda ne gezer, diye düşünmüş olmalılar. Yetkililer nasıl böyle bir yaş tahtaya bastılar? Düşünmek lazım.

Maçka olayında istihbarat eksikliği kadar olayın vahametinin yetkililer tarafından iyi analiz edilmediği anlaşılıyor. Güvenlik güçlerinin kedi-köpek kurtarmada, intihara kalkışan bir kimseyi kurtarma esnasında işi ciddiye alıp her ihtimali değerlendirmek suretiyle olay mahallini güvenlik çemberiyle çevirdiklerini görürüz. Nedense PKK gibi bu ülkeye yıllardır kan kusturan, anaları ağlatan, kandan beslenen bu sinsi varlıkları yakalamak için göz göre göre ateşe gidiyorlar, üstelik alınması gereken tedbirleri iyice almadan. Düşman pusuda bunları avlıyor. Madem çocuğun bilgisinden faydalanacaksınız, önce ailesinden izin alıp ardından bu çocuğa çelik yelek dahil her türlü tehlikeye karşı iyice tedbir alarak götürmek gerekmiyor muydu? 

Maçka olayı bize şunu göstermiştir ki terörle mücadelede amatör tavırları bırakıp bu işi profesyonelce yapmak gerekiyor. Bu işe baş koyan, ölümü göze alan güvenlik görevlilerimiz bir defa soğukkanlılığı elden bırakmadan hızlı ve doğru karar vererek teröristlerin başına ekşimelidir, Öyle taktik uygulamalılar ki terörist neye uğradığını şaşıracak, silahına davranmaya vakit bulamayacaktır. Bunun için kendilerini terörist yerine koyarak “Ben terörist olsam ne yaparım, nereye saklanırım, nereden kaçarım, nereden silah atarım, yakalanmamak için tehlike çemberini nasıl aşarım” hesabı yapmalıdırlar. Yalı kılıç teröristin üzerine gel bizi avla diye gitmemelidir. Gerekirse teröristlerin saklandığı yer çok uzaktan izlenerek dışarıya çıkmaları beklenmelidir. İçeride ne yaptıkları, kaç kişi olduklarını tespit için uzaktan içeriyi görecek aletler kullanmalıdır. Eğer biz bu acemi tavırları terk etmezsek terör bu ülkede daha çok can almaya devam eder.  17/08/2017


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde