15 Mayıs 2017 Pazartesi

Ramazan yaklaşırken *

Sıcakların iyice bastırdığı, gündüzün en uzun süresi diyebileceğimiz bu aylarda ramazanın eli kulağında neredeyse. Oruç tutanlara, bu ibadeti yerine getirme arzusunda olanlara Allah şimdiden yardım etsin, ecirlerini kat kat artırsın. Geçmiş yıllara bakarak bu ramazan ayında da olması muhtemel bazı konulara değinmek istiyorum. Ramazanda davul çalma, belediyelerin mahalle iftar programları düzenlemeleri, bir diğeri de ramazan ayında yapılan merkezi sınavlar... 

Malumunuz bu ayda insanımızı sahura kaldırmak için geçmişten günümüze davul çalma adedimiz var. Çalar saatlerin pek yaygın olmadığı ve herkesin işine sabah gidip akşam geldiği yıllarda geceleyin insanımızı sahura kaldırmak için davul çalma  bir çözümdü. Günümüzde ise insanımızın mesai kavramı değişti. Birimizin uyku saati bir başkasının çalışma vakti olabiliyor. Yine günümüzde vardiya usulü çalışan insanımızın sayısı da az değildir. Çoğu insan ramazan ayında uyku sorunu yaşamaktadır. Vakti de önemlidir.  İnsanımız işine göre sahuruna bir ayarlama geçmekte. Ya yatmadan sahurunu yapmakta, ya da cep telefonu marifetiyle kendisi uyanmaktadır. Durum böyle iken hala eski adetlerimizden olan sahura kaldırma, maalesef tüm hızıyla devam ediyor. Artık bu adet tarihteki yerini almalı. “Yok, bu adet devam etmeli, benim hoşuma gidiyor” diyen çıkarsa yetkililer bu kişiler için bir düzenleme yapmalıdır. Hatta isterlerse teravih namazından sonra başlayıp imsak vakti başlangıcına kadar elinde tokmak kapısının önünde davulcularımız çalsın dursun.

Bir diğer konu bu ayda belediyelerin mahalle iftarları vermek için büyük organizasyonlara girmesi. Belediyelerin böyle bir görevi var mı bilmiyorum. Ama görev tanımlarında böyle bir hizmet var ise derhal kaldırılmalıdır. Yoksa zaten üzerlerine vazife değildir. Belediyelerimiz asli görevlerine yoğunlaşmalıdırlar. Birçok hizmetleri kaynak yok gerekçesiyle ötelenmektedir. Yine çoğu belediye istisnalar hariç borç batağı içerisindedir. Hal böyle iken ramazan ayında belediyelerimiz mahalle mahalle dolaşıp iftar vermeleri bana lüks geliyor. Mahalleli bir gün öncesinde iftarını nasıl yapıyorsa bıraksınlar yine aynı şekilde yapsın. Belediyelerimiz evine ekmek götüremeyen fakir ve fukarayı tespit ederek yıl boyunca onların karnını doyursun. Buna kimsenin diyeceği olamaz. Belediyelerin son zamanlarda artarak devam eden bu iftar verme furyası bana yıllar öncesinde Adana’da iken soru soran bir öğrencimi aklıma getirdi. “Hocam, ben beş vakit namazımı kılmıyorum. Fakat bazı zamanlar içimden geliyor çokça nafile namazı kılıyorum. Kılamadığım farz namazların yerine geçer mi? Aynı sevabı alır mıyım?” diye bir soru sormuştu. Ona, “Kızım! Beş vakit namaz üzerine farzdır, mutlaka yerine getirilmesi gereken bir borçtur. Nafile namaz ise isteğe bağlı olarak yapılır. Onun sevabı ayrı. Senin bu durumun birisine olan borcunu vermeyerek başkasına bol keseden yemek yedirmeye benzer. Önce borç ödenmeli, değil mi?” demiştim. Hasılı, belediyelerimiz asli görevleri dururken tali işlerle uğraşmamalı. Sonra kimin yemeğini kime yediriyorlar? Bunu da düşünmeleri gerekir. Ama belediye yetkililerimiz, “İçimden geldi, kendi gelirimden insanımıza iftar vereceğim” diyorlarsa bizde ağanın eli tutulmaz. Bu durumda bize, “Allah hayırlarını kabul etsin” demek düşer.

Haziran ayı lise son sınıf öğrencilerinin LYS sınavına girmelerini akla getirir. Öğrenciler kaç yıldır bu sınavlarda başarılı olmak için çaba sarf ediyorlar. Sınavların ramazan ayına denk gelmesi birçok öğrenciyi “Oruç tutayım mı, tutmayayım mı,” ikilemine itmektedir. Her ne kadar  oruç sınava, sınav da oruca mani değilse de hayat-memat meselesi sayılan bu merkezi sınavların -önceden yapılacak planlama ile- takviminin ayarlanmasında fayda vardır. ÖSYM, dediğim dedik, çaldığım düdük dememeli.

Son söz, davullar başımızda çalmasın, zaten yeterince tokmak yiyoruz. Belediyelerimiz mahalle iftarlarıyla uğraşmasın, asli görevlerine zaman ayırsınlar. ÖSYM de LYS sınavları illaki haziranda yapılır kuralının farz olmadığını bilmelidir. 15/05/2017

* 17.05.2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Camilere neşter vurulmalı

Bir akşam yatsı namazına gittim. Baktım hocamız Berat gecesinin önemi üzerine konuşma yapıyor. Son beş dakikasına kulak misafiri oldum. "Allah'ın bu gece Peygamber Efendimize tam şefaat yetkisi verdiğini" söyledi. Ardından Allah'ın affetmeyeceği büyük günahları sıraladı: "Allah zinayı affetmez. Bir defa bu işi yapanlar bu dünyada iken ölümle cezalandırılır. Bugün uygulanmıyor başka. Hatta suç bile değil... Diğeri rüşvet... Eskiden kurumlara gidince 'Rüşvet alan da veren de lanetlenmiştir' yazardı. Şimdilerde göremiyoruz... Bir diğeri ise şirk." Konuşmasını toparlarken işi tekrar beratın anlamına getirdi. "Bu gece kıblemiz Mescidi Aksa iken Mescidi Harama döndürüldü. Bu gece bir yıl boyunca meydana gelecek olayların kararı verilir" dedi. Konuşmasına son verdi, namaza geçtik.

Namaz çıkışı yolda gelirken: "Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışında kalan (günah)ları ise dilediği kimseler için bağışlar. Allah’a şirk koşan kimse, şüphesiz büyük bir günah işleyerek iftira etmiş olur." Ayet(Nisa 48) meali geldi aklıma. Burada Allah şirkin dışında diğer suçları affedebileceğini buyuruyordu. İşin garibi affetmeyeceği şirk üzerinde hiç durmazken diğer günahlar üzerine birer ikişer cümle açıklamada bulundu.

2014 yılında yine bir Cuma vaazında hocamız: “Çalışmak ibadet değildir, ibadet olsaydı kafirler sizden daha çok çalışıyor, sabahleyin işe amir korkusu ve ekmek parası için gidiyorsun, bu ibadet değildir. İbadet, 5 vakit namazdır.” Şeklinde bir konuşma yapınca o zaman da aklıma “İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır” ayeti aklıma geldi. Sonra insanın çoluk ve çocuğunun iaşesini karşılaması için çaba sarf etmesi yine dinimiz nezdinde ibadet olarak değerlendirilir. Allah’ın rızasını ve onu hoşnut edecek her türlü davranış ibadet kapsamı içerisine girmektedir. İbadeti sadece namaz kılmak şeklinde daraltmamak lazım, dedim.

Cuma, bayram veya herhangi bir günde yapılan vaazı nasihatler genellikle irticalen yapılır. Çoğu zaman kitabi olmayan bilgilere girilir bu esnada. Eğer konuşan kimse o konuda yeterli donanıma sahip değilse zaman zaman dinin özüne ters gelen bakış açıları da ortaya çıkabiliyor. Tabii, söz bir defa ağızdan çıkmış oluyor.
***
Diyanet İşleri Başkanlığı hutbelere el attı. Hutbelerin içeriği dolduruldu. Hutbeleri dinlerken gerçek dini dinliyorum hissi uyanıyor bende. Uyuklamaya çalışmıyor, daha dikkatli kulak kabartıyorum. Diyanet, hutbelerde gösterdiği bu duyarlılığı vaazlara da getirmelidir. Vaazlara çeki düzen vermek hutbe gibi olmaz, bunu biliyorum. Ne kadar zor olursa olsun Diyanet bir yerden başlayıp vaazları masaya yatırmalıdır. Önüne gelen vaaz verme yoluna gitmemelidir. Çünkü vaazlara dinin özünde olmayan kültürümüze girmiş bidat ve hurafeler daha kolay girmektedir. Camilerde vaazı nasihatte bulunacak kişilerin hazırlayacağı konu için faydalanabileceği  ortak kitapları olmalıdır. Diyanet için böyle bir kitabı yazdırmak, çıkarmak ve görevlilerine dağıtmak zor olmasa gerek. Ya da Diyanet camilerde konuşma yapacak kişilerin faydalanabileceği kaynak eserleri belirlemelidir. Görevliler bu kaynakların dışına çıkmamalıdır. Biliyorsunuz dini alanda yazılan eserlerin haddi hesabı yoktur. Görevli eline geçirdiği kaynaktan faydalanma yoluna gitmemelidir. Tartışmalı konulara girmemelidir. Bu konuda diyanetin görüş açıklamasını beklemelidir. Birçok görevli her konuda görüş bildirme yoluna gitmektedir. Görüş bildirmek için benim bildiğim yeterli birikim sahibi olmak gerekir. Sadece imam-hatip, müezzin olmak yeterli olmaz.

Din alanı netameli bir alandır. Bizim yumuşak karnımızdır. İki tarafı keskin bir bıçak gibidir. Dozajı yerli yerinde vermemek kişiyi hasta eder. İnsanlara doğru dini ehli tarafından verdirmek  lazımdır. Bu yüzden Diyanet gerekli tedbiri almalıdır. Bir yerde vaaz edecek ehil kimse yoksa gerekirse orada vaaza yer verilmemelidir. Görevini yapmakta olan ama yeterli birikime sahip olmayan kişiler gerekirse kızağa çekilmelidir. Eğer böyle yapılmazsa aktarılan yanlış dini bilgiyi yıllar geçse de telafi etmek mümkün olamaz. 15/05/2017




14 Mayıs 2017 Pazar

Dini bilenlerin dinle imtihanı *

Anadolu'da Bugün gazetesi 13.05.2017 günü,  “Cami cemaati tarafından hayır hasenat düşkünü, dinini tam anlamı ile yaşayan, örnek alınması gereken bir kişi olarak tanınan Y.Y. isimli bir imamın emekli olduktan sonra yine aynı camide gönüllü olarak müezzinlik yapan bu kişinin yardım etmek maksadıyla camiye aldığı kadınlarla camide fuhuş yaptığı” ile ilgili Zafer Samancı imzalı bir habere yer verdi.  


Haberin devamında, “Cami cemaatinin bu fuhuş rezaletini cep telefonuna kaydederek kayıt altına aldığını; adı geçen rezilin biri resmi, diğeri imam nikahlı olmak üzere iki eşi, altı çocuğu olduğunu, bu kişinin cami adına kurulan yardımlaşma derneğinin halen başkanlığını yürüttüğünü” ve kendisiyle ilgili iddialara cevap almak üzere kendisine mikrofon uzatıldığında, ‘Bu konuda konuşmak istemediğini, umreye gitmek için hazırlık yaptığını, umre dönüşü yasal haklarını kullanacağını” söylediğini yazıyordu.

Haber umarım asparagastır. Eğer öyleyse  ilk defa paylaştığım bir yalan haberden dolayı mutlu olacağım. Şu ana kadar yetkililerden bu haberle ilgili bir yalanlama gelmediğine göre haberin aslı varmış gibi değerlendirmek istiyorum. Bu haberin neresi değerlendirilecekse? Neresinden tutarsanız elinizde kalır. Adı geçen cinsi sapık umre hazırlığı yaptığına göre anlaşılan içeriye alınmamış. Öyle zannediyorum, adamın yediği haltta bir sakınca yok ki elini-kolunu sallaya sallaya gezip dolaşıyor. Üstelik hayırlı bir iş üstünde. Müftülüğün yaptığı ise adamı müezzinlik yapmaktan men etmek olmuş.
Merak ediyorum bu haya perdesi kalkmış, ar damarı yırtılmış,  namus ve ırz düşmanının kodese bir daha çıkmamak üzere tıkılması için daha ne yapması gerekiyor. Haydi, adam 60 yaşında, birlikte olduğu kadınlar da reşit çağında. Şikayet olmadığı müddetçe yapılacak bir şey yok denebilir. Bu adam bu herzeyi camide -kamusal alanda- yapmış. Üstelik burası Allah’ın evi olarak bilinir bizim değerlerimizde. Buralar bizim ortak kullanım alanlarımızdır. Eğer yetkililer, kanunlar, dini mabedimizi amacı dışında kullanmaktan dolayı bu adama ceza veremiyorsa bari bu adama, bu tür haltlarını yapabileceği bir uygun yer ayarlasınlar da adamcağız mağdur olmasın.

Haydi, bu adamda Allah korkusu yok, kuldan utanma da yok. Kanunlarımızda da açıklık var, bu mikroba bir şey yapılmıyor. Bu adam iki eşi, altı çocuğu, cemaati ve tanıdıklarının yüzüne nasıl bakacak? Eğer zerre kadar onur, haysiyet, şeref taşıyorsa hemen intihar etmesi çok onurluca olur. Böylece toplum bir mikroptan daha kurtulmuş olur. Eğer böyle bir yolu seçmiyor, hala nefes almaya devam ediyorsa ve umreye gitmek için hazırlık yapıyorsa midesiz, yüzsüz, cibilliyetsiz biridir. Bunun başka izahı yoktur.   Haydi, her şeyden geçtim; bu şekilde uçkuruna düşkün, namahreme göz diken bir namus yoksunu camiasını lekelemek uğruna ne diye imamlık görevini seçmiş? Hiç olmazsa başka bir mesleğe yönelseydi ya! Ama adam başka mesleğe gitmeyecek kadar akıllı. Çünkü bu millet camilerde bu tür nahoş şeylerin olmayacağını, burada görev yapanların ayet-hadis okuduğunu, başkasının namahremine göz dikmeyeceklerini düşünür. Şeytana pabucunu ters giydiren türden bu yamukluk şeytanın bile aklına gelmez. Tek yapacağı şey, cemaatine, çevresine güven vermek. Adam da bunu yapmış. Zaten bizim milleti kandırmaya ne var? İki ayet oku, dürüstlük abidesi kesil, yeter. Belki az mı söyledi hutbede, mihrapta, kürsüde cemaatine: “Muhterem Müslümanlar! Kadın ve kızlarımız açık giyiniyor, dinimiz tesettürü emrediyor, Allah zina yapmayınız demiyor, zinaya yaklaşmayınız diyor. Kadınla erkeğin kimsenin giremeyeceği yerde bulunması caiz değildir…” diye. Ardından her Cuma hutbesini bitirirken cemaatine Nahl 90. ayeti okuduktan sonra Allah şüphesiz adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara bakmayı emreder; hayasızlığı, fenalığı ve haddi aşmayı yasak eder. Tutasınız diye size öğüt verir.” şeklinde  mealini okumuştur.

Atalarımız boşuna söylememiş: “Kırkından sonra azanı teneşir paklar” diye. Yazıklar olsun bu tip ırz düşmanlarına! Allah’ın evini kendi emellerine alet edenlere! Camiasını lekeleyenlere! Caminin içini pisleyenlere! Yuh olsun, ele talkın verip üzüm salkımını yiyen bu tür namussuzlara! Acırım da bu ırz düşmanının arkasında namaz kılan cemaate üzülürüm. Bu millet kime güvenecek? Öğretmen tacizci, imam namussuz, cemaat lideri beyin yıkayıcı… Umduğu dağlara hep karlar yağıyor nedense.

Sözüm meclisten dışarıdır. Görevini layıkıyla yapan binlerce imam ve öğretmenlerimize selam olsun! 14/05/2017

* 15/05/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.




13 Mayıs 2017 Cumartesi

Öğrencilerin dolduruşuna gelmeyin öğretmenim! **

2016-2017 öğretim yılı ikinci kanaat döneminin bitmesine bir ay kadar bir zaman var. Gözlemlerime göre okullar tatil havasına girmiş bile. Artık uzatmalara oynanıyor. Öğrencide bir boş vermişlik var. Devamsızlıklar arttı. Okula gelen öğrenciler ise ders işletmemek üzere organize olmuş vaziyette.

Öğretmen dersine girmeden önce yolda birkaç öğrenci öğretmeni yakalıyor: "Öğretmenim film izleyelim" diyor. Öğretmen sınıfa giriyor. Sınıfın gerisi hep bir ağızdan, "Ders mi işlenir, film izleyelim" temposu tutuyor. Bu durumda öğretmen ne yapsın. Karşısında dersi işletmemek üzere kavilleşmiş bir ordu var. "Çocuklar, ders işliyoruz, açın kitapları!" dese karşısında müşteri yok. Müşteri varsa da alıcısı yok. Çünkü sınıf almamaya, dinlememeye ant içmiş durumda. Zoraki işlenen dersi dinlemek istemeyen ya derse ilgisiz kalıyor, ya yanındaki ile konuşuyor, ya da dersi kaynatmanın yoluna gidiyor. Bu durumda öğretmen çaresiz öğrencilerin dümen suyuna giriyor ve filmler flash belleklerden bir bir çıkarılıp tahtaya takılıyor. "Yok şuna bakalım...hayır, buna…" şeklinde eskimiş ve bayatlamış filmlerin biri takılıp diğeri çıkarılır artık. Ders boyunca öğrencilerden bir kısmı bakar, çoğunluğu ise konuşmaya başlar kendi arasında. 

Sabahın ilk saatinden son saatine kadar öğrenciler  aynı yol ve yöntemi izleyerek neredeyse tüm öğretmenleri ikna ederek film seyretme yoluna gidiyor. Boş boş durmaktan aynı filmi defalarca izlemekten sıkılan öğrenci ara saatlerde okuldan kaçma yoluna gidiyor. Veli bu işin farkına vardığı zaman "Zaten ders işlenmiyor ki" deniyor bu sefer. Öğretmeni suça iten öğrenci böylece suçu öğretmene atarak kendini temizliyor. Bu sefer veli, "Bu öğretmenler yok mu bu öğretmenler, daha okulun kapanmasına bir ay var, ders işlemeyi bıraktılar. Aldıkları zehir zıkkım olsun" demeye başlıyor.
***
Öğretmenim! Yoruldunuz biliyorum. Hele karşınızda dersi kaynatmak için organize olmuş bir öğrenci ordusuna ders anlatmak zor mu zor. Bunu da biliyorum. Hiç kimse sizden sene içerisindeki ders işleme ortamını beklemiyor. Öğrencinin dümen suyuna girmeyelim. Öğrenci oyun ve oynaşta, macera peşinde. Sınıfı Hababam'a çevirme derdinde. Seni öbür öğretmenle, öbür öğretmeni de seninle kıyaslayarak ders işlemenizi engellemeye çalışıyor. Öğrenci işin farkında değil, hatta gırgırında. Onlara kızmıyorum. Çünkü daha tam sorumluluklarını, hayatı bilmiyorlar. Size düşen ağır aksak da olsa okullar kapanıncaya kadar bir ders saati de olsa dersi boş geçirmemektir. Dersi film vb nedenlerle boş geçirerek yıpranan sen ve camian olmaktadır. Kimse film izlettiniz diye size madalya takmaz. Hoş, ders işledin diye de takmaz. Ama ders işlemek bir defa senin görevin. Varsın öğrencilerde heves kalmasın. Kafanı kumdan kaldır, etrafına bir bak. Eğitimin geri kalmasında herkes öğretmeni suçluyor. 

Öğretmen itibar kaybediyor. Temel felsefen ilk dersten son derse kadar  ders işlemek olsun. Ayrıca öğrenci film izlerken aynı zamanda öğretmeni de izliyor. Ardından ders defterine yazdığına da bakıyor. Ders defterine "Film izlendi" desen dürüstlükte bir sıkıntı yok. Ama oraya konu yazıp da film izlenirse çocuk size bakarak kendini hayata hazırlıyor. Yarın büyüyünce "Öğretmenlerimiz son haftalarda ders işlemezdi, ben de işlemeyeyim" yargısı belleğine işliyor. Öğrenci hoşlansa da hoşlanmasa da  seni kınasa da kınamasa da sen dersini işlemeye bak. Şu anda dersinde film izletmedin diye sana kızan öğrencin yarın sana dua edecek, haberin olsun. Bu dersler, bu öğrenciler bize bir emanettir. Hiçbirimiz emanete ihanet etmeyelim. Kimse bize itibar elbisesi giydirmeyecek. Biz kendi itibarımızı kendimiz kazanmak zorundayız. 13/05/2017

** 22/05/2017 günü Kahta Söz gazetesinde yayımlanmıştır.



"Boş musun? Boşum!"

Eskiden inşaat yaptıran evinin inşaat işlerinde çalıştırmak için işçi arardı. Evine kadar gelir: "Arkadaş, boş musun? Birkaç günlük bir işimiz var, çalışır mısın? derdi. Bu tür işlerde çalışan kişilere amele denirdi. Öğrenciliğimde çalışırdım bu tip işlerde.

Boş musun sözünü nice zamandır duymuyordum. Unutmuştum üstelik. Çünkü ben inşaatlarda çalışmayı bırakalı 25 yılı geçti. Ama söz bir yere gitmemiş, aynı yerinde duruyormuş. Üstelik başka alanlarda da kullanılmaya başlanmış.

Milli Eğitim Bakanlığına bağlı resmi okullarda çalışanlar bilir. Okulda herhangi bir nedenle dersine gelemeyen öğretmenin dersini doldurması için okul yönetimi nöbetçi öğretmenler arasında bir planlama yapar. Boş geçen ders bu şekilde doldurulmuş olur. Bundan dolayı nöbetçi öğretmene nöbetçi olduğu gün fazla ders verilmez. Verilirse de aralarda mutlaka boş pencere bırakılır, gelemeyen öğretmenin dersini doldursun diye.

Okulda nöbetçi olduğum zamanlarda bu kelimeyi sık sık duymaya başladım. Müdür yardımcısı gelerek soruyor bunu. "Boşum" deyince, "O zaman hocam falan sınıfın dersi boş" denerek dersi doldurmamız isteniyor. Gidip dersi dolduruyorum. Dersi dondurmamda sıkıntı yok. Bu, nöbetçi öğretmenin asli görevlerinden biridir. Burada garibime giden boş geçen dersin doldurulması için sabahtan nöbetçi müdür yardımcısı tarafından nöbetçi öğretmenler arasında bir planlamanın yapılmamış olması. İkincisi de "Boş musun?" şeklindeki söyleyiş tarzı. Demek ki Allah'ın sevgili kuluymuşum ki bugünleri de görecekmişim. Sağ olsunlar 25 yıl öncesi inşaatlarda amele olarak çalıştığım günlerdeki "Boş musun?" sözünü yeniden hatırlatmaları.

Haksızlık yapmayayım, bazı günlerde nöbetçi öğretmenler arasında boş geçen dersleri pay ediyor görevli yardımcılar. Bunu yaparken de öğretmenler odasına monte edilmiş küçük yazı tahtasında görevlendirme yazıyorlar. Kimin dersini dolduruyorsun? Öğretmen raporlu, izinli, sevkli, görevli izinli mi belli değil. Tahtada yazılan bu şekildeki görevlendirme bir resmiyet ifade eder mi? Bunu da bilmiyorum. Yine de bu şekil görevlendirme "boş musun?" şeklindeki görevlendirmeye göre daha iyi.
***
2013-2014 öğretim yılında birlikte çalışma şerefine nail olduğum, işinin ehli  bir müdür yardımcım vardı. Plan, program, kabiliyet, fedakarlık, cömertlik, işine sadakat, okula bağlılığı...her yönüyle mükemmel biriydi. Odası öğrenci, öğretmen, mezun, misafirle dolar taşardı. Buna rağmen işini aksatmazdı. Gelmeyen öğretmen varsa sabahtan nöbetçi öğretmenler arasında adaletli bir görev taksimi yapar, yazıya döker, hangi nöbetçi öğretmenin kaçıncı saat hangi sınıfı dolduracağını belirten bir yazıyı ilgililere imzalatırdı. İlk defa onda görmüştüm bu uygulamayı. Çok da hoşuma gitti. Okulda hiçbir aksama meydana gelmezdi. Nöbetçi öğretmen sayısından fazla boş geçen sınıf varsa boşluğu kendi kapatırdı. O kadar iş yükünün arasında girmekle yükümlü olduğu altı saat dersini de "İşim var, işler yoğun" diyerek aksatma yoluna gitmezdi. Normalde idarecilerin girdiği dersten hayır gelmez. Fakat o, girdiği dersin hakkını tam verirdi. Yine planlama yaparak sorumluluğunda olan sınıflara rehberlik yapardı. Allah ondan razı olsun.

İşini düzgün ve mükemmel yapan biriyle çalıştıktan sonra tahtada nöbetçi öğretmen görevlendirmesi yapmak veya "boş musun" demek benim için garip olmaya garip. İçinizden "Aynı kapıya çıkar, sonuçta ders doldurulmuş oluyor" diyebilirsiniz. Evet, sonuçta ders doldurulmuş olur. Fakat adaletlice bir doldurma olmaz ve "Nasılsa boş geçen ders yok, bu boş saatimde şu işi yapayım" planın da havada kalmış oluyor.

Her yiğidin bir yoğurt yiyişi var demek ki... Mühim olan dersi doldurmak. Bu durumu bilen arazi olabiliyor. Bilmeyen ise "Alavere dalavere, Kürt Memet nöbete" misali ders doldurmaya gidiyor. Neyse bütün derdimiz bu olsun!

Çok beğendiyseniz bu hamarat, iş bitiren arkadaşları, yanınıza yardımcı olarak alabilirsiniz. 13.05.2017

Bu kişi aklı sıra beni yola getirecek

Birileri kapmış bir koltuk, eline almış bir oyuncak, hele bir de günlerden cuma ise oynuyor da oynuyor. Oturduğu yerden sosyal medyadan beğendiklerini gönderiyor whatsapp aracılığıyla, telefonunda kayıtlı olan numaralara. 

Ne var bunda? Adam size değer vermiş, gününüzü kutluyor. Sana da iyilik yaramıyor, diyebilirsiniz. El hak doğru derim bu eleştirinize. Ya bu adam bir defa ile yetinmeyip birer dakika arayla  aynı anda 7 farklı mesaj gönderiyorsa buna ne dersiniz. Eğer bunda da bir sakınca yok, keşke bizim de böyle bir dostumuz olsa diyorsanız, lütfen haber verin, sizin telefonunuzu bu arkadaşıma kaydettireyim, size günde göndersin dursun. Nasılsa tıpkı benim o arkadaşım gibi anlaşılan siz de boşsunuz, başka yapacak bir işiniz yok. Hatta bir süre bu şekilde sizi mesaj bombardımanına tuttuktan sonra sanal dostluğunuzu hakikiye dönüştürmek için gerekirse yılın belirli günlerinde bir araya gelerek ölümsüzleştirebilirsiniz. 

Şaka yaptığımı falan sanmayın. Hiç sizin bu dostluğunuza haset veya gıpta edeceğimi de düşünmeyin. Hatta dostluğunuzu o kadar ilerletin ki yılın belirli günlerinde buluşmakla yetinmeyin aynı evde kalın ki sizin bu hasretiniz daha fazla içinizi yakmasın. Aynı evde kalarak daha fazla konuşma imkanınız olur. Birinizin evini de kiraya verirsiniz. Hem bu şekilde gelir de elde etmiş olursunuz. Bu durumda bana, "Allah muhabbetinizi artırsın" demek düşer. Hem böylece birbirinizle muhabbete dalarak beni unutur, mesaj göndermemiş olur, körler ve sağırlar birbirinizi ağırlar durursunuz. 

El insaf diyorum böyle insanlara. Gerçekten ne yapmak istiyorlar? Gayeleri mesaj göndermek suretiyle başkasını özellikle beni düzelteceklerini sanıyorlarsa boşa kürek çekmesinler ben bir defa 40'ını geçip yarım asrı devirdim. Ne çabuk unuttunuz, "Kırk yıllık fani, olur mu kani" sözünü. Benden bir cacık olmaz. Olacağımı olmuşum. Lütfen başka kapıya. Anlaşılan bu tipler kendilerini düzelttiler, aklı sıra beni düzeltecekler. Ben kendim bir şey olmasam da kendimi düzeltemesem de bu düzgün arkadaşları yine takdir ederim, ne kadar düzgün insanlar diye. Yok, biz bu işi Allah rızası için yapıyoruz, hem bu vesileyle sevap kazanıyoruz diyorlarsa bildiğim kadarıyla bunun sevapla bir alakası yok. İyilik yapacak bir başka yol bulsunlar. Sonra gerçekten iyilik yapmak istiyorlarsa bu arkadaşlar, bildiğim kadarıyla resmi bir kurumda idareci pozisyonundalar. Deruhte ettikleri görevlerini adam akıllı yapsınlar. En azından mesai saatleri içinde devlete yapacakları mesaiden çalmasınlar. Hiç işleri yoksa odalarında kendilerine tahsis edilen koltukta otursunlar dursunlar. Eğer boşa vakit geçirmek gönül eğlendirmek için bu mesaj işini yapıyorlarsa eğlenecekleri başka bir adam bulsunlar. "Elim aniden gidiveriyor; bu mesaj, whatsapp bizde bir bağımlılık yaptı" deniliyorsa ne yapalım bu durumda? Yoksa okullarda öğrencilerin telefonlarını açmaları nasıl ki yasaklanıyorsa, hatta bazı okullarda sabahleyin tüm öğrencilerin telefonları toplanıyorsa yoksa sizin de elinizden bu telefonları sabahleyin kurumunuza gelince  almak mı gerekiyor?

Atın o elinizdeki oyuncağı...işinize gücünüze kendinizi verin. "Benim işimi aksatmıyor, hem onu hem de bunu yapıyorum diyorsanız..." on parmağında on marifet olan sizlere o kurumlar dar gelir. Lütfen kalite ve kapasitenizi gösterecek bir başka kuruma geçin. Yazık oluyor size bu şekilde o kurumda kalmak. Birileri sizi tespit edememiş olabilir. Lütfen biraz daha sabredin. Mutlaka yetkililerimiz sizin bu kapasitenizi görecek, iyi bir yerde değerlendirecektir. Çünkü Güneş, balçıkla sıvanmaz. Yok hünerinizi yeterli  görmüyor, ya da sizi tespit edemiyorlarsa o kurumda da yapacak işiniz yoksa hiçbir şey aklınıza gelmiyorsa o koltuktan ayrılmakta mı gelmiyor içinizden? İsterseniz bir düşünün, o kurumda siz yoksanız işler aksayacak mı? Eğer aksayacaksa lütfen işinize yönelin, ha varlığınız ha yokluğunuz ise lütfen varlığınızı hissettirebileceğiniz bir yere doğru adım atın.

Ne yaparsanız yapın. Ama bir şeyler yapın. Belki kendinizi işe verirseniz en azından beni unutur, yakamı bırakmış olursunuz. Biliyorum sen bu yazımı da okumazsın. Çünkü okuma özürlüsün. Durmadan paylaşım yaptığına göre sende görsel zeka var. Keşke görselliğin yanında biraz da başkasını rahatsız ediyor muyum şeklinde düşünecek biraz iz'anın olsaydı be kardeşim, ne diyeyim. Allah senin ve senin gibilerinin müstehakını versin. 

Dikkat et, telefonunun başına bir şey gelmesin. Maazallah elinde oynaya oynaya başına bir şey gelir de tamir ettirinceye kadar ne yaparsın sonra? Çatlar ölürsün. Sen bize lazımsın. başımızın belasısın.  Sen bizim imtihanımızsın.  13/05/2017

Sorumlu öğrencinin böylesi

10 Nisan 2017 günü tüm yedinci sınıflara ortak sınav yaptım. Bir iki gün içerisinde sınav kağıtlarını okudum, sisteme notlarını girdim. Sınava giremeyen öğrencilerin numaralarını ayrı bir kağıda not ettim. Sınava giremeyen öğrencilere haber göndererek 7/B sınıfına gelmelerini söyledim. gelen öğrencilere işaret koydum. Ders işlerken bu sınava giremeyen öğrenciler de bir taraftan sınav oldular. Akşamında bu notları da girerek giremeyen öğrenciler için yeni bir liste oluşturdum. Halen üç öğrenci sınava girmemişti. Birkaç defa sınıflarına haber gönderdim, aradığım öğrenciler yoktu. 

Sınavı yaptıktan bir ay sonra dersine girdiğim bir öğrenci yanıma geldi, "Öğretmenim ben sınava girmedim, beni sınav yapabilir misin?" diye. Kendi kendime, "Sınava girmeyen öğrenciler arasında bu öğrenci yok ama neyse...demek ki yaşlanıyorum, bu öğrenci gözümden kaçmış olmalı" dedim. Ön sırayı boşaltarak eline sınav kağıdını verdim. Zil ile birlikte öğrencinin verdiği kağıdı okudum 27 aldı. teneffüste de öğrencinin rehber öğretmeni yanıma gelerek "Hocam, öğrenci size söyleyememiş, sınava girememiş, çoğu zaman okula gelmiyor, sınav yapabilir misin" dedi. Hocam az önce yaptım, sorun yok dedim. 

Akşam e-okul sistemine notu girmek için oturdum.  Not vereceğim sütunda öğrenciye ait 70 puan yazılıydı. Bir an için acaba ben bu öğrenciye sınav olmadan puan mı yazdım, eğer öyleyse ülke yeni bir öğretmen faciasıyla karşı karşıya... artık emeklilik dilekçemi vermemin zamanı gelmiş de geçiyor, dedim. Düşündüm, taşındım...bu öğrencinin zamanında sınava giremeyen diğer öğrenciler gibi 7/B sınıfında sonradan sınava girdiğini tespit ettim. Ertesi günü öğrenciyi yanıma çağırdım. ""yavrum, girdiğin bir sınava tekrar niye girdin? Ben seni 7/B sınıfında sonradan sınav yapmamış mıydım?" dedim. Öğrenci, "Öğretmenim benim 7/B sınıfında sonradan girdiğim sınav birinci dönem birinci sınav idi. Şimdi biz ikinci dönem birinci sınavını olduk" dedi. "be çocuğum! Sen ilk dönem ilk sınava da gelmedin, yine 7/B sınıfında yapmıştım. Sen bu sınava girmişsin. Sonra ilk girdiğin sınavda aynı sorulardan 70 alırken yine aynı sorulardan bir ay sonra 27 almak da neyin nesi?" dedim. Öğrenci, "Girmiş miyim" diyerek hayretini ifade etti. Ardından "Ben 70'in altında puan aldığım için koyduğunuz kural gereği fotokopi kağıdı parasını vermiştim, dedi. "Sen 70 almışsın, git paranı geri al" dedim, yürüdüm.

Gördüğün değil mi sorumlu öğrencimi. Sorumluluğu o kadar fazla ki girdiği bir sınava bir daha giriyor, bir daha giriyor. Be yavrum! aynı soruları görünce de mi "Ben bu soruları daha önce yapmıştım" demedin? Ne diyeyim ben sana. Daha bu yaşta...Sorsan dün akşam ne yediğini, öyle zannediyorum, onu da hatırlamayacak. 

Sorumlu öğrencimin sayısı bu kadarla da sınırlı değil. Sınıfın birinde sınav kağıtlarını okudum, yanlışlarını görmeleri için yazılı kağıdını tek tek dağıttım. Biri geldi yanıma, "Öğretmenim, kağıtta 79 yazılı. Siz e-okula 69 şeklinde yanlış girmişsiniz" dedi. Hemen notlarımın arasına aldım, düzeltilmesi için. Ardında öğrencilere genel bir duyuru yaptım. "Çocuklar! 403 tane kağıdı okuyarak sisteme girdim. Gözden kaçıp yanlış yazmış olabilirim," dedim.  Akşam öğrencinin notunu düzeltmek için bilgisayarın başına oturdum. Öğrencinin puanı 79 idi. yani kağıtta yazılı olan notu ile aynı idi. Değiştirmemi gerektiren bir durum yoktu. Ertesi hafta dersine girdiğimde öğrenciye, "Yavrum, nasıl baktın da 69 gördün. Sen kendi bölümündeki notu bile yanlış görüyorsun" dedim. Öğrenci, "Ama ben 69 gördüm" diye manidar bir şekilde baktı. Halbuki ne akdar da sevinmişti, öğretmenin bir hatasını buldum diye.

İşte size bir sorumlu öğrenci daha. Çok beğendi iseniz size gönderebilirim bu iki öğrenciyi. 13/05/2017