Ana içeriğe atla

Futbol Kulüplerimiz Kime Çalışıyor? *

Türkiye futbol liginde  çok sayıda yabancı ülkeye ait futbolcu top koşturuyor, kimi başarılı, kimi başarısız. Türkiye'ye şu ya da bu şekilde adımını attı mı kolay kolay ülkesine gitmiyor, o kulüpten bu kulübe transfer olup duruyor. Ülkemizde yüksek transfer ve bonservis ücreti alan her yabancı futbolcu kendi ülkesine para kazandırıyor. Ülkemiz yabancı futbolcu cenneti dense yeridir.

Ya ülkemizde durum nasıl, ne âlemde? Hiç kafa yorduk mu bu konuda? Bu konuya Barcelona'da top koşturan  Arda TURAN'ın Galatasaray tarafından transfer edileceği şeklindeki haberleri okuyunca yoğunlaştım. Arda transferi gerçekleşir mi gerçekleşmez mi bilmem. Ama konuşulmasını bile doğru bulmuyorum. Az sayıda bir futbolcumuz yabancı ülkede top koşturmak için transfer olmaya görsün ya eski takımı ya da diğer kulüplerimizden biri, giden futbolcumuzu geri transfer etmeye kalkar. Bizim kulüplerimiz başka futbolcu kalmadı, iyice naçar mı kaldılar da giden futbolcumuzu almaya kalkıyorlar?

Barcelona Arda için transfer bedeli olarak 25 milyon euro istiyormuş. Borcu dillere destan olan borç batağındaki GS, ne diye Arda’yı almak istiyor? Amaçları İspanya’yı mı zengin etmek? GS, ister borçlanıp alsın -zira borç yiğidin kamçısıdır- ister sponsor bulup alsın, iyi yapmıyor. Bunu sadece GS değil, daha önce FB de Emre BELAZOĞLU’nu transfer ederek yaptı. Özellikle büyük kulüplerimiz bunu hep yapıyor. Ülkeye para getirecek lejyoner futbolcuları geri getirme planlarından vazgeçmeliler bir defa. Eğer takımlarını düşündükleri kadar bu ülkeyi düşünüyorlarsa Arda gibi isim yapmış, başarısını ispatlamış bir futbolcu halen top koşturduğu takımda rahat değilse menajerleri vasıtasıyla başka takımlara transfer edilmesi için uğraşmaları gerekir. Ülkemizin büyük takımları birbirine çalım atarak sükse yapmaktan, kendi taraftarının gönlünü almaktan, iyi transferler yaptı diye haber konusu olmaktan vazgeçmeliler. Bırakın Arda’yı getirmeyi, dışarıda kalması için ellerinden gelen gayreti göstermeliler. Ülkeyi sevmek, ülke ekonomisini düşünmek bunu gerektirir.

Bizim büyük kulüplerimiz büyük kalmak istiyorlarsa önce futbolcuyu alırken kazanmalılar. İyi bir bedelle aldıkları futbolcuyu daha iyi bedelle satabilsinler. Avrupa şampiyonalarında başarı göstermek için çaba göstermeliler. Bunun yolu takım oyunu oynamaktan geçer. Parayı basıp futbolcu alma hazır yiyiciliğini bırakıp alt yapıya önem vermeliler. Başka ülkeler, istediği mevkiye istediği futbolcuyu alarak her sene Avrupa kupalarına katılıp derece elde ediyor. Ucuza transfer ettikleri futbolcuyu takımlarına para getirsin diye iyice meşhur ettikten sonra  bedelsiz gitmesin diye pazarlama yoluna gidiyor, böylece verdiklerinden daha fazla parayı kulüplerine kazandırıyorlar. Büyük takımlarımız takımlarını ve ülkeyi düşünüyorlarsa önce kulüplerini borç batağından kurtarsınlar, ardından akılcı transferlerle başarılarına başarı katsınlar. Ama yaptıklarına bakılırsa ülkeyi ve ülke ekonomisini çok düşündüklerini sanmıyorum. Görünen başka ülkenin takımlarını zengin ederek o ülkenin bütçesine katkı yapmak şeklinde.

Bu ülkede yabancı futbolcu olduğu gibi bizim ülkemizin futbolcuları da dışarıda oynasın, oraya giden çocuklarımıza çelme takmayalım, giden futbolcumuz buradan gemileri yakarak gitmelidir. Takımlarımız büyüklüklerini dışarıya gönderecekleri futbolcularla da göstersinler. UEFA kupasını aldıktan sonra yurt dışına transfer olan ne kadar GS’lı futbolcu varsa yitiğimizi toplar gibi çoğunu gitmesiyle almamız bir oldu. İyi de yapmadık o zaman, şimdi de iyi yapmıyoruz.

Arda’nın geri geleceği haberleri bana bunları düşündürdü. Başta  büyük kulüplerimiz olmak üzere milletçe bu ülkede milli düşünmemiz lazım. Siz ne dersiniz bilmiyorum ama benim kanaatim bu şekildedir. 18/08/2017


* 28/08/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde