Ana içeriğe atla

Beş kişinin yediği yemeğin faturası


Gördüğünüz beş kişinin yediği yemeğin faturası. Tamı tamına 1029 lira. Fişte yenilen yemek ve içeceklerin fiyatları belli. Öyle zannediyorum bu fiyatı çoğunuz çok astronomik ve fahiş bulmuşsunuzdur. Zaten bulmamak da mümkün değil.
Otomatik alternatif metin yok.
Bu tür lokantaların müşterisi var ki açılmış ve hala faal. Buralara Anadolu'nun normal ücrete sahip insanının gitmesi mümkün değil. Kazara yerse de midesine oturur. Ambulans hızlı bir şekilde gelip de hastaneye yetiştirilirse belki kurtulma ümidi olur. Kurtulduktan sonra da bir daha lokantaya özellikle lüksüne gitmez, giderse de önce fiyatlara bakar. Olması mümkün değil de en ucuzu varsa onu yer, arkasına bakmadan çeker gider. "Ya Rabbi! Ne olursun, beni bir daha acıktırma" diye dua eder. Yanlışlıkla oradan bir daha geçerse yönünü ters istikamete döner, "tövbe ya Rab! Affet ya Rab!" diyerek söylene söylene yoluna devam eder. Tam bu esnada çocuğu, " Baba bak! Geçen günkü geldiğimiz lokanta, haydi bir daha girelim, ben acıktım" derse babadan günah gider artık "Kes lan! Acıkma zamanı mı şimdi? Acıkacak yer bulamadın mı? Bak ben acıkıyor muyum? Geçen günden beri üstelik hiç acıkmıyorum. Daha bu gidişle acıkacağa da benzemiyorum. Yemek de yok, aş da. Şu andan itibaren ailecek oruca niyetleniyoruz. Üstelik akşam ezanıyla açmayacağız iftarımızı. Akşam içeceğimiz bir bardak su ile ertesi güne niyetleneceğiz. Taki 1029 liranın acısı çıkıncaya kadar devam edecek bu. Ah bir de evde ve markette olmayan bir şey yeseydin bari gam yemezdim. Senin yediğin spagettinin fiyatıyla ben fabrikasını kurardım. Hazar onmayan adamın vardır bir derdi..." der mi der. Başka türlü de olmaz zaten.



Ne olduğunu anlayamayan çocuk suratını asıp biraz somurtsa da az sonra annesinin kulağına eğilerek "Anne! Ben ne yaptım ki babam bu kadar kızdı? Bu lokanta kötü bir yer mi yoksa? Sonra ben acıkamaz mıyım" diye sorduğunda annesi, "Kötü olmaya kötü değil yavrum! Pahalı da ondan. Bak senin yediğin makarnadan baban markete gidince 170 paket alsın, ben sana 170 gün boyunca pişireyim, sen de tıka basa yersin. İşte bu fiyat öyle bir şey..." diyerek anlatmaya çalışır.

Bu tür lüks yerlere giden bir pişman olur, gitmeyen veya gidemeyen ise "Acaba buranın yemekleri nasıl, acaba yemekleri altın kaplama mı? Herhalde buradan yiyince insanın tadı damağında kalıyor olmalı. Ah bir de biz yiyebilsek...Nasıl yiyeceğiz ki ben bu parayla bir ay iaşemi karşılarım, ki gıdaya bu kadar bile ayıramıyorum..." diyerek pişmanlığını dile getirir. 

Gördüğünüz gibi buraya giden bir pişman ise gidemeyen bin pişman. Ama yok illaki ben de gireceğim buraya, bir anlık beylik de olsa onu tadacağım" diyeniniz çıkarsa hiç tavsiye etmem, bu iş dolduruşa gelmez. İmkanı olan bu tür yere gitmiş, acısı üç-beş gün sonra çıkar gider de aylık geçim hesabı yapan birinin böyle bir yere gitmesi ömür boyu acısını çekmesine sebep olur. Benden söylemesi...Unutma ki  her pilicin eti yenmezse her lokantanın da eti yenmez.

Bana da burada yemek yiyen ve yiyemeyenin tasası düştü. ne diyelim afiyet olsun!  Ben doydum daha gitmeden...04/08/2017


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde