Ana içeriğe atla

Öğretmenlerin seminer döneminden kesitler

Haziranda iki ve eylülde iki hafta olmak üzere öğretmenler mesleki çalışma adı altında seminere alınır. 09.30-12.30 arasını kapsayan seminer saatlerinde öğretmenlerin neleri konu edineceğiyle ilgili Bakanlık bir çalışma programı da gönderir. Seminerin ilk haftasını öğretmenin görev yaptığı okulda ikinci haftasını ise istediği ilde yapma seçeneğini de sunar Bakanlık.

Her seminer döneminde küçük değişiklikler olsa da değişmeyen Din Kültürü branşında olan öğretmenlerin bir okulda toplanmasıdır. Mesleki çalışmaya çok önem verdiğini gönderdiği programla ortaya koyan Bakanlık, seminerlerin plan dahilinde verimli geçmesi için il ve ilçe MEM'lerin tedbirler almasını ister.

Seminer konularına bakınca farklı yerlerden mesleki çalışmaya katılan öğretmenlerin fikir alışverişinde bulunmasını, müfredatı değerlendirmelerini istediğini anlıyoruz Bakanlığın. Fakat gel gör ki Ankara'dan siparişle gelen plan ve program taşrada paydaşlar tarafından iç edilmektedir. Bunda iyi bir planlama yapamayan il ve ilçe MEM'lerin payı olduğu kadar okul müdürlüklerinin ve mesleki çalışmaya katılan öğretmenlerin dostlar alışverişte görsün türünden ipe un serer bir şekilde davranış sergilemelerinin payı büyüktür. Koca ikişer hafta heba edilmekte ve devletin öğretmenlere ek ders ödeyerek ettiği masraf da işin cabasıdır. Seminer döneminde öğretmenler de güzel bir davranış sergilememektedir. Görüntü, maçın uzatmalarını oynayan bir takım görüntüsüdür. Durum, oynamak istemeyen gelinin yerini dar görmesinden ibarettir. Seminer izlenimlerden biraz örnek verelim:

Öğretmen ölümüne gelir seminere. Çünkü bir faydası olmayacağı kanaatindedir. Hışımla gelir seminer günü belirlenen yere.  İlk işi sağına soluna bakar. Çünkü gözü imzadadır. İmzasını attı mı sabah işini halletmiş olur. Ardından gözünü bahçedeki bir ağacın altına diker. Bir de oturmak için belediyelerin verdiği bank bulabilirse keyfine diyecek yoktur. Banklara eğitim ve öğretim döneminde hep öğrenciler oturmuştur. Şimdi oturma sırası kendisindedir artık. Zaten öğretmen de öğrencinin büyümüş şekli değil mi? Havanın durumuna, Güneşin durumuna göre bankın yerini değiştirir. Kolay kolay da kalkmaz yerinden. Çünkü oturduğu banka göz dikenler vardır. Kalkıverse bir başkası oturacak. Yanında muhabbet edeceği kişiler varsa yavaş yavaş açılır, konuşmaya başlar; ülke siyasetinden, eğitimin durumundan bahseder, eleştiri ve tenkitlerin bini beş paradır artık. Kim tutar onu. Biri bırakır, öbürü başlar. Aklına da aşıktır. Çünkü yoktur böylesi akıl. Konuşmalardan yorulunca sol elindeki telefona doğru gider bu sefer gözü. Son model telefonuyla sosyal medyaya bir göz atar, ardından haberlere gider durur sağ eli. Ara ara saatine bakar, ne zaman gelecek bu 12.30 diye. Oturmaktan sıkılan gider kendisine bir sınıf bulur, biraz da orada oyalandıktan sonra hapishanedekilerin adımladığı gibi bahçeyi biraz kolaçan eder. 12.00 gibi de imza sirküsünün piyasaya çıkmasını bekler. Hala çıkarıp imzaya sunmayan müdür yardımcılarına da pek iyi gözle bakmaz. Niye durduyorlar ki boşu boşuna. Yarım saat öncesinden kuyruğa girer. İlk sırada yer kapanın sevincine diyecek yoktur. Çünkü ilk imzayı o atacaktır. Attı mı keyfine diyecek olmaz. Hapisten çıkmış gibi sevinecektir. Bir de başkasının yerine imza atmasın diye dik dik bakan müdür yardımcısı olmasa da “Benim yerime de çivileyiver” diyen arkadaşının yerine imza atıverse bir günün seminerini geçirmenin mutluluğu içerisinde evinin yolunu tutacaktır.

Biz hemen semineri başlatıp bitirdik, tüm semineri bundan ibaret sanmayalım. 25’erli gruplar halinde sınıflara pay edilen öğretmenlere gelince içlerinden biri zorla başkan seçilir, yanına da bir raportör verilir. Gündemi konuşmak lazım hep birlikte. Birkaç kişi konuşur, diğerleri ellerinde telefonla oynar durur; oflayanı, sızlayanı mı ararsın…hepsi var. Kimi çocuğunu getirmiş yanında. Kimi kah bahçede, kah koridorda, kah sınıfta çocuğunu avutur. Telefonu gelen koridora çıkıp konuşma yapar. Gündem kimsenin umurunda değildir.

Seminerin bitiminde istenen rapora gelince bunun için çok çaba sarf etmeye gerek yok. Her zümrenin yıllık planından, zümresine varıncaya kadar faydalandığı bir sitesi var. Nasılsa o site onlar adına raporu da hazırlamış, kitap ve müfredatı irdelemiştir. Oradan kes-kopyala yapılır, okul zümre başkanına teslim edilir. O da tüm raporları birleştirerek ilçe MEM’e, e-posta yoluyla gönderir. İlçeler il MEM’e, onlar da tüm raporları birleştirerek Bakanlığa gönderir. Böylece bir seminer daha yoğun ve yorucu bir şekilde geçirilmiş, paydaşlar görevini yapmış olur. Alan razı, veren razı. Kime ne? Kimi memleketinin, kimi de evinin yolunu tutar.

Tüm bunlar olup biterken okul idaresi odasındaki koltuğu bırakmaz. Gruplar ne yapıyor diye koltuğundan kalkıp bakma yoluna gitmez. Zira kalkarsa biri gelir koltuğuna oturur. Onların tüm derdi bu kadar öğretmeni niçin kendi okullarına verildiğidir. Seminerin bitiminde herkes rahat bir nefes alır. Eylüldeki seminerde buluşmak umuduyla herkes çil yavrusu gibi dağılır.

Bakanlık, öğretmeni bilgilendirmek amacıyla aşağı yukarı her güne yarım saatlik bir konuşmacı ayarlar. EBA’dan öğretmenlerin izlemesini ister. Akıllı tahta marifetiyle dinlemek için salonlarda yerini alan öğretmen bir türlü Bakanlıktan konuşmacıyı dinleyemez. Çünkü herkesin dinlemek için aynı anda açtığı etkileşimli tahtanın alt yapısı kaldırmaz bu yükü. Ne zaman hatip konuşmasını bitirirse EBA da kendine gelir.

Gördüğünüz gibi paydaşların tümünün isteksizliğine rağmen sorunsuz bir şeklide seminer dönemi de sona erer. Evli evine, yolcu da yoluna gider. Körler-sağırlar bu şekilde birbirini ağırlamış olur. Önemli olan rapordu. O da zaten hazırlandı biliyorsunuz.

İyi tatiller öğretmenim! Çok yorulduk. Tatili de hak ettik. Hepimize iyi gezmeler. Ek dersimiz bu ay biraz düşük ama olsun, en azından bizim için bir el harçlığı olur. O da temmuzun ilk haftası yatar. Dua edelim Allah affetsin bizi! 23/06/2017



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde