26 Haziran 2017 Pazartesi

Türk çarığı yerine Batı çarığını tercih edenler! *

Sonu -ci, -cı ile biten -izmlerle işim olmadı hiç. Herhangi bir yere aidiyetim yok. Cemaatlerle de bağım yok. Tam yaşayamasam da Allah'ın isimlendirdiği Müslüman kimliğinden başka bir isimle tavsifi kabul etmem. Irkçı bir insan da değilim. Herhangi bir  ırkı ne sever ne de yererim. Çünkü hangi ırktan doğacağım konusunda benim bir tercihimin olmadığını bilirim. Bu yazımda Arap ülkelerini özellikle körfez ülkelerini yönetenlere biraz verip veriştireceğim. Halklarıyla bir sorunum yok. Sorun ülkesini yönetmede Batılıların oyuncağı olan kukla krallardadır.

Malumunuz başını Suudi Arabistan’ın çektiği Körfez ülkelerinin Katar sorunu var gündemimizde. Bir öğretmenin öğrencisine verdiği ödev gibi Katar’ın yapmasını istedikleri 13 maddelik bir ev ödevi var. 13 maddenin her bir maddesi başlı başına sorun ama burada 5.maddeye dikkat çekmek istiyorum: “Türkiye’nin Katar’daki askeri varlığını derhal iptal et. Katar toprağında Türkiye ile askeri işbirliğini bitir." maddesini okuyunca lafa bak, hizaya gel dedim. Diplomatik dilden yoksun, devlet ciddiyetinden uzak; çölde çadırda yaşamış, insan içine çıkmamış, yol-yordam bilmeyen, görgüsüz bir insanın üslubu bunlarınki. Aklı sıra emir veriyorlar.

Bu çöl bedevilerinin Türkiye ile dertleri nedir diye düşünmeden edemiyor insan. Bunların karın ağrısı ne anlamadım gitti. Yazıklar olsun size! Tüküreceksin yüzlerine. Ama tükrüğüme acırım billahi. İnsanda biraz utanma olur diyeceğim ama benimki de laf yani. İnsan denen varlıkta olur utanma duygusu. Sizler insanlıktan nasibini almamış insan görünümlü varlıklarsınız. Gerçekten Türkiye ile Türk askeriyle ne alıp veremediğiniz var sizin? Size hizmet etmekten başka ne yaptı bu ülke insanı? 

Katar'da ABD üssü de var. Niçin onlardan rahatsızlık duymuyorsunuz?  Yüreğiniz varsa "ABD üssünü de kapat" deyin. O zaman çelişkiye düşmemiş olurdunuz. Çünkü herkes, bunlar yabancı asker istemiyor diye anlayabilirdi. Siz kardinal çarığı göre göre Müslüman çarığına düşman olmuşsunuz. Ama haklısınız. Çünkü iktidarınızı devam ettirebilmeniz onların yolundan gitmenize bağlı. Sizin dilinizden sömürgeci devletler iyi anlıyor. Osmanlı ve Türkiye sizi sömürmediği için kaybetti anlaşılan. Hele Osmanlı, kendisine 'Hadimül Harameyn' diyerek size hizmet etmekten başka bir şey düşünmedi. Ne dilini dikte etti size, ne de sizin yeraltı ve yerüstü kaynaklarınızı sömürdü. Sizler Arap görünümlü Amerikansınız diyeceğim ama bu da bir değerdir. Siz olsa olsa onların yalakası, işbirlikçisi olursunuz. 

İhanet içindesiniz. Baskı altında yönettiğiniz halka, inandığınız dine, dinin emrettiği ahlaki değerlere, Müslümanlara ve Müslüman alemine karşı hala ihanet içerisindesiniz. İhanetinizde sınır tanımıyorsunuz. Nasıl ki kalite tesadüf değilse sizin ihanetiniz de tesadüf değil.  Siz, İngilizlerle birlik olup Osmanlı’yı arkadan vuran hain atanız Şerif Hüseyin’in neslisiniz. İhanetinizin bedeli olarak sizlere peşkeş çekildi oralar. Siz kim devlet yönetmek kim? Osmanlı’yı parçalamanız sayesinde size o topraklar verilerek sözde bağımsız devlet oldunuz ve o devletin başına da onların ajanı olarak getirildiniz. Sizi hala sağıyorlar. Farkındasınız ama krallığınız onlara bağlılığınıza bağlı. Bu yüzden Türkiye’nin yanında olmanız zaten beklenmez. Ancak Türkiye’yi, Türk askerini düşman olarak görürsünüz.

Yazıklar olsun size! İbrahim peygamberin duası hürmetine karnınız doyuyor bugün. Ümit ederim ki İbrahim peygamber bu beldeyi ilanihaye rızıklandır, demiştir. Eğer öyle değil de faydalandığınız ve Batılıları beslediğiniz deniz maazallah bir gün biterse kim yüzünüze bakar…merak ediyorum. Sizden bir halt ve cacık olmaz. Hata bizdeki sizin gibi beşinci sınıf kişilerden bir şeyler bekliyoruz. Asla birinci sınıf olamazsınız. Kendi ayaklarınız üzere de duramazsınız. O yüzden siz Müslüman çarığı yerine Barı çarığını tercih etmeye devam edin. Yoksa başka türlü oralarda tutunamazsınız. 26/06/2017

* 28/06/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.




23 Haziran 2017 Cuma

Yokluğunu hissetmedi kimse

Ne zaman kurumun işleri sıkışsa izne ayrıldı. Her defasında kendisini kurumunun dışına attı. Haliyle işlerini diğer mesai arkadaşları yaptı. Bu durum bir değil iki oldu. İşini hep başkasının üzerine yıktı dense yeridir. Niçin böyle yapıyor acaba? Belki de yapması gereken işlerin altından kalkamayacağı için yapıyordur. 

Oturduğu koltuktan kalkmadı hiç. Koltuktan emirler yağdırdı. kendisinin asli görevlerini başkasına yaptırdı kurumunda olduğu zamanlarda. Ne amiri ne yapıyorsun dedi, ne de birileri. O, hep bildiğini okudu. Koltuğunda otururken ne yaptığını, ne ürettiğini bilen olmadı hiç. Koltuğundan kalktığı zamanlarda ise emri altındaki mesai arkadaşlarına karşı hep kırıcı oldu. Ne kadar iticilik varsa mıknatıs gibi bünyesinde toplamıştı zira. Konuşması faul, yürüyüşü faul, iletişimi ise sıfırdı. Herkesin gözünde problem üreten bir fabrika idi. Fakat problemin kaynağı olduğunu hiç bilmedi, bilemedi, ya da görmek istemedi. 

Kendi yapması gereken işlerini yapmamasına rağmen başkasından işlerini dört dörtlük yapmasını bekleyecek kadar mükemmeliyetçi bir yapısı var. Kurum personeliyle daha çabuk iletişim kurmak için oluşturulan whatsapp kullanmayı iyi becerdiği, oradan emirler verdiği gözlerden kaçmadı hiç. Başkasına emir vermek için yaratılmıştı sanki. Moral bozmada, kusur bulmada üstüne yoktur. Bu konuda kimse eline su dökemez.

Kurumunun işlerinin sıkışık olduğu zamanlarda zorunlu veya isteğe bağlı olarak kendisine kurum dışına çıkacak şekilde bir iş buldu. O başka işle uğraşırken işini meslektaşları yaptı. İşi de kalmadı. Kurumun işleyişinde bir sıkıntı olmadı. Kimse onun yokluğunu hissetmedi bile. Hatta yokluğunda gönül kırdığı çoğu kimse sevinmiştir bile. 

Yok iken işler aksamadığına, kimse onu aramadığına göre kurumda fazlalık olduğu aşikar. Hatta kurumunda iken yaptığı işleri ağzına yüzüne bulaştırdığından yokluğu varlığından daha elzem dedirtti çoğu kimseye. Yani yokluğu mutluluk, varlığı ise ayak bağı dense yeridir.

Belki de kurumu onun kıymetini bilememiştir, kurumu ondaki cevheri ortaya çıkaramamıştır. Bakarsın gittiği yerde değeri tespit edilir, orada kalır. Böylece kurumu da kurtulmuş olur. 23/06/2017

İdealist bir öğretmen geçti buradan

Bir yıl öncesinde tanıdım onu. Haliyle bir yıl çalışma imkanım oldu. Prensip sahibi ve ne yaptığını bilen bir görüntüsü vardı. Herkesle diyaloğu olan, herkesin hal ve hatırını soran, seviyeli bir iletişim dili geliştirmişti.  Branşı birçok öğrencinin korkulu rüyası olmasına rağmen öğrenci anlasa da anlamasa da görevini yapmak için çırpındı durdu.

Düzenli bir öğretmen profili çizdi hep gözümde. Hiç devamsızlık yaptığını, hiç dersine ve görevine geç kaldığını görmedim. Evi ile okulunun arası uzak bir mesafe olmasına rağmen ders zili çalmadan önce öğretmenler odasındaki yerini alırdı. Oturduğu sandalye standarttı. Kimse onun sandalyesine oturmaz o da başka yere oturmazdı kolay kolay. Öğretmen zili çalmaya başlar başlamaz onu öğretmenler odasında tutamazsın. Konuşuyorsa cümlesi yarım kalır, konuşanın cümlesi de tamamlanmadan sınıfının yolunu tutardı.

Nöbetçi olduğu gün onu öğretmenler odasında bulamazsın. Çıkış ziliyle birlikte nöbet mahallinde olur, görevini dört dörtlük yapar. "Başkası hep aksatıyor, bugün de ben aksatayım" diye bir hesap yapmadı hiç. Nöbet görevini yapar yapmaz dersine gitmeden önce aceleyle ihtiyacını giderir, hemen dersinin yolunu tutar gördüm onu. Önemli bir mazereti olursa mutlaka nöbet mahalline nazının geçtiği birini bıraktı hep.

Herkese değer veren, herkesi dinleyen, her konuya meraklı idi aynı zamanda. Kimseye maslahat icabı eyvallah demedi. Doğruya doğru, yanlışa da yanlış diyen mert biri idi. Böyle biriyle çalışmaktan onur duydum desem yeridir. Yorulup biraz oturayım dediğimde onun zille beraber kalktığını görünce arkasından ben de yürüdüm. Bana hep doğruluk abidesi geldi kendisi.

Eşinin tayininin çıkması dolayısıyla o da aramızdan memleketine gitti. Kubbede kalan hoş bir sada bıraktı gönlümüzde.  Kendisi bizim için bir kayıp, gideceği okul için bir kazanımdır. Bundan eminim. Allah onu ve bizi iyilerle karşılaştırsın. Öğretmenliğin itibar kaybına uğradığı günümüzde Allah, onun gibi vicdanlı ve görevini yapan kimselerin sayısını çoğaltsın.  Bir numaraydı gözümde, yine bir numara olarak bir numaraya gidiyor. Allah yolunu açık etsin. 23/06/2017





Öğretmenlerin seminer döneminden kesitler

Haziranda iki ve eylülde iki hafta olmak üzere öğretmenler mesleki çalışma adı altında seminere alınır. 09.30-12.30 arasını kapsayan seminer saatlerinde öğretmenlerin neleri konu edineceğiyle ilgili Bakanlık bir çalışma programı da gönderir. Seminerin ilk haftasını öğretmenin görev yaptığı okulda ikinci haftasını ise istediği ilde yapma seçeneğini de sunar Bakanlık.

Her seminer döneminde küçük değişiklikler olsa da değişmeyen Din Kültürü branşında olan öğretmenlerin bir okulda toplanmasıdır. Mesleki çalışmaya çok önem verdiğini gönderdiği programla ortaya koyan Bakanlık, seminerlerin plan dahilinde verimli geçmesi için il ve ilçe MEM'lerin tedbirler almasını ister.

Seminer konularına bakınca farklı yerlerden mesleki çalışmaya katılan öğretmenlerin fikir alışverişinde bulunmasını, müfredatı değerlendirmelerini istediğini anlıyoruz Bakanlığın. Fakat gel gör ki Ankara'dan siparişle gelen plan ve program taşrada paydaşlar tarafından iç edilmektedir. Bunda iyi bir planlama yapamayan il ve ilçe MEM'lerin payı olduğu kadar okul müdürlüklerinin ve mesleki çalışmaya katılan öğretmenlerin dostlar alışverişte görsün türünden ipe un serer bir şekilde davranış sergilemelerinin payı büyüktür. Koca ikişer hafta heba edilmekte ve devletin öğretmenlere ek ders ödeyerek ettiği masraf da işin cabasıdır. Seminer döneminde öğretmenler de güzel bir davranış sergilememektedir. Görüntü, maçın uzatmalarını oynayan bir takım görüntüsüdür. Durum, oynamak istemeyen gelinin yerini dar görmesinden ibarettir. Seminer izlenimlerden biraz örnek verelim:

Öğretmen ölümüne gelir seminere. Çünkü bir faydası olmayacağı kanaatindedir. Hışımla gelir seminer günü belirlenen yere.  İlk işi sağına soluna bakar. Çünkü gözü imzadadır. İmzasını attı mı sabah işini halletmiş olur. Ardından gözünü bahçedeki bir ağacın altına diker. Bir de oturmak için belediyelerin verdiği bank bulabilirse keyfine diyecek yoktur. Banklara eğitim ve öğretim döneminde hep öğrenciler oturmuştur. Şimdi oturma sırası kendisindedir artık. Zaten öğretmen de öğrencinin büyümüş şekli değil mi? Havanın durumuna, Güneşin durumuna göre bankın yerini değiştirir. Kolay kolay da kalkmaz yerinden. Çünkü oturduğu banka göz dikenler vardır. Kalkıverse bir başkası oturacak. Yanında muhabbet edeceği kişiler varsa yavaş yavaş açılır, konuşmaya başlar; ülke siyasetinden, eğitimin durumundan bahseder, eleştiri ve tenkitlerin bini beş paradır artık. Kim tutar onu. Biri bırakır, öbürü başlar. Aklına da aşıktır. Çünkü yoktur böylesi akıl. Konuşmalardan yorulunca sol elindeki telefona doğru gider bu sefer gözü. Son model telefonuyla sosyal medyaya bir göz atar, ardından haberlere gider durur sağ eli. Ara ara saatine bakar, ne zaman gelecek bu 12.30 diye. Oturmaktan sıkılan gider kendisine bir sınıf bulur, biraz da orada oyalandıktan sonra hapishanedekilerin adımladığı gibi bahçeyi biraz kolaçan eder. 12.00 gibi de imza sirküsünün piyasaya çıkmasını bekler. Hala çıkarıp imzaya sunmayan müdür yardımcılarına da pek iyi gözle bakmaz. Niye durduyorlar ki boşu boşuna. Yarım saat öncesinden kuyruğa girer. İlk sırada yer kapanın sevincine diyecek yoktur. Çünkü ilk imzayı o atacaktır. Attı mı keyfine diyecek olmaz. Hapisten çıkmış gibi sevinecektir. Bir de başkasının yerine imza atmasın diye dik dik bakan müdür yardımcısı olmasa da “Benim yerime de çivileyiver” diyen arkadaşının yerine imza atıverse bir günün seminerini geçirmenin mutluluğu içerisinde evinin yolunu tutacaktır.

Biz hemen semineri başlatıp bitirdik, tüm semineri bundan ibaret sanmayalım. 25’erli gruplar halinde sınıflara pay edilen öğretmenlere gelince içlerinden biri zorla başkan seçilir, yanına da bir raportör verilir. Gündemi konuşmak lazım hep birlikte. Birkaç kişi konuşur, diğerleri ellerinde telefonla oynar durur; oflayanı, sızlayanı mı ararsın…hepsi var. Kimi çocuğunu getirmiş yanında. Kimi kah bahçede, kah koridorda, kah sınıfta çocuğunu avutur. Telefonu gelen koridora çıkıp konuşma yapar. Gündem kimsenin umurunda değildir.

Seminerin bitiminde istenen rapora gelince bunun için çok çaba sarf etmeye gerek yok. Her zümrenin yıllık planından, zümresine varıncaya kadar faydalandığı bir sitesi var. Nasılsa o site onlar adına raporu da hazırlamış, kitap ve müfredatı irdelemiştir. Oradan kes-kopyala yapılır, okul zümre başkanına teslim edilir. O da tüm raporları birleştirerek ilçe MEM’e, e-posta yoluyla gönderir. İlçeler il MEM’e, onlar da tüm raporları birleştirerek Bakanlığa gönderir. Böylece bir seminer daha yoğun ve yorucu bir şekilde geçirilmiş, paydaşlar görevini yapmış olur. Alan razı, veren razı. Kime ne? Kimi memleketinin, kimi de evinin yolunu tutar.

Tüm bunlar olup biterken okul idaresi odasındaki koltuğu bırakmaz. Gruplar ne yapıyor diye koltuğundan kalkıp bakma yoluna gitmez. Zira kalkarsa biri gelir koltuğuna oturur. Onların tüm derdi bu kadar öğretmeni niçin kendi okullarına verildiğidir. Seminerin bitiminde herkes rahat bir nefes alır. Eylüldeki seminerde buluşmak umuduyla herkes çil yavrusu gibi dağılır.

Bakanlık, öğretmeni bilgilendirmek amacıyla aşağı yukarı her güne yarım saatlik bir konuşmacı ayarlar. EBA’dan öğretmenlerin izlemesini ister. Akıllı tahta marifetiyle dinlemek için salonlarda yerini alan öğretmen bir türlü Bakanlıktan konuşmacıyı dinleyemez. Çünkü herkesin dinlemek için aynı anda açtığı etkileşimli tahtanın alt yapısı kaldırmaz bu yükü. Ne zaman hatip konuşmasını bitirirse EBA da kendine gelir.

Gördüğünüz gibi paydaşların tümünün isteksizliğine rağmen sorunsuz bir şeklide seminer dönemi de sona erer. Evli evine, yolcu da yoluna gider. Körler-sağırlar bu şekilde birbirini ağırlamış olur. Önemli olan rapordu. O da zaten hazırlandı biliyorsunuz.

İyi tatiller öğretmenim! Çok yorulduk. Tatili de hak ettik. Hepimize iyi gezmeler. Ek dersimiz bu ay biraz düşük ama olsun, en azından bizim için bir el harçlığı olur. O da temmuzun ilk haftası yatar. Dua edelim Allah affetsin bizi! 23/06/2017



Herkes kendi liginde olmalı değil mi?

Sanal ve gündelik hayattan bir arkadaşım, 2017 Kadir gecesi günü sayfasında  ardı arkasına iki paylaşımda bulundu. Önce o paylaşımları aktarıp ardından değerlendirmede bulunmak istiyorum. 

İlk paylaşımı; “MAKAM MEVKl SAHlBl OLUP DA 5 DAKKADA 3000-5000 BEĞENİ VE YORUM ALlP; SADECE MEVKİDAŞLARlYLA MUHATAP OLAN SAYIN BÜYÜKLERİM SİZİN DE KANDİLİNİZ MÜBAREK OLSUN.” şeklindedir. İnce bir gönderme yapmış sayın hocam. Öncelikle kendisini tebrik ederim. Bir zekanın ürünü ne de olsa. Paylaşımını büyük harflerle yapmış olması da kırgın ve kızgınlığını göstermektedir. İçeriğinde yerden göğe kadar haklı olsa da maalesef sayın hocamın alacağı yoktur. Çünkü herkes kendi liginde oynamalıdır. Asla yukarıya gözünü dikmemeli, yazıp paylaştıklarını makam sahiplerinin beğenip yorum yapmasını bekleme yoluna gitmemelidir. Kendisini inşallah yakın zamanda iyi makamlarda görürüz. Ki bunu fazlasıyla hak ediyor doğrusu. Ama muhtar fıkrasını da unutmamalı derim kendisine. Hani adam muhtar seçildikten sonra evinin balkonunda eşiyle birlikte yemek yerden eşine aşağıdakileri göstererek “Hanım! Nereden nereye…Daha biz de dün şu aşağıdakiler gibiydik” demiş ya. Umarım paylaşımı yapan kardeşimiz de hak ettiği makam ve mevkilere gelince muhtarın yaptığı gibi olmaz. Ama şunu da unutmamalı hocamız, yukarıda olmak başka bir şey, insan tatmayınca bilemez. Makamdan insan aşağıdakilere acıyarak bakıyor, ama acıdığıyla kalıyor. Fakat gözü hep yukarıdadır. Çünkü yükselmenin sınırı yoktur. Sonra neyi eksiktir onun da diğerlerinden? Gözünü aşağıya çevirirse yukarıları göremez. Mutlaka yukarıdakilere göz kırpmalıdır. Senin paylaşımını beğenip de ne yapacaktır? Sonra kendisine bir fayda sağlamaz. Biliyorsunuz Super Lig’deki bir takımın PTT Ligindeki bir takıma gol atması hanesine puan yazdırmaz. Bu, boşa kürek çekmek gibidir. Makam sahiplerinin kendisiyle aynı sayfada görünmesini bir şans, Allah’ın bir lütfu olarak görmeyi bilmeli. Dolgu malzemesi olarak onların paylaşımlarını beğenmeli, yorum yapmalıdır. Bu konuda son söz kendisine, “Yerini ve haddini bil sayın hocam!”

İkinci paylaşımı: “FACEBOOK'TA OLUP DA HİÇ ORTAMA GİRMEYEN; HER ŞEYİ GÖREN BİLEN  GİZEMLİ ARKADAŞLAR! SİZLERİN DE KANDİLİ MÜBAREK OLSUN.” şeklindedir. Bu paylaşımı da yerinde ve doğru maalesef.  Böylelerinin sayısı çoktur. Bu tipler ne paylaşımda bulunur ne de paylaşılanı beğenip yorum yazarlar. Bu sanal aleme girmez, hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi davranırlar, her türlü paylaşıma göz atarlar ve çıkarlar. Toplum içerisinde de paylaşımlardan haberi yokmuş gibi davranmayı iyi becerirler. Bunlar tecahülüarif sanatının sosyal medyadaki uygulayıcılarıdır. Niyetleri nedir bilinmez ama mutlaka bir bildikleri vardır. İçlerini yarıp bakma imkanımız yok. Onlar hakkında sadece yorumda bulunabiliriz. Bunlar sosyal medyaya çok takılır görüntüsü vererek seviyelerini düşürmek istemiyor olabilir. Paylaşımlarda renk verdiği takdirde görüşünün ortaya çıkacağını ve ileride gelmek istediği makama engel olabilir endişesini taşıyor olabilir. Bunların bir iyiliği sosyal medyadaki arkadaş sayının fazla olmasına katkıda bulunurlar. Bunu da onların bir iltifatı olarak değerlendirmek lazım. Seninle aynı profilde yer almak aynı zamanda bir cesaret örneğidir. Eksik olmasınlar!..

İster katılır ister katılmazsınız. maalesef benim değerlendirmem bu şekilde acıdır. 23/06/2017



Seneye ramazanda görmek istemediklerim... **

Bir ramazanı daha uğurluyoruz hayırlısıyla. Rabbimden başka ramazanlarda kavuşturmayı nasip etmesini niyaz ederim. Bu ramazan bitti bitmesine. Umarım değerlendiren kimselerden olmuşuzdur. Bu ramazanı uğurlarken -kavuşmayı nasip ederse Rabbim- önümüzdeki ramazana görmek istemediklerimi sıralamak istiyorum:
1.      Sahura kaldırma adetlerimizden olan davulcu tutma ve davul çalmaya bir son verilmeli. Bu adet geçmişte çalar saatin olmadığı dönemlerde bulunmuş en güzel sistemdir. Bugün böyle bir ihtiyaç kalmamıştır. Üstelik çoğu kimsenin mesai kavramı farklıdır. Kimimiz vardiya usulü çalışmakta, kimimiz sahuru beklemekte. Artık benim uyku saatim başkasının iş vakti olabiliyor. Sahur saatlerimiz farklılaştı demek istiyorum. İnsanları kendi haline bırakmak lazım. Bazı evlerde bebek olabilir, davulcu sesiyle çocuk korkabilir. Hani bazı arabalarda “Dikkat, bebek var!” uyarısını görürüz ya. İşte evlerde de mışıl mışıl derin uykuya dalmış çocuklarımız var. Bu konuda hassasiyet lütfen!
2.      Belediyelerin mahalle mahalle dolaşıp iftar verme adetini terk edip asli görevlerine yönelmeli. Sosyal belediyecilik anlamında ben mutlaka vereceğim diyorlarsa tespit ettikleri fakir-fukara, garip ve gurabaya bir ay değil 365 gün yemek vermeli, açacakları aşevleri vasıtasıyla.
3.      Belediyelerimiz teravih vakti ramazanın havasını bozan etkinliklerine son noktayı koymalı, belediyenin imkanlarını sanatçılara peşkeş çekmemeli. Asli görevine dönmeli. Bıraksınlar dileyen teravihe gitsin, dileyen kendi parasıyla eğlence yerlerine gitsin.
4.      Başta belediyeler, başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı olmak üzere tüm kamu kurum ve kuruluşları kalburüstü kişilere iftar vermekten imtina etmeli, kaynaklarını milletin asli ihtiyaçlarına harcamalı. Yok, illaki iftar vermeleri gerekiyorsa bu işi milletin sırtından değil, kendi ceplerinden karşılamalılar. Yok buna gücümüz yetmez deniyorsa onlardan tek isteğim, bu işi cümle aleme duyurmadan yapmalılar.
5.      Ramazan ayına denk gelen merkezi sınavlara bir ayarlama yapılmalı. Öğrenciler için hayat ve memat sınavı olan sınavlara çocuklarımız oruç değilken girmeliler. Çocuklar oruç tutup tutmama ikilemi içerisinde bırakılmamalı. Din görevlileri, “İsteyen öğrenci oruç tutmayabilir” fetvası verme durumunda  kalmamalıdır.
6.      Orucun başlama, imsak ve iftar vakti konusunda farklı görüş sahipleri ramazandan önce bir araya gelerek kozlarını paylaşmalı, ramazan gelince kimse eteğindeki taşı döküp milletin kafasını karıştırma yoluna gitmemeli.
7.      Ramazan ayında yemek yemek, adakta bulunmak, dilekte bulunmak için türbelere akın eden insanlara bu yaptıklarının doğru olmadığı yetkililer tarafından açıklanmalı, hala ben bu işi yapacağım diyen varsa güvenlik kuvvetleri vasıtasıyla o mahalden uzaklaştırılmalı. Türbelere değişik saiklerle akın edenlerin görüntüleri televizyonlardan yansıtılmamalı, canlı bağlantı ile bağlanma yoluna gidilmemeli. 22/06/2017

** 30/06/2017 günü kahta söz gazetesinde yayımlanmıştır.



22 Haziran 2017 Perşembe

Taziyeleri Ömre Yaymaya Başladık

Müslümanın Müslüman üzerindeki haklarındandır ölen bildiği birinin cenazesine katılmak, başsağlığı dilemek, acısını paylaşmak. Toplumumuzda çok yaygın bir gelenektir ve çok da güzel yapılmaktadır. Hatta cenazeyi elden ele taşımak yine bize has hasletlerdendir. Cenazeden sonra taziye evine yemek götürmek ve birlikte yemek yemek hala devam eden adetlerimizdendir.

Günlük hayatta dargın olanlar bile ölüm hak olunca tüm kırgınlıklar bir tarafa bırakılır, cenazenin tekfin, teçhiz ve tedfin işi ile uğraşılır. Birçok yerde mezarlar ücretsiz bir şekilde bazı kişiler tarafından kazılır. Asla faydalanma yoluna gidilmez. Cenaze evi gece boyunca beklenir, uykusuz kalınır, günlerce acılarına ortak olmak amacıyla gidilip gelinir. Çocuğunu evlendiren, mahallesinde cenaze olmuşsa düğünü daha bir sade yapar.

Adına taziye dediğimiz başsağlığı bildiğim kadarıyla o muhitte bulunanlar için üç gündür. Uzaktan gelebilecek olanlar içinse bir haftadır. Bundan sonra cenaze yakınları da dahil herkes, bıraktıkları yerden yeniden işine ve gücüne yönelir. Çünkü ölenle ölünmez ve her birimizin başına er veya geç gelecektir.

Güneydoğunun bazı illerinde ise taziye neredeyse kırk gün sürer. Ölen ölür gider ama ardında kalan yakınları kırk gün boyunca evinin alt katını açarak müşteri bekler gibi taziye odasını açık tutar. Ne bir yere gidebilir ne işine başlar ne tıraş olur ne güler ne de eğlenir. Yani ölmekten beter olurlar. Son zamanlarda taziyenin bu kadar uzun tutulmasına, öyle zannediyorum, Güneydoğunun bazı ileri gelenleri eleştiri getirip sınırlandırma yoluna gitti. Ki olması gereken de bu.

Bazı bölgelerimize has olarak 'iskatı salat' adı verilen ölenin altını-üstünü görmek, kırkıncı veya ellinci günü yemek vermek, mevlit okutmak dinimizce bidat olmasına rağmen adet olarak devam etmektedir. İşin garibi bunu yapanlar, bu işleri dini bir vecibe olarak yaptıklarını ve ölene karşı vazifelerini yaptıklarını sanıyorlar. Bunlara alıştık alışmaya. Çünkü adetleri kaldırmak mümkün olmuyor bir türlü.

Son yıllarda, ölünün seneyi devriyesinde yakınları, ölen yakını için evlerinde yemek verme yoluna gidiyor, daha önce dağıttıkları hatimin duasını yapmaya koyuluyor. Sosyal medyayı kullanmayı iyi bilenler de aile fertlerinden ölen kimselerin fotoğraflarını her seneyi devriyesi geldiği zaman sosyal medyadan "Annemin vefatının beşinci seneyi devriyesi, babamın ölümünün on beşinci yılı...unutamadık" şeklinde paylaşma yoluna gitmeye başladı. Bu paylaşımları gören takipçileri, "Başınız sağ olsun..." diyerek taziyelerini yenilemeye başlıyor. Yani bu demektir ki biz taziyeleri üç değil, yedi değil, kırk değil, yıllara yaymaya başladık. Gerçekten ne oluyoruz? Ne yapmak istiyoruz? Yıllar geçtikten sonra sevdiğimiz bir yakınımızı beğeni, yorum ve teselli almak amacıyla bu şekilde anma ve hatırlama yoluna gitmek doğru mu? (Anne veya babasını küçük yaşta kaybedenlere eh diyelim. Onlar paylaşımlarında samimi olabilirler. Çünkü onlar annesizlik ve babasızlık özlemini hayatlarının her safhasında yaşayarak çekmiş ve çekmektedirler.)

Sanırım, üzüntümüzden ne yaptığımızı bilmiyoruz? Her şeyin cılkını çıkardığımız gibi maalesef taziyenin de cılkını çıkardık. Taziyeyi ömre yaydık. Yeter ki ölmeye görsün bir insan.  22/06/2017