6 Ağustos 2017 Pazar

Sosyal medyada fazla beğeni-yorum almanın altın kuralları

Sosyal medya podyuma çıkmak gibidir, podyuma çıkmak her kişinin harcı değildir. Buraya çıkan doğal olarak beğeni-yorum-alkış bekler. Bu âlemde bir paylaşım yaptığında epey bir beğeni alıyorsan sen bu işi biliyor, oyunu kurallarına göre oynuyorsun demektir. Şayet bu âlemde yeterince beğeni almazsan ya girip terlemeyeceksin, ya da oyunu kurallarına göre oynayacaksın. Yok, benim beğeni-yorum gibi bir beklentim ve derdim yok diyorsanız işleri kesat olan esnafın müşteri yerine sinek avladığı gibi yalnızlığa devam derim. Meraklısı için bu âlemin altın kurallarından bahsetmek istiyorum:

1.Öncelikle sosyal medyada sadece göze hitap eden görselliğe yer vereceksiniz. (Aynı anda yüzden aşağıya beğeni almazsınız. “Maşallah aynı duruyorsun, hiç değişmemişsin, daha gençsiniz…” gibi yorumlar gelir. Bil ki bunlar iltifattır, gerçekliği ifade etmez. Yine de sen bu yorum ve beğenileri gördükçe sevincin tavan yapar. Ben buna kaporta derim. Bizde kaporta önemlidir biliyorsunuz. Bir arabaya bakarken ilk önce kaportası düzgün mü diye bakar, ardından kaportacıya gösteririz. Kaporta sağlamsa o araba iyidir.)
2.Bu âlemde uzun yazılarla kimseyi boğmayacaksın, kimseyi yola getirmeye çalışmayacaksın. (Belki sen, yunmuş-yıkanmış ak kaşık olabilirsin ama bir defa biz yıkanmaya bile gerek kalmadan kendimizi  tertemiz hissediyoruz belki. Ayrıca biz bu âleme dinlenmek için giriyoruz. Sonra hayatta en zor şey nedir dersen, bil ki okumak derim. Biz okulu okurken sınıf geçmek için zoraki olarak kitap okuduk. Sınavlıktı hepsi bunun. Hatta çoğu zaman kitabın kalınlığını görünce bir başkasının notları olan fotokopiye yöneldik, daha az okuyalım diye. Okul bitti. Biz yazıları, kitapları ve fotokopileri bir daha görmeyecek şekilde rafa kaldırdık. Sen uzun yazılarınla bizim karşımıza çıkıyorsun. Bilgin, tecrüben, birikimin senin olsun. Zira biz buraya gündelik hayatın meşgalesinden kurtulup nefeslenmek için geldik. Bir de yazılarınla boğma bizi. Resim ve görselini beğeniyorum zevkle. Çünkü bana bir sorumluluk vermiyor, gözümü yormuyor, sayfanda fazla durmak için oyalanmıyorum. Senin yazınla oyalanınca diğer çiçeklerden bal alamıyorum. Kısa zamanda bu âlemde ne kadar gezinir, ne kadar görsel görürsem kardır.)
3.Hem yazı, hem de görselimle sevenlerimin karşısına çıkarım, diyorsan şöyle kelli-felli bir makam ve mevkin ya da şöhret sahibi olacaksın. (Bu durumda paylaştığın yazının içeriği, uzunluğu çok önemli değil. Aynı anda yüzlerce beğeni alırsın. “Eline sağlık, çok güzel ifade etmişsiniz…” gibi güzel yorumları da fazlasıyla görürsün. Hele bir de yorum yazanlara cevap yazarsan takipçinin keyfine diyecek olmaz. Gece gündüz seni takip eder, bir şeyler yazsa da hemen beğenip yorum yapsam diye.)
4.Etliye-sütlüye dokunmayan, fincancı katırlarını ürkütmeyen sloganvari kısa cümleler paylaşacaksın. (Bu âlemde kimin ne yazdığı, ne yorum yaptığı, kimin hangi kişiyi ve yazı çeşidini beğendiği takip edildiğinden paylaşımların zülf-ü yare dokunmamalı ki takipçilerin seni beğensin. Zira takipçilerinin içinde, “Acaba beğenir ve yorum yaparsam birileri beni kara listeye alır mı endişesini taşıyanlar çıkabilir.)
5.Ben deli-dolu bir adamım, istediğimi paylaşırım, kimseden bir beklentim ve çekincem yok diyorsan, ardında senin görüşlerini takip edip çekinmeden beğenen fanatik bir kitlen olmasına dikkat etmelisin. (Bu ülke zıddıyla kaim olduğuna göre mutlaka savunanların olacaktır. İktidarı savunursan hem bir yerlere göz kırpmış olursun, hem de beğeni çıtan biraz yükselmiş olur. İktidara muhalif paylaşım yaparsan bunun da müşterisi vardır.)
6.Doğruya doğru yanlışa yanlış derim. Zira sırtımda yumurta küfesi yok. İktidarın yaptığı iyi şeyi tasvip eder, yanlış olanı tenkit eder, orta yolu tutarım dersen bu sağlıklı bir bakış açısı değildir, bilesin. (Bu şekilde kimseye yaranamazsın. İktidarı övdüğün zaman muhalifler seni görmezden gelir, içinden ‘yalaka’ der. Muhalefeti eleştirdiğin zaman iktidar taraftarları seni görmezden gelir. Onlar da seni ‘nankör’ olarak görür.)
7.Günümüzün geçer akçesi olan konulara girmek istiyorsan aynı anda hem ayet, hem de hadisi şeriflere yer ver. (Bu durumda sana kimsenin diyeceği olmaz. Zira sadece ayet paylaşsan bu adam ‘hadis inkarcısı, mealci’ diyebilirler. Sadece hadis nakledersen bu adam tüm hadisleri kabul ediyor, ‘hadisçi’ derler. Yazdığın hadislerin tamamını bir kesim ölümüne savunurken diğer kesim bu hadisi nasıl ıskartaya çıkarırım diyerek uğraşır, didinir. Bu yüzden başına bela alma. Zaten bu tartışmaların da faydası olmadı bugüne kadar.)
8.Paylaşımların kendi mahsulün olsun. Herkesi kapsayıcı olsun, uzun olmasın.
9.Paylaşımlarında yediğine ve içtiğine yer ver, fotoğraflarında mutluluk tablosu çiz. Bir de ‘Buyrun dostlar! Beraber olsun’ diye yaz. (Korkma, herkesi çağır. Kimse gelmez. Zaten senin bu yaptığına eskiden şehir teklifi denirdi, şimdilerde bunun adı sanal davet. Yeme ve içmeye bazıları eleştiri getirse de yine de az çıkmaz beğenenin. Bu arada bu tür beğenilerin büyük bir kısmı yediğin ve içtiğinedir, haberin olsun. Ama beğeni, beğenidir yine de.
10.Doğum, hastalık, ameliyat, ölüm, düğün, mezuniyet vb paylaşımlara sık sık yer ver. (Bu tür paylaşımlarında her bir kesimden rekor seviyede tepki alırsın. Yorum da çok olur. Bu tür paylaşımlar çok özeldir, her zaman olmaz dersen aynı görüntüleri, seneyi devriyesinde tekrar paylaşırsın. Gününü unutursan da ‘tarihte bugün’ sayfası sana günü geldiği zaman hatırlatır. Sen o gün tekrar duygulanır veya hüzünlenirsin. Mesela aile fertlerinden biri yıllar önce ölmüşse bunu her yıl paylaş, hatta altına yaz: “Aramızdan ayrılalı şu kadar yıl oldu, acısı hala taptaze” şeklinde. Vefatın 15.yılı da olsa yeniden aynı o günü yaşıyor gibi takipçilerin “Başın sağ olsun” diyerek üç günlük olan taziyeyi böylece yıllara yayarsın.)
11.Makam, mevkice senden yüksek biri ile çekilmiş bir fotoğrafın varsa onu paylaş.
12.Meşhur biri ile sanal arkadaşlığınızın seneyi devriyesini kutla. Bu arada arkadaşını da etiketlemeyi unutma.
13.Dini görüşleri farklı olan ve bir kesim tarafından tu kaka yapılmış kişilerin görüşleri doğru olsa da paylaşımlarında onlara  yer verme. (Bu durumda adamın görüşüne bakmazlar, adamın kendisine bakarlar. Senin söz gider, adamın tartışması başlar. Üstelik seni de o adamın savunucusu ilan ederler. Bu bakış açısı parmağın gösterdiği yere bakmak değil, parmağın kendisine bakmaktır. Biz parmağın kendisine bakmayı severiz.)
14. Sık sık profil resmini değiştir. (Günlük değiştirmek de gına getirir dersen çocukluktan günümüze çekilmiş, albümdeki yerini almış fotoğraflarına yer ver.)

Ben tüm bunları yapamam diyorsan o zaman bu âleme girme, giriyorsan her paylaşılana bak, beğeni-yorum yapmadan, iz bırakmadan çık. Haberin yokmuş gibi davran. Adamın paylaşımını beğenmişsen bunu karşılaşınca söylersin.

Yukarıda yazdıklarımla kimseyi töhmet altında bırakmak istemem, kimse de üzerine alınmasın. Sosyal medyada beğeni-yorum almak isteyen meraklısı varsa benim bir çırpıda aklıma gelenler bunlardır. Katılır veya katılmazsınız. Sizin de ilave edecekleriniz vardır mutlaka. 06/08/2017


5 Ağustos 2017 Cumartesi

Aha sapığa bak sen!

Profilimde her türden, her fikirden  kişi ile arkadaşlığım var. Büyük bir kısmını tanımakla beraber bir kısmını tanımıyorum. Tanımadığım kişiler arkadaşlık isteği gönderince "Hakkında" bölümüne bakıp kimdir, necidir incelemesi yapıyorum. Bununla da yetinmeyip "Ortak arkadaşlar" kısmına bakıyorum. Ortak arkadaş varsa onay verip sanaldan arkadaşım oluyor. Arkadaşlığımız bir ve diğer yılları doldurunca sayfama uyarı geliyor, "Falan kimse ile arkadaşlığınızın yıldönümü, kutla!" şeklinde. Vazifesi sanki.

Bu akşam 09.00 sularında sosyal medyadan biri arkadaşlık isteği göndermiş, tanımıyorum. "Tanıyamadım, kimsin" diye de soramıyorsun. Ki adam beni tanıyorsa "Nasıl tanıyamazsın" derse mahcup olmak da var bu alemde. Baktım mesleği doktor, bir de beyaz önlük giymiş. Ankara'da yaşıyor, Konya'da okumuş liseyi. Konya'da okumuşsa belki bir yerden tanışıyor olabiliriz dedim ama profilindeki resim bana çağrışım yapmadı. Ortak arkadaşlar kısmına baktım, gerçek hayatta tanış olduğum ve görüştüğüm biri var. Doktorlar pek sanal takınmaz ama demek çıkabiliyor, üstelik akıllı olurlar, tanışım zaten akıllı. Ne konuştuğunu bilen biri. O halde bu adam sınavı geçti, güvenlik soruşturması sağlam diyerek sanal arkadaşlığımızı onayladım.

Az sonra Messenger'den, "Selam" diye yazdı, "as" dedim kısaca. "Nasılsın" dedi, "iyiyim, siz?" dedim. O da, "iyi" olduğunu söyledi. Ardından, "Resimlerin güzel" dedi. "Ne alaka, sizi tanıyamadım" dedim, "Tanışmıyoruz" dedi. "Eee?" dedim. "Boş ver, seksten anlamıyorsun galiba!" dedi. "Çık git şuradan" deyince "Ok." yazdı. El-hasılı tüylerim diken diken oldu, dondum kaldım. İlk işim spam yapmak, ardından engellemek, sonra yazdığını silmek oldu.

Hasılı, bu sanal alem de günlük hayatın bir parçası. Hırlısı var, hırsızı da. Sütü bozuk soysuzu da. Bana arkadaşlık isteği gönderen ve teşehhüt miktarı sanaldan yazıştığım bunun gibi sapıkları da var. Maalesef iyiler ve düzgünlerin içerisinde ne zaman karşına çıkacağı belli olmayan tipler bunlar. Tipine baksan adam sanırsın. Ama belli ki adamlıktan hiç nasibini almamış.

Başımdan geçen bu nahoş olayı utanarak ve sıkılarak yazıyorum ki başınıza her an böyle birileri çıkabilir. Her gördüğünüz beyaz önlüklüyü doktor, profilindeki bitirdiği fakülte ismine ve yaptığı mesleğe bakarak hekim falan sanmayın. Resmi de sahtedir mutlaka. Profilinizdeki ortak arkadaşa da kanmayın. Her zaman aynı yolu denemez böyleleri. Karşınıza farklı farklı çıkabilir. Demek ki her gördüğümüz sakallıyı amcamız görmemek lazım. Zira gördüğünüz gibi benim, kişinin ‘hakkında’ bölümünü incelemek ve ortak arkadaş testi her zaman işe yaramıyor. Size arkadaşlık isteği gönderen kişiyi tanımıyorsanız “kimdir, necidir” iyi bir sorgulayın. Maazallah böyle sapıklar sanaldan da olsa her zaman kapınızı çalabilir. Allah iyilerle karşılaştırsın. 05/08/2017


4 Ağustos 2017 Cuma

Beş kişinin yediği yemeğin faturası


Gördüğünüz beş kişinin yediği yemeğin faturası. Tamı tamına 1029 lira. Fişte yenilen yemek ve içeceklerin fiyatları belli. Öyle zannediyorum bu fiyatı çoğunuz çok astronomik ve fahiş bulmuşsunuzdur. Zaten bulmamak da mümkün değil.
Otomatik alternatif metin yok.
Bu tür lokantaların müşterisi var ki açılmış ve hala faal. Buralara Anadolu'nun normal ücrete sahip insanının gitmesi mümkün değil. Kazara yerse de midesine oturur. Ambulans hızlı bir şekilde gelip de hastaneye yetiştirilirse belki kurtulma ümidi olur. Kurtulduktan sonra da bir daha lokantaya özellikle lüksüne gitmez, giderse de önce fiyatlara bakar. Olması mümkün değil de en ucuzu varsa onu yer, arkasına bakmadan çeker gider. "Ya Rabbi! Ne olursun, beni bir daha acıktırma" diye dua eder. Yanlışlıkla oradan bir daha geçerse yönünü ters istikamete döner, "tövbe ya Rab! Affet ya Rab!" diyerek söylene söylene yoluna devam eder. Tam bu esnada çocuğu, " Baba bak! Geçen günkü geldiğimiz lokanta, haydi bir daha girelim, ben acıktım" derse babadan günah gider artık "Kes lan! Acıkma zamanı mı şimdi? Acıkacak yer bulamadın mı? Bak ben acıkıyor muyum? Geçen günden beri üstelik hiç acıkmıyorum. Daha bu gidişle acıkacağa da benzemiyorum. Yemek de yok, aş da. Şu andan itibaren ailecek oruca niyetleniyoruz. Üstelik akşam ezanıyla açmayacağız iftarımızı. Akşam içeceğimiz bir bardak su ile ertesi güne niyetleneceğiz. Taki 1029 liranın acısı çıkıncaya kadar devam edecek bu. Ah bir de evde ve markette olmayan bir şey yeseydin bari gam yemezdim. Senin yediğin spagettinin fiyatıyla ben fabrikasını kurardım. Hazar onmayan adamın vardır bir derdi..." der mi der. Başka türlü de olmaz zaten.



Ne olduğunu anlayamayan çocuk suratını asıp biraz somurtsa da az sonra annesinin kulağına eğilerek "Anne! Ben ne yaptım ki babam bu kadar kızdı? Bu lokanta kötü bir yer mi yoksa? Sonra ben acıkamaz mıyım" diye sorduğunda annesi, "Kötü olmaya kötü değil yavrum! Pahalı da ondan. Bak senin yediğin makarnadan baban markete gidince 170 paket alsın, ben sana 170 gün boyunca pişireyim, sen de tıka basa yersin. İşte bu fiyat öyle bir şey..." diyerek anlatmaya çalışır.

Bu tür lüks yerlere giden bir pişman olur, gitmeyen veya gidemeyen ise "Acaba buranın yemekleri nasıl, acaba yemekleri altın kaplama mı? Herhalde buradan yiyince insanın tadı damağında kalıyor olmalı. Ah bir de biz yiyebilsek...Nasıl yiyeceğiz ki ben bu parayla bir ay iaşemi karşılarım, ki gıdaya bu kadar bile ayıramıyorum..." diyerek pişmanlığını dile getirir. 

Gördüğünüz gibi buraya giden bir pişman ise gidemeyen bin pişman. Ama yok illaki ben de gireceğim buraya, bir anlık beylik de olsa onu tadacağım" diyeniniz çıkarsa hiç tavsiye etmem, bu iş dolduruşa gelmez. İmkanı olan bu tür yere gitmiş, acısı üç-beş gün sonra çıkar gider de aylık geçim hesabı yapan birinin böyle bir yere gitmesi ömür boyu acısını çekmesine sebep olur. Benden söylemesi...Unutma ki  her pilicin eti yenmezse her lokantanın da eti yenmez.

Bana da burada yemek yiyen ve yiyemeyenin tasası düştü. ne diyelim afiyet olsun!  Ben doydum daha gitmeden...04/08/2017


3 Ağustos 2017 Perşembe

"Ne yedim ki iki dıkım bişi"

Kadın oturdu sofraya, kimseyi beklemeden başladı yemeye. Bir ondan, bir bundan götürdü bir bir. Konuşmaya fırsat buldukça "Ben açlığa dayanamam, hemen birden acıkıyorum" dedi ardından. Sofradan ne zaman kalktı, sofrada ne bıraktı bilinmez, çünkü herkes bir bir kalkarken o hala oturuyordu sofrada.

Az sonra girdi, çıktı. Çıktı, tekrar girdi. Oturdu. Rahat edemedi bir türlü. Kalktı buz gibi pet şişeyi dikti kafaya, bir yudumda içti. Kendisiyle birlikte ozanların atışması gibi sofrada yemesine eşlik eden kocası, "Ne oldu?" diye sordu. "Karnım şiş, rahat edemiyorum" dedi. Ardından "Bu evde gazoz yok mu" dedi. Sordu kocası "Gazozu ne yapacaksın" diye. "Karnımın şişini indireceğim," dedi. "Sen soda istiyorsun o zaman? Ha az yeseydin" dedi kocası. "Ne yedim ki iki dıkım bişi yediğim" dedi. "Bu nasıl iki dıkım böyle?" dedi. Ardından soda getirildi. Sodayı içti, gıvcınması biraz durdu. Hele şükür ki soda onun hazımsızlığına merhem oldu. Yoksa toku ağırlamak zordur biliyorsunuz.

Yesin yemeye. Üstelik doyuncaya kadar yesin hem de. Haydi canın çekti şekerim var demedi; yedi, içti, sildi, süpürdü. Ardından soda içmek de ne? Yemeğin ardından soda içmek pişmiş aşa su katmak gibi bir şey. Madem karnı şişiyor derdine ne oldu bu kadar yiyecek? Sonra acelen ne? Sindire sindire yese ya. Sonra insanın midesine bu kadar düşmanlığı nereden geliyor? Ayrıca Konya düğün yemeği mi yiyor da gözünü doyurmaya çalışıyor? Neyse haydi yedi, karnını tıka basa doldurdu, ardından gözünü de doyurmaya çalıştı, olmadı sodadan aldı hıncını. Bari kabul etse çok yediğini, hiç gam yemeyeceğim. Onu da kabul etmedi asla. "Birden şişiyor benim karnım" dedi. Nasıl mideyse. Kızgınlığı midesine gayri. Neyse afiyet olsun!

Anlaşılan şeker yediriyor. Perhizine de dikkat etmeyince yedikçe yediriyor. Hele bir de içtiği çaya şeker atması yok mu? Bu nasıl şeker hastalığı böyle? Normal insanlar çaya şeker atmayı bırakıyor, bu ise attıkça atıyor çayın içine şekeri. Ben çayı şekerle içerken fazla atıyorsun, zarar diyenlere, “Ben çayı şekeri için içiyorum” derdim bozuntuya vermeden. Sahi bu ne iş böyle?

Sonra bu soda ne menem bir şey ki her derde deva! Fazla yiyip hazımsızlık çeken de içiyor. Bir de kan verince Kızılay yetkilileri soda ikram ediyor. Belki de Kızılay elde olandan veriyordur.

Biliyorum yazıyı okuyan bazıları kim bu kadın diyecek? Kimse kim! Ne yapacaksınız? Sonra benim işim biliyorsunuz kişi ve şahıslar değil. Sen de böyle yapıyor musun? Ona bak! Sonra ayıplama! Dur bakalım, sen ihtiyarlayınca ne yapacaksın?  03/08/2017



Bir umut idi benimkisi hep! *

Ne zaman nerede bir koltuk boşalsa hep bir beklenti içerisine girdim. Bir zamanlar cumhurbaşkanlığı çatı adaylığı gündeme gelince üzerimde anlaşırlar beklentisi içerisine girdim. Olmadı. Ne zaman kabine açıklanacak veya değişikliği olacak dense içim kıpır kıpır oldu. Son kabine değişikliğinde de ismimi göremedim. Derken DİB Başkanının emekliliği gündeme düştü. Neden olmasın dedim. Bu arada gözüm boşalan yeni koltuğa ilişti. Milli Takım Teknik Direktörlüğü.

Neden olmasın dedim kendi kendime. Hiç bir şeye yakın hissetmedim milli takımın teknik patronluğunu düşündüğüm kadar. Umut dünyasıydı benimkisi. Gerçi Yılmaz VURAL, bekleye bekleye koruk oldu ama neyse. Hazır Terim boşaltmışken benden iyisini mi bulacaklardı? Beklemeye aldım kendimi yine her boşalan koltukta olduğu gibi. Üstelik Şenol GÜNEŞ de olmayacak gibi. Ben böyle düşünürken Galatasaray’a geldi gelecek denilen LUCESCU milli takımlar teknik direktörü olmaz mı?

İçinizden geçeni siz söylemeden ben söyleyeyim. Ne anlarsın sen futboldan diye düşünebilirsiniz. Zamanında az mı oynadım mahalle maçlarını, az mı maç izledim ekranlarda maçları eskiden naklen, şimdilerde canlı canlı. İzlediğim maçlardan sonra teknik heyetin açıklamasını dinledim. Televizyonlarda yapılan yorumculara kulak verdim. Bir iki defa da futbol ile ilgili yazı kaleme aldım. Baktım donanım olarak hazırım gibi. Sadece teknik heyet veya antrenörlük yapacak belgem yok. Onu da alırım. Niye olmasın. Bu yaşta nasıl belge alacaksın denebilir? Daha yaşım 54. Sayın LUCESCU, 72 yaşında milli takımın başına getirildiğine göre belgeyi aldıktan sonra kullanma imkanım var. Kim derdi ki 72’lik ihtiyar delikanlı takımın başına gelecek diye. Türkiye burası. LUCESCU’nun bile aklında olmayanı/gelmeyeni bizimkiler düşünüp uygulamışsa bu şans dönüp dolaşıp beni de bulabilirdi. Ama olmadı.

Haydi hepsi tamam, teknik heyet olarak takımın başına geçtin nasıl oynatacaksın denirse bu da laf mı? Amerika’yı yeniden keşfe gerek yok. Modern futbolda denenen modeller belli. Sırasıyla onları uygulardım. Zaten seçilen futbolcular üç aşağı beş yukarı belli. 1+3+4+2+1’i uygulardım ilk önce. Başarı gelmezse 1+4+5+1+1’i denerdim. Yine olmazsa 1+5+5 derdim. Döner döner denerdim hepsini. Her maçtan sonra basının karşısına çıkar: “Futbolcular motive olamadı…rakip takım çok güçlüydü…sahaya yabancı kaldılar bizimkiler…futbolcularıma buranın havası iyi gelmedi…mağlubiyette futbolcularımın suçu yok, tüm suç benim…gibi gerekçeler sıralardım. Her başarısızlıkta basının ve kamuoyunun ‘istifa, istifa’ seslerine kulak vermez, Federasyonun beni almasını/görevime son vermesini beklerdim. Kovulmaya üzülmez misin denirse niye üzüleyim sevinirim bile. Çünkü sözleşme gereği sözleşmem feshedilirse işimden oluyorum ama geri kalan ömrümde kendimi, ailemi, hatta sülalemi besleyecek tazminat ve maaşımı almaya devam ederdim.

Gördüğünüz gibi milli takım da olmadı. Ama bu demek değildir ki umutlarım tükeniyor. Türkiye’de her geçen gün yeni koltuklar boşalıyor. Bunların her biri ilgi alanıma girse de girmese de benim için bir umuttur. Zaten  bu umutla yaşıyorum, dinçliğimi de buna borçluyum. Üç günlük dünyada karamsar olmaya, dövünmeye gerek yok. Bu yaşında LUCESCU’ya gülen şans neden bana gülmesin bir gün. Sonra ben birileri gibi oturduğum koltuğa yapışma gibi bir niyetim yok. İstersen teknik direktör olduğum ve sözleşme imzaladığım gün hiç çalışmadan işime son versinler. Böylece hiç maça çıkmadan kovuldu denerek Türkiye gündemine otururum, ayrıca yarışmalarda “Milli Takımla sözleşme imzaladıktan sonra hiç maça çıkmadan görevine son verilen teknik direktör kimdir” soruları sorulduğunda hep ismim zikredilecek. Hasılı hep gündemde kalacaktım. Bir de işsizlik parası alacaktım sürekli.

Milli takım adına tek endişem ihtiyar delikanlının bir an için kendini Romen milli takımı direktörü sanıp milli takımımıza Romen futbolcu seçmeye kalkması. Tek üzüntüm uyanık iken aklıma gelen bir yerlere gelme fikrinin rüyalarıma girmemesi. Halbuki girse birkaç saniye de olsa nasıl havalanırdım. Ama rüyalarımdan da umutluyum. Günlük hayatta olmazsa da bakarsınız bir gün rüyalarıma girer. 

Ben böyle hayal aleminde kendi kendime gelin-güvey olurken sevincim fazla uzun sürmedi. Zira oğlan telefon açtı, "Baba! Senin kaportacının yeri neredeydi" diye. Gelip biri vurmuş arabaya. Neye yanayım koltukların bir bir altımdan kayıp gitmesine mi, arabaya vurulmasına mı? Neyse vardır bir hayır! Ne diyelim? hele şükür ki vuran bu sefer kaçıp gitmemiş. Tek tesellimiz bu...03/08/2017

* 5/08/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Öğretmenlerin tatilini gören, Meclis'in tatilini niçin görmez?

Nasıl ki zenginin parası züğürdün ağzını yoruyorsa hemen hemen herkesin dilinde öğretmenin tatili var. Kimi dört ay, kimi üç ay, kimi beş, kimi de altı ay tatil yapıyorsunuz diye atış yapar. Ne zamanki bir bayram olsa, kar yağsa tatili kaptınız, hiç okula gitmiyorsunuz, öğretmen olmak varmış şu dünyada diye serzenişin, dertlenmenin, hasedin, gıbtanın, kıskançlığın haddi hesabı yok. Bilgisi olsa da olmasa da önüne gelen konuşur bu konuda. Ağzı olan konuşuyor denir ya, öyle bir şey bu. Ne edersiniz ki kimsenin ağzını büzemezsiniz.

Öncelikle şunun bilinmesini isterim ki öğretmenler temmuz ve ağustos olmak üzere yaz dönemi iki ay, on beş günü de şubatta olmak üzere toplam 2.5 ay tatil yapar. Bu tatil de öğretmene verilmiş bir haktan ziyade okullarda öğrenci olmadığı içindir. İşini-gücünü bırakıp öğretmenin tatili ile yatıp kalkanlar şunu bilsin ki dertlenmenin muhatabı öğretmenler değildir. Eğer bu konuda konuşmanın ötesinde bir şey yapmak istiyorsanız bunun çözüm yeri MEB'tir, siyasi iradedir, Meclistir. Mesele edindiğiniz bu konuyu ancak onlar çözer. Tabii Meclisi yerinde bulabilirseniz? Zira Meclis tatilde. Ekime kadar da devam edecek bu. Ne zaman çalışırlar, kaç gün çalışırlar, Genel Kurulda kaç kişi var, ne konuşurlar, bilinmez. Bir bakmışsın toplanmışlar, ardından tatil kararı almışlar. Yaptıkları tatilin haddi hesabı yok, diledikleri kadar da devam etmeme durumları söz konusu. 

Siz en iyisi "Öğretmen olmak varmış şu dünyada" demeyi bırakın da derdiniz tatilse vekil olmaya bakın. Esas tatil cenneti orası. Üstelik imkanları daha geniş orasının. Çalıştığınız zaman üç gün çalışırsınız, o da saat 15'de başlar, tartışırsınız ara verilir, kavga edersiniz Meclis tatil edilir. Seçim öncesi tatile çıkarsınız, seçim sonrası belli bir süre Meclisi açmazsınız...Yediğiniz önünüzde, yemediğiniz arkanızda kalır. İstediğin yere veya seçim bölgene git, el üstünde tutulur, elini cebine atmazsın. Dönüşte de harcırahını alırsın.  Olacaksanız böyle olun. Ne yapacaksınız öğretmen olup da. Bilmem ne kadar tatil yapıyor dediğiniz öğretmenin çoğu evinde tatil yapıyor. Tatili en iyi değerlendiren bir yıl boyunca biriktirdiğini vererek üç-beş günlüğüne tatil yapıp geliyor. Bence amacınız bağcıyı dövme değil de üzüm yemekse tevazuu bırakın, vekil olmaya bakın. Böyle bir yola girerseniz bahtınıza televizyondan duyduğunuz/duyacağınız bakanlık bile çıkar. Yok, bizim derdimiz yukarısı değil, onlara gücümüz yetmez, biz aşağıdakileri ezeriz diyorsanız bu ne kara vicdanlık böyle? Vurun abalıya! 

Sahi bu millet Meclisin yaptığı tatili niçin görüp bununla ilgili üç-beş kelam etmez de hep öğretmenin tatilini gündeminde tutar? Yok bizim derdimiz Meclis ve vekil değil, öğretmen diyorsanız, bir zahmet Meclise uğrayın, oradaki vekillere durumu anlatın, öğretmenlerin tatil yapmasına rızamız yoktur deyin. Onlar da teklif verip öğretmenin tatilini tamamen kaldırsınlar. Böylece elinizdeki emzik alınmış, ülkenin derdi de bitmiş olur; eğitim ve öğretimimiz zirve yapar.

Böyle yapın yapmaya da bunun bir bedeli vardır. Bir defa çocuğunuz sizi düşman beller, tatiller sizin yüzünüzden kalktı diye. Bir de boş ve avarelikten yaptığınız bu öğretmen tatili kalkarsa siz kendinize ne iş bulacaksınız? Haydi durmayın! Yaralı parmağa işeyin. Elinizi taşın altına koyun isterseniz. Sonra tatili daha da uzatmak istersiniz de bu sefer öğretmenler kabul etmez. Zira kendi düşen ağlamaz...
03.08.2017

2 Ağustos 2017 Çarşamba

Birileri Sevindirilmemeliydi...

Yedi yıldır Diyanet İşleri Başkanı olarak görev yapan Mehmet GÖRMEZ görev bitimine üç yıl kala emekliliğini isteyerek başkanlığa veda etti. Gitmesine çoğunluk üzülürken bir kısım kendini bilmez de sevindi. Utanmasalar zil takıp oynayacaklardı.

Sevinenlerin başında 'Cübbeli' lakabıyla meşhur bir zat var. Attığı tweetiyle "Diyanet'e bundan tehlikelisi gelmemiştir diye düşünüyorum. Rabbim, vatana millete bağlı ve Ehli Sünnete sadık hayırlı bir reis nasip eylesin" diyerek başkana olan kinini kustu. Cübbeli yalnız değil bu konuda. Firari FETÖ tetikçisi de "15 Temmuz'un en kirli karanlık isimlerinden Mehmet GÖRMEZ gitti..." tweetiyle tiyniyetini gösterdi. Daha başka çukurlaşanlar da var. Bu da doğaldır bir insanı herkesin sevmesi mümkün değildir. Camiler çocuk sesinden mahrum kalmasın parolasıyla bazı camilerde oyun alanları oluşturmasına "Camileri kerhaneye çevirecekler" şeklinde evlere şenlik tepki gösteren TGRT'nin sözde ilahiyatçısı da çok sevinmiştir mutlaka.

Geldiği andan itibaren diyanete bir heyecan katan, insanlara ayakları yere basan bir dinin anlatılmasına sebep olan, okuttuğu hutbelerle gündem oluşturup camiye gelenleri bilgilendiren ilim adamı bir başkanın bu şekilde gidişi, görevi bırakması veya bıraktırılması birilerini özellikle bu tipleri sevindirmemek gerekirdi. Yerinde kalacaktı ki onlar gayzlarından çatlamalıydı. Bu sevinenlere inat başkanın yerine gelecek olan GÖRMEZ'in yerini doldurduğu gibi onu aşan biri olmalı. ‘Ki sevincimiz kursağımızda kaldı’ demek zorunda kalsınlar. Sayın başkanın icraat ve tasarruflarından memnun olan büyük çoğunluk da "İyi ki GÖRMEZ gitmiş, yerine gelen onu aratmadığı gibi turpun büyüğü çıktı heybeden. Çünkü bu, başkanın gidişine sevinenlerin korkulu rüyası oldu..." diyebilsin.

Yazıcıoğlu ile başlayan diyanetin itibarı, Bardakoğlu ile gün yüzüne çıkmış, Görmez ile zirve yapmıştı. Halk hiçbir DİB başkanını son başkan kadar sevmemişti. İlmi, samimiyeti, tevazuu, inisiyatif almayı onda görmüştü. Umarım bayrağı devralacak zirveyi koruduğu gibi daha ileriye taşır. Hükümet birilerine boyun eğerek silik bir kişiliği getirmez başa. Zira yaşadığımız 15 Temmuz tecrübesinden sonra ülkenin diyanete daha çok ihtiyacı var. Hiç olmadığı kadar önem kazandı diyanet.

Bu olay içimize sinse de sinmese de olan olmuştur. Bundan sonra kurumsallaşmayı ve kurumlarda kurum kültürü oluşturmaya ağırlık vermek gerekiyor. Ülkemizde maalesef başarı kişilere endeksli. Çünkü çoğu kurumumuz kurumsallaşmadı. Aslında kamu kurum ve kuruluşlarımızda kurumsallaşmayı sağlayabilsek bir yere veya Diyanet İşleri Başkanlığına kimin gelmesi önemli değildir. Siyasi irade istediğiyle çalışır. Atadığı başarılı olur ya da olmaz. Ayrılma esnasında kırılganlıklara sebebiyet verilmemelidir. Kalp kırmamaya özen gösterilmelidir. Çünkü her şey geçer ama gönül kırgınlığı kolay kolay geçmez. Ayrılıklar varsa “Yönetimde veya şu şu tasarruflarda farklılıklarımız ortaya çıktı. İstişare ederek farklı kulvarlarda çalışmayı uygun gördük…” şeklindeki bir açıklama; yorum yapmak isteyenlerin, zanda bulunanların, tarafları zedeleyici fikir beyan edenlerin önüne geçebilir, başkasına malzeme verilmemiş olur diye düşünüyorum.

İlmi derinliği olan, öncekilerden çok farklı bir başkan olduğunu gösteren sayın Görmez, görev süresi dolmadan koltuğu boşaltabilmiş, koltuğa yapışıp kalmamış, makam ve mevkiyi elinin tersiyle itebilmiştir. Hem gönlümüzde taht kurdu, hem de kubbede hoş bir seda bıraktı. Darısı yerine geleceklerde… 02/08/2017