Ana içeriğe atla

"Ne yedim ki iki dıkım bişi"

Kadın oturdu sofraya, kimseyi beklemeden başladı yemeye. Bir ondan, bir bundan götürdü bir bir. Konuşmaya fırsat buldukça "Ben açlığa dayanamam, hemen birden acıkıyorum" dedi ardından. Sofradan ne zaman kalktı, sofrada ne bıraktı bilinmez, çünkü herkes bir bir kalkarken o hala oturuyordu sofrada.

Az sonra girdi, çıktı. Çıktı, tekrar girdi. Oturdu. Rahat edemedi bir türlü. Kalktı buz gibi pet şişeyi dikti kafaya, bir yudumda içti. Kendisiyle birlikte ozanların atışması gibi sofrada yemesine eşlik eden kocası, "Ne oldu?" diye sordu. "Karnım şiş, rahat edemiyorum" dedi. Ardından "Bu evde gazoz yok mu" dedi. Sordu kocası "Gazozu ne yapacaksın" diye. "Karnımın şişini indireceğim," dedi. "Sen soda istiyorsun o zaman? Ha az yeseydin" dedi kocası. "Ne yedim ki iki dıkım bişi yediğim" dedi. "Bu nasıl iki dıkım böyle?" dedi. Ardından soda getirildi. Sodayı içti, gıvcınması biraz durdu. Hele şükür ki soda onun hazımsızlığına merhem oldu. Yoksa toku ağırlamak zordur biliyorsunuz.

Yesin yemeye. Üstelik doyuncaya kadar yesin hem de. Haydi canın çekti şekerim var demedi; yedi, içti, sildi, süpürdü. Ardından soda içmek de ne? Yemeğin ardından soda içmek pişmiş aşa su katmak gibi bir şey. Madem karnı şişiyor derdine ne oldu bu kadar yiyecek? Sonra acelen ne? Sindire sindire yese ya. Sonra insanın midesine bu kadar düşmanlığı nereden geliyor? Ayrıca Konya düğün yemeği mi yiyor da gözünü doyurmaya çalışıyor? Neyse haydi yedi, karnını tıka basa doldurdu, ardından gözünü de doyurmaya çalıştı, olmadı sodadan aldı hıncını. Bari kabul etse çok yediğini, hiç gam yemeyeceğim. Onu da kabul etmedi asla. "Birden şişiyor benim karnım" dedi. Nasıl mideyse. Kızgınlığı midesine gayri. Neyse afiyet olsun!

Anlaşılan şeker yediriyor. Perhizine de dikkat etmeyince yedikçe yediriyor. Hele bir de içtiği çaya şeker atması yok mu? Bu nasıl şeker hastalığı böyle? Normal insanlar çaya şeker atmayı bırakıyor, bu ise attıkça atıyor çayın içine şekeri. Ben çayı şekerle içerken fazla atıyorsun, zarar diyenlere, “Ben çayı şekeri için içiyorum” derdim bozuntuya vermeden. Sahi bu ne iş böyle?

Sonra bu soda ne menem bir şey ki her derde deva! Fazla yiyip hazımsızlık çeken de içiyor. Bir de kan verince Kızılay yetkilileri soda ikram ediyor. Belki de Kızılay elde olandan veriyordur.

Biliyorum yazıyı okuyan bazıları kim bu kadın diyecek? Kimse kim! Ne yapacaksınız? Sonra benim işim biliyorsunuz kişi ve şahıslar değil. Sen de böyle yapıyor musun? Ona bak! Sonra ayıplama! Dur bakalım, sen ihtiyarlayınca ne yapacaksın?  03/08/2017



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde