Sanal alemde profilini gördüğüm bazı kişiler isim ve soyadlarının başına TC eklemişler. Bu TC ilavesini de pek kaldıracağa benzemiyorlar. Sanki isimlerinden bir parça oldu. Ad ve soyadlarının önüne koydukları TC kısaltması öyle zannediyorum bir yerden kurgulanmışcasına birilerine tepki olarak kondu ve öylece devam ediyor.
Yazımın başında söykeyeyim. Türkiye Cumhuriyeti'nin kısaltması olan TC'nin bu şekilde kullanılmasını doğru bulmuyorum. Bu, Türkiye Cumhuriyetini sevmek anlamına geliyorsa adımın başında TC olmamasına rağmen ülkemi ve yönetim olarak cumhuriyeti ben de seviyorum. Bu ülkede yaşayan büyük bir çoğunluğun da sevdiğini düşünüyorum. Eğer bu kısaltma birilerine tepki olsun diye konmuşsa şu ana kadar amacına ulaşmış olmalı. İşi tadında bırakıp ailemizin verdiği asıl isme geçmek ve ilaveyi kaldırmak gerekiyor diye düşünüyorum.
Bizde TC kısaltması genellikle resmi yazıların başlıklarında kullanılır. Yazılarımızda fazla yer kaplamasın diye zaman zaman TC şeklinde kısaltırız. Konuşma dilinde TC şeklindeki bir kısaltmayı pek uygun görmüyorum. Bizde kısaltmalar kişiye, bazı kişilerin zihniyetine göre değişiklik gösterir. PKK kısaltmasını pe-ka-ka şeklinde okuyanları bu örgütün karşısında, pe-ke-ke şeklinde okuyanları ise örgütün taraftarı gibi düşünenler vardır. Yine AK Parti'nin kısaltmasını AK Parti şeklinde yazıp aynı şekilde okuyanları AK Parti'ye sempati ile bakanlar şeklinde anlaşılırken bazılarının partinin kısaltmasını AKP şeklinde yazıp aynı şekilde söylemesi de partiye muhalif olduğu şeklinde anlaşılmaktadır. TC kısaltması da bir zamanlar TC'yi savunmak için değil, bu şekil kısaltma bazılarınca -bugünkü TC kısaltması yapıp isimlerinin önüne koyanların aksine- TC'ye muhalefeti ifade ediyordu. Hatta konuşmalarına Te-Ce askeri şeklinde başlayanlar vardı.
İsimlerinin başına her ne amaçla TC kısaltmasını koyanlar, umarım maksadınızı ifade etmişsinizdir. Uzun bir süre durduğuna göre öyle zannediyorum fikrinizi ve zikrinizi ifade ettiniz. Gelin bu işi tadında bırakalım. Eski yakın halinize dönün. Bilmem maksadımı anlatabildim mi? Umarım yanlış anlaşılmamışımdır. 23.04.2017
23 Nisan 2017 Pazar
Hüsnüzan beslemek
Hucurat süresine ahlak süresi dense yanlış olmaz. Çünkü
baştan sona bize en büyük eksiğimiz edebi anlatır. Hucurat süresi 12.ayette: "Siz
ey imana ermiş olanlar! [Birbiriniz hakkında] yersiz zanda bulunmaktan
kaçının; çünkü [bu şekildeki] zannın bir kısmı [da] günahtır;
birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın, ve arkanızdan birbirinizi
çekiştirmeye kalkışmayın...." (Muhammed Esed Meali) buyurarak zan, kusur
arama ve gıybetten kaçınmamızı emretmektedir.
Her üç yasaklanan davranış bizim toplumsal yaramız. Peynir-ekmek gibi gıybet
yaparız. Adına da muhabbet deriz. Zaten kusur ve ayıp örtme gibi bir düşüncemiz
olmaz. Gördüğümüz kötü bir davranışı yaymak için bildiğimiz tüm iletişim
araçlarını kullanırız herkese duyurabilmek için. Zan zaten bizim işimiz. Hatta
kendimizi o kadar geliştirdik ki zannın da ötesine geçtik. Niyet okuyoruz
artık.
Eskiden zannı ikiye ayırırdık. Kötü zanna suizan, iyi zanna ise hüsnü zan
derdik. Hucurat 12'de yasaklanan zannın suizan olduğunu ifade eder, hüsnü zanda
bulunmanın bir sakıncası yok derdik. Şimdilerde lügatimizde iyi zanda bulunmaya
pek yer kalmadı. Gördüğümüz her hareketi, duyduğumuz her sözü kendimize göre
kafamızda işliyor, kişi hakkında bir kanaat belirtmeye başlıyoruz. Hakkında
kanaat sahibi olduğumuz kişi yanlış anlaşıldığını ifade edip gerekli açıklama
yapsa da onun hakkındaki kanaatimizi değiştirmiyoruz. Hatta baskıyı görünce
kıvırmaya başladı bile deriz. Zannı geçtik, yaptığımız iş iftira ve itham
boyutuna ulaştı. Birbirimize iyi niyet beslemiyoruz. Sonunda hepimiz insanların
içini okuyan iyi birer niyet okuyucusu olduk.
Fakültede okurken kişiler hakkında hüsnüzan beslemek
gerektiğini söyleyen bir hocamıza bir arkadaşımız: “Hocam, başbakanımız Davos’ta
diğer liderlerle beraber içki kadehi kaldırdı buna ne dersiniz” diye bir soru
sordu. Hocamız: “Herhangi bir içecek diye düşünebiliriz. Mesela ayran olabilir”
demişti. İyi niyetin bu kadarı da fazla demiştik. Şimdiki zan, isnatlarımızı
görünce kişiler hakkında hocamızın dediği gibi düşünmemiz gerektiğini daha iyi
anladım. Hayatta hiçbir şey gördüğümüz, duyduğumuz gibi olmayabiliyor. Sonra
kötü bir hareketini gördüğümüz kişinin yanına giderek ona yaptığının yanlış
olduğunu edebince anlatabiliyorsak ne ala. Yok, anlatamıyorsak ardından
konuşmamızın bir faydası yok. Üstüne üstlük böyle yapmakla günaha girmiş
oluyoruz.
Birbirimize karşı güvenin ve itimadın kalmadığı, adalet
duygusunun hiç olmadığı kadar zedelendiği günümüzde toplumsal barışa katkı
sağlaması amacıyla işe muhatabımıza hüsnüzan besleyerek işe başlamamızda yarar
görüyorum. Hüsnüzan, bizdeki iyi niyetin bir tezahürüdür. İyi niyet beslersek
karşımızdan da aynısını görürüz. Ne ekersek onu biçeriz, haberimiz olsun.
Değer mi bir başkasının kalbini kırmaya, onu incitmeye? Unutmayalım
ki, kırılan kalbi ve gönlü tamir etmekten daha zoru yoktur. Sonra suizan
beslemenin kendimize zararından başka bir faydası da yoktur. İyi bakmak, iyi
görmek, iyi düşünmek sanırım Hucurat 12.ayetin dediğine daha uygun bir davranış
olur. Müslümanca bir hareket olur. Hem karşı tarafı kazanırız, hem de sevap. Bir taşla iki kuş demektir bu. 23/04/2017
Bazı sanal tebriklerden gına geldi artık
Konya'da değişik okullarda 40 yıl görev yapan bir öğretmen vardı. Bu öğretmen emekli olmadan önce İl Milli Eğitim Müdürlüğüne şu meyanda bir dilekçe verir: "Türkiye'nin değişik bölgelerinde devletime kırk yıl hizmet ettim. Emekli olmadan önce en büyük hayalim Konya Orduevinde veya Konya Öğretmeninde idareci olarak çalışmak. Hiçbir zührevi hastalığım yoktur. Gereğini arz ederim."
Dilekçeye gülenler olsa da öğretmenimiz sonunda Konya Öğtetmenevine müdür yardımcısı olarak atanarak en büyük hayalini gerçekleştirmiş oldu. O zamanlarda fırsat buldukça öğretmenevine giderek yarım asra yakın hizmet eden bu idareci öğretmenimizle tanışma fırsatı buldum. Her vardığım zaman ayağa kalktı, elini uzattı, ardından sarıldı benimle. İdareci odasında otururken o etrafı dolaşmaya, yani başkasıyla kucaklaşmaya giderdi. 10 dakika sonra geldiğinde benimle ilk defa karşılamış gibi tekrar yanıma gelir. Önce hoş geldin sayın değerli hocam diyerek yeniden elini uzatır, ardından sarılma eylemini gerçekleştirirdi. Önceleri bu ilgiyi sadece bana gösteriyor sandım. Sonra gelen herkese aynı muameleyi yaptığını gördüm.
Öğretmenevinde çalışan diğer idarecilere bu arkadaş ne iş yapar burada dediğimde, onun görevi teşrifatcılıktır, dediler. Gelen herkesi karşılaması, hal-hatır sorup ilgilenmesi, sarılmanın ardından öpmesi görmeye değerdi gerçekten. Ah bu hoş geldin demeyi 5-10 dakika ara ile birkaç defa yapmasa daha iyi olurdu ama neyse o kadar hata kadı kızında bile olur. Sonra niye sarılıp öpmesin. Adamda zührevi bir hastalık da yoktu üstelik. Sonunda bu hocamız Konya plaka kodunu doldurarak 65 yaş haddinden emekli oldu. Onu tanıyanlar gelen bir kişiye hoş geldin dediğini unutur, bu yüzden aynı kişiye defalarca hoş geldin der diye söylerlerdi. Emekli olduktan kısa bir müddet sonra da vefat etti. Allah rahmet eylesin.
İyi de benim derdim bu şeker -gibi-hocamız değildi. Benim derdim sanal tebrikler. Bugün ardı arkasına gelen sanal tebrikleri görünce 10 yılı geçmiş bu hocamızı hatırladım nedense. Sanal tebriklerle bu hocamızın yaptığının arasında nasıl bir bağ kurdun diyebilirsiniz. Az daha sabredin isterseniz.
Malumunuz günümüzde her türlü tebrik, kutlama, geçmiş olsun dilekleri whatsapp aracılığıyla yapılmaktadır. Bugün de Miraç Kandili. Sabahın erken saatlerinden beri telefonuma gelen bildirimler eksik olmadı. Tamam bunu biliyoruz. Bize de geliyor diyebilirsiniz. Bunu ben de biliyorum size de geldiğini. Pekiyi size aynı kişiden aynı mesajın aynı günde üç defa geldiği oluyor mu? Bana geliyor böylesi bildirimler. Aynı kişi, aynı mesajı, aynı gün, önce oluşturulan gruptan gönderiyor, ardından özel numarama gönderiyor, az sonra da mesaj yoluyla geliyor. Benim derdim bu. Yukarıdaki 42 yıllık öğretmenlik yapan öğretmenimle bu kişileri aynı kategoriye koymam bundandır. Bir kişiye aynı mesaj üç defa gelir mi? Haydi hocamız 65 yaşında, unutup tekrar hoş geldin diyordu. Ya yaşı daha 65'e gelmemiş bu kişilerin ardı arkasına üç defa bildirim göndermesine ne demeli? İnanın unutsalar masum göreceğim bu yaptıklarını. Aynı mesajı önce oluşturduğu gruba, ardından telefonunda kayıtlı herkese gönderiyor. Bununla da yetinmiyor. Olur ya bir de mesaj göndereyim diyor. Gönder butonuna basarken bu arkadaş şu grupta var. Ona göndermeyeyim, tekrar olur diye bir seçme ve düşünmesi yok. Kime ne gönderdiğini bildiğini de sanmıyorum. Öylesine gönderiyor. Taş atıp da eli mi yorulacak, masraf mı edecek?
Kime ne mesajı gönderdiğini bilmeyen bu tipler yukarıda unuttuğu için tekrar tekrar sarılan ve hoş geldin diyen hocamıza kurban olsunlar. Adam unutuyordu ama yaptığında samimi ve içtendi. Şimdikiler gibi sanal tebrikçi değildi.
Abarttığımı düşünebilirsiniz ama inanın gına geldi artık. Yok, bizim için sakınca yok der de bana haber verirseniz size bir iyilik yapabilirim. Numaranızı bu tip bildirim gönderen dostlarıma verebilirim. 23.04.2017
Dilekçeye gülenler olsa da öğretmenimiz sonunda Konya Öğtetmenevine müdür yardımcısı olarak atanarak en büyük hayalini gerçekleştirmiş oldu. O zamanlarda fırsat buldukça öğretmenevine giderek yarım asra yakın hizmet eden bu idareci öğretmenimizle tanışma fırsatı buldum. Her vardığım zaman ayağa kalktı, elini uzattı, ardından sarıldı benimle. İdareci odasında otururken o etrafı dolaşmaya, yani başkasıyla kucaklaşmaya giderdi. 10 dakika sonra geldiğinde benimle ilk defa karşılamış gibi tekrar yanıma gelir. Önce hoş geldin sayın değerli hocam diyerek yeniden elini uzatır, ardından sarılma eylemini gerçekleştirirdi. Önceleri bu ilgiyi sadece bana gösteriyor sandım. Sonra gelen herkese aynı muameleyi yaptığını gördüm.
Öğretmenevinde çalışan diğer idarecilere bu arkadaş ne iş yapar burada dediğimde, onun görevi teşrifatcılıktır, dediler. Gelen herkesi karşılaması, hal-hatır sorup ilgilenmesi, sarılmanın ardından öpmesi görmeye değerdi gerçekten. Ah bu hoş geldin demeyi 5-10 dakika ara ile birkaç defa yapmasa daha iyi olurdu ama neyse o kadar hata kadı kızında bile olur. Sonra niye sarılıp öpmesin. Adamda zührevi bir hastalık da yoktu üstelik. Sonunda bu hocamız Konya plaka kodunu doldurarak 65 yaş haddinden emekli oldu. Onu tanıyanlar gelen bir kişiye hoş geldin dediğini unutur, bu yüzden aynı kişiye defalarca hoş geldin der diye söylerlerdi. Emekli olduktan kısa bir müddet sonra da vefat etti. Allah rahmet eylesin.
İyi de benim derdim bu şeker -gibi-hocamız değildi. Benim derdim sanal tebrikler. Bugün ardı arkasına gelen sanal tebrikleri görünce 10 yılı geçmiş bu hocamızı hatırladım nedense. Sanal tebriklerle bu hocamızın yaptığının arasında nasıl bir bağ kurdun diyebilirsiniz. Az daha sabredin isterseniz.
Malumunuz günümüzde her türlü tebrik, kutlama, geçmiş olsun dilekleri whatsapp aracılığıyla yapılmaktadır. Bugün de Miraç Kandili. Sabahın erken saatlerinden beri telefonuma gelen bildirimler eksik olmadı. Tamam bunu biliyoruz. Bize de geliyor diyebilirsiniz. Bunu ben de biliyorum size de geldiğini. Pekiyi size aynı kişiden aynı mesajın aynı günde üç defa geldiği oluyor mu? Bana geliyor böylesi bildirimler. Aynı kişi, aynı mesajı, aynı gün, önce oluşturulan gruptan gönderiyor, ardından özel numarama gönderiyor, az sonra da mesaj yoluyla geliyor. Benim derdim bu. Yukarıdaki 42 yıllık öğretmenlik yapan öğretmenimle bu kişileri aynı kategoriye koymam bundandır. Bir kişiye aynı mesaj üç defa gelir mi? Haydi hocamız 65 yaşında, unutup tekrar hoş geldin diyordu. Ya yaşı daha 65'e gelmemiş bu kişilerin ardı arkasına üç defa bildirim göndermesine ne demeli? İnanın unutsalar masum göreceğim bu yaptıklarını. Aynı mesajı önce oluşturduğu gruba, ardından telefonunda kayıtlı herkese gönderiyor. Bununla da yetinmiyor. Olur ya bir de mesaj göndereyim diyor. Gönder butonuna basarken bu arkadaş şu grupta var. Ona göndermeyeyim, tekrar olur diye bir seçme ve düşünmesi yok. Kime ne gönderdiğini bildiğini de sanmıyorum. Öylesine gönderiyor. Taş atıp da eli mi yorulacak, masraf mı edecek?
Kime ne mesajı gönderdiğini bilmeyen bu tipler yukarıda unuttuğu için tekrar tekrar sarılan ve hoş geldin diyen hocamıza kurban olsunlar. Adam unutuyordu ama yaptığında samimi ve içtendi. Şimdikiler gibi sanal tebrikçi değildi.
Abarttığımı düşünebilirsiniz ama inanın gına geldi artık. Yok, bizim için sakınca yok der de bana haber verirseniz size bir iyilik yapabilirim. Numaranızı bu tip bildirim gönderen dostlarıma verebilirim. 23.04.2017
Milliyetçi oylar
Referandum sonuçları değerlendirildiğinde İç Anadolu, Doğu
Anadolu ve Karadeniz Bölgelerinde evetin, Ege ve Akdeniz Bölgelerinde ise
hayırın bir baskınlığı söz konusu. Marmara Bölgesinde hayırın evete yaklaştığı,
hatta bazı illerde evetin önüne geçtiği, Güney Doğu Bölgesinde ise evet
oylarında bir artışın söz konusu olduğu görülmektedir.
Siyasi
partiler seçime giderken referandumda evet veya hayır diyeceklerini deklare
ettiler. Çoğu da görüşleri çerçevesinde çalışma da yaptı. Bildiğiniz gibi AK
PARTİ, MHP, BBP ve HÜDA PAR evet, CHP, HDP, SP vb ise hayır bloğunu oluşturdu.
Evet bloğundaki oyların sandığa tamamen evet şeklinde yansımadığı, hayır bloğu
ise göründüğü kadarıyla bir önceki seçime göre oylarını artırmış görünmektedir.
Bir önceki seçime göre bir kısım seçmen referandumda oy rengini değiştirmiştir.
Her partide geçişlilik olmakla birlikte MHP oylarında bir parçalanma söz
konusu. Sanki çoğunluğu hayıra gitmiş gibi. Özellikle sahillerdeki MHP
oylarının silme hayıra gittiği, İç Anadolu ve Karadeniz'deki MHP oylarının ise
bir kısmının evete, büyük bir kısmının ise hayırda karar kıldığını
söyleyebiliriz. Buradan hareketle sahilde yaşayan milliyetçi oylar,
ulusalcılığa daha yakın, içerlerdeki milliyetçi oylar ise Ak Parti'ye daha
yakın denebilir.
MHP oylarının çoğunluğu hayır şeklinde ortaya çıkması,
evete çok azının gelmesi MHP’deki çalkantıya işarettir. Oyların
farklılaşmasından MHP’nin içinin kaynadığını söyleyebiliriz. MHP seçmeninin
çoğunluğu ilk defa liderini dinlememiştir. Bunda MHP’nin olağanüstü kongre
sürecini iyi yönetememesi düşünülebilir. 01 Kasım seçimlerinden sonra MHP içerisinde
liderliğe oynayan kişiler ortaya çıkmış, tüzük değişikliği için imzalar
toplanmış, mahkemelerin kongre sürecini nakzedecek şekilde kararlar vermesi MHP
içerisini iyice karıştırmıştır. Bu karışıklık kafa karışıklığına da sirayet
etmiştir. Partiye bayrak liderlik potansiyeli taşıyan kişiler partiden ihraç
edilmiştir. Bunun sonucunda da MHP’ye gönül verenler ikiye, üçe, dörde bölünmüş
durumdadır. Bu bölünmüşlük sonucunda MHP, tabanına hakim olamamıştır. MHP
tabanının liderinin evet tercihine rağmen evet dememesinde bölünmüşlüğün
yanında AK Parti ile geçmişteki kutuplaşmanın da etkisi vardır. Yıllardır
ülkeyi yöneten AK PARTİ idareci atamalarda tek bir sendika üyeleri dışında
diğer sendika üyelerini tercih etmemesi de etkendir. 15 Temmuz darbesiyle
birlikte AK Parti ve MHP liderlerinin birlikte hareket etmesi tabana
yansımamıştır. Üst birliktelik sağlansa da alt birliktelik sağlanamamıştır.
Türkiye siyaseti zaman zaman düşman kardeşleri bile bir
araya getirebilmektedir. Dün birbirine düşman gibi davrananların kısa bir zaman
sonra bir araya geleceği bundan sonra özellikle 16 Nisan referandumu sonrası
daha sık görülecektir. 2019 seçimleri birlikte hareket etme ruhuna daha fazla
ihtiyaç duyacaktır. Bundan dolayı ülkeyi yöneten iktidar, atamalarda dengeyi
gözetmesinde fayda vardır. Tek sendika üyelerini yönetici atamalarda
gözetmesinden ziyade başka sendikaların üyelerine de şans ve imkan vermelidir.
16 Nisan’daki liderlerin birlikteliğinin tabana yayılması için buna mutlaka
ihtiyaç vardır.
AK Parti ahbap-çavuş görüntüsü veren atamalarda mutlaka
objektif kriterlere yer vermelidir. Her
düşüncedeki insanlara kamu atamaları açık olmalıdır. İlk iş olarak sözlü
mülakatlara son vermelidir. Yönetimde adaletin sağlanması için bu ülkede
neşvünema bulan her düşüncedeki dürüst insanlara kamuda görev yapacak ortam sağlanmalıdır.
Toplumsal barış için bu şarttır. Eğer bu yapılmazsa milliyetçi oyları karşı cephede toplanmış görebiliriz. 23/04/2017
2017 referandumunun kahramanları
Kazananı ve kaybedeniyle her ne kadar şimdilik konuşulmaya devam edilse de bir müddet sonra 2017 referandumu da diğerleri gibi unutulacak. Ama 2017 referandumu unutulsa da hatırlandığı zaman hep "mühürsüz oylar" diye anılacak.
Genelde seçim ya da referandum sonuçlarından sonra genelde kazanma ve kaybetme nedenleri üzerine değerlendirmeler yapılırken bir hafta geçmesine rağmen 2017 referandumu hala sıcaklığını koruyor. Tartışma da sonuçlardan ziyade YSK'nın mühürsüz oy ve zarfları geçerli kabul etmesi. İşin garibi ne kadar zarf ve oy pusulası mühürsüzdü? Bunu bilen de yok. Yıllar geçse de bu mühürsüz oylar birilerince hep temcit pilavı gibi önümüze getirilmeye devam edecek. Bunu sağlayan da sağ olsunlar sandık kurullarında görev alıp o görevini yapmayan her partiden temsilcinin olduğu sayısını bilmediğimiz sandık kurullarıdır. İçlerinde AK Partili, MHP'li, SP'li, HDP'li, CHP'li üyelerin olduğu sandıklar. Farklı siyasi düşünceye sahip bu sorumsuzlar nasıl bir araya gelmişler ya da getirilmişler? Bunları bir araya getirenleri tebrik etmek lazım. Uğraşılsa becerilemez. Tencere-kapak misali. Hepsi sorumsuz, hepsi unutkan. Ülkede hiç birlik ve beraberlik yok diyenler, bunlara baksın. Düşman kardeşler nasıl uyum içerisinde uyumuşlar. Birlik dedikleri bu olsa gerek. Acaba içlerinden biri yahu arkadaşlar, bu mühür ne işe yarar, bunu niçin koymuşlar diye de mi sormadı. Pes doğrusu!
İster kabul edin, ister etmeyin. Referandumun gizli kahramanları bunlardır. Adlarını, sanlarını bilmesek de kendilerini hep hayırla yad edeceğimiz kişilerdir bunlar. Meşhur oldular, aynı anda ülke gündemine oturdular. Gündem belirlediler. Kim istemez ki gündem belirlemeyi. Bu tevazu çalışmaları karşısında meşhur olmak her adama nasip olmaz. İşin böyle olacağını bilseydim ben de mühürlemezdim. Sabah sabah üyelerin iki ayağını bir papuca sokarak oy pusulalarını ve zarfları önce saydırdım, sonra da tek tek mühürlettim. Böyle yaparak binlerce sandık başkanından biri oldum. Görevimi yapmak suretiyle hiç de esamem okunmadı. Çünkü rutin işleri yapmıştım. Halbuki herkesin yaptığı işi yapmak değil marifet. Önemli olan sıradışı bir işe imza atmaktır. Bu az sayıdaki arkadaş işte bunu becerdi. Bunun sonucunda da meşhur oldular. Bizim isimsiz kahramanlarımızdır onlar. Çünkü asl olan meşhur olmaktır. İyi veya kötü ülkeye bir değer ürettiler. Yaptıkları önemsiz olsa bir haftadır insanlar bunları konuşur muydu? Sonra biz bu konu olmasaydı ne konuşacaktık? Olaya biraz da bu yönden bakmak lazım. Ayrıca bu arkadaşlar yaptıkları icraatlarıyla YSK'yı harekete geçirdiler. Hangi birimiz YSK'yı bu şekilde harekete geçirebiliriz? Aslında bu arkadaşlara ödül bile vermek lazım.
Hani futbolda her maç sonucunda katkısından dolayı oyunun adamı seçilir. Biz de hep beraber bu referandumun adamı olarak bu arkadaşları seçelim. Hepsini ekranlara çıkaralım, meydanlarda tek tek gezdirelim. Halk bu kahramanların yüzüne -nazar değmesinler diye- tükürdükçe onlar "Ya Rabbi, şükür! Yağmur yağıyor " desinler. 23.04.2017
22 Nisan 2017 Cumartesi
2019'da seçimler birleştirilmeli
Malumunuz 2019 yılı Mart ayında yerel seçimler, Kasım
ayında ise genel seçimler ve cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılacaktır. Uzun
propaganda dönemleri göz önüne alınırsa tüm bir yılı seçimle geçireceğiz
demektir. Seçimin birini bitirip diğerine geçeceğiz. Buna ne zaman yeter, ne de
ülkenin bütçesi.
Bizde seçimler maliyetlidir. Çünkü ölümüne asılırız.
Kazanmak için saçar savururuz. Seçim yılı ve atmosferine girince hükümet
radikal kararlar almaz/alamaz. Ekonomi beklemeye geçer önünü görmek için.
Toplum kutuplaştırılır, başka konu ve meseleleri bırakır, milletçe seçime ve
sonuçlarına odaklaşırız. Seçim öncesi kazanmak için var gücümüzle seçimlere
asılırız. Seçim sonrası da eğer kaybetmişsek seçimi tartışmaya açarız.
Vakit varken bu iki seçim birleştirilmeli ve seçmenin önüne
aynı anda yeterince sandık konmalıdır. Bu uygulamadan ülke ve insanımız
kazançlı çıkar. Hem zamandan tasarruf sağlar, önümüze bakarız. Hem de bütçeden
ve cepten fazla para harcanmamış olur. Seçmen mahalli idarelerde, genel
seçimlerde ve cumhurbaşkanlığı seçiminde kimi desteklerse seçilen beş yıllığına
seçilmiş olur. Seçilen beş yıllık icraatına hemen başlamış olur. Bir daha
ülkenin önüne bir beş yıl seçim gelmemiş olur. Bu ülke hem ekonomide, hem
siyasette istikrarı yakalamak istiyorsa mutlaka seçimleri birlikte yapmalı.
Çünkü seçim ekonomisi uygulamayacağız diyen hükümet bile kendini bu atmosferden
kurtaramamaktadır. Fikri, zikri, düşüncesi ne olursa olsun vatanını seven,
ülkesine hizmet etmek isteyen siyasilerin bir araya gelerek bu konuyu masaya
yatırmasında fayda vardır. Hemen
gelebilecek eleştiriyi baştan söyleyeyim. "Efendim tüm seçimleri aynı anda
yapmak vatandaşın kafasını karıştırır, hangi zarfı nereye koyacağını bilemez.
Oylar iptal olur denebilir. Tüm dert bu olsun. Bunun da çözümü bulunur. Seçimleri
birleştirmeyi vatandaş istese öyle zannediyorum siyasiler istemez. Çünkü onlar
bir seçimde durumlarına bakıp diğerine tedbir alacaklar, mahalli seçimde aday
gösterdikleri kazanamazsa onu vekil seçtirmek için diğerinde aday gösterirler…Çünkü
her seçim onlar için bir alternatiftir.
Her ne kadar siyasilerimiz kendi bildiklerini yaparlarsa da
ben yine de seçimleri birleştireceklermiş gibi önerilerimi sunmak istiyorum.
1.Her türlü itham, töhmet, şüpheden
kurtulmak için seçimler YSK gözetiminde ÖSYM’ye ihale edilmeli. Bu kurum
uygulaması imkansız, gereksiz ve zor olan bir kuralı dahi uygulamaya koyar.
Acımasızdır. En zor seçimleri bile tereyağından kıl çeker gibi yapar. Yeter ki
yetki verilsin. Seçim torbaları nasıl teslim edilir, sonuçlar nasıl alınır,
seçim sandığına giden yollar, koridorlar nasıl kamera ile donatılır… cümle alem
bir görsün. ÖSYM, sandık görevlilerinin ne yapacağını göstermek için genelgeyi
kitapçık şeklinde falan bastırmaz. Sandık görevlilerinin hangi dakika ne
yapacaklarını anlaşılır bir şekilde önlerine koyar. Kimsenin unutacağı, ihmal
edeceği bir şey olmaz. Sandık görevlilerinin görevini tam yapıp yapmadığını
test etmek için ya oy vermede veya sandık üyeleri arasında bir gözlemci de
yerleştirir.
2.Seçmenin önüne muhtarlık, ilçe
belediye, il veya büyükşehir belediye, milletvekili ve cumhurbaşkanlığı olmak
üzere beş ayrı sandık konur. İl genel meclis veya belediye encümeni pusulası
atılmamalı. Belediye başkanı adayının aldığı oy oranına göre encümen/üye
seçilmelidir. Partilerin encümen listesi seçimden önce YSK'ya teslim
edilmelidir.
3.Muhtar adayları için birleşik
oy pusulası düzenlenmelidir. Dışarıdan gen herhangi bir muhtar adayına ait
pusula olmamalıdır. Zarfın içine muhtar azaları listesi konmamalıdır. Seçilen
muhtar azalarıyla birlikte seçilmelidir.
Buradan
Mecliste grubu bulunan tüm siyasi partilere seslenmek istiyorum. Gelin
siyasi partiler yasasını değiştirerek bu işe başlayın. Ardından 2019 yılında bu
iki seçimi birleştirmenin alt yapısını oluşturun. İnanın ülkeye en büyük
hizmeti yapmış olursunuz. 22/04/2017
Çocuklar duymasın/görmesin *
2000'li yıllarda özel kanalın birinde haftada bir ekrana
gelen "Çocuklar Duymasın"
adında bir TV dizisi vardı. Karı-koca arasındaki geçimsizlik ve
sıkıntıların mizahi bir şekilde işlenmeye çalışıldığı bu filmde sıkıntıların
çözüm yeri çocukların yanı değil, mutfaktı. Ne zaman anlaşamadıkları bir sorun
olsa birbirlerine bakar: "Haluk!
Mutfak, Meltem! Mutfak" derlerdi. Tartışmalarını çocukları duymazdı.
Sanırım final yapmadı. Hala yayında.
Bu
dizinin bir zamanlar izleyeninin de fazla olduğunu düşünüyorum. İlk gösterime
girdiği zamanlarda biraz izledim. Güldürürken düşündürüyordu. Sonra yenilenme
ve gelişme olmadığı için birbirinin tekrarı gibi görmeye başladığımdan izlemeyi
bıraktım. Filmin aklımda kalan en güzel yönü sorunların giderildiği ve
tartışmaların yapıldığı yerin çocuklarının yanı olmamasıydı. Çocukları farkına
varsa bile meselelerini ayrı bir yerde çözmeye çalışırlardı. Bu TV
filmini izledik izlemeye ama o dizinin her şeyini unutsak da aklımızda kalması
gerekenin sorunlarımızı çocukların gözünün önünde yapmamamız gerektiğiydi.
Büyüklerin,
yetkililerin, siyasilerin aralarındaki sorunu çözmek için ekran ve meydanları
seçtiğini görünce filmden eser kalmamış dedim kendi kendime. Malumunuz
referandum yaşadık beraberce. Sonuçlar birbirine yakın çıktı. Kavganın fitili
de seçim akşamı tutuşturuldu. Kılıçlar çekildi. Çünkü yenilgiden sonra çıngar
çıkarmak mubah bizde. Hele bir de oranların birbirine yakın çıkması bir
fırsattı içimizdeki fırsatçılar için. Referandum iptal edilmeliydi. Çünkü hile
karıştı vb. isnatlar eksik olmadı bir kaç gün içinde.
Referandum
sonrası dersime girdim. Konumuz da emanet idi. İster maddi, ister manevi geri
almak üzere verdiğimiz her şey emanet kavramı içerisine girer, emanete ihanet
etmememiz gerektiğini ifade ettim. Ardından, çocuklar pazar günü bir referandum
yapıldı, bu referandumda kullanılan her bir oy sandık kurullarında görev
yapanlar için bir emanetti. Orada bize verilen görev de bir emanetti.
Görüşümüze uygun olsa da, uygun olmasa da her bir oyu korumamız gerektiğini
ekledim. Ben bu şekil konuşmaya devam edince sınıftan ekseriyet parmak
kaldırdı. Söz verdim kendilerine. Her söz alan oyların nasıl çalındığını,
oyların nerelerde bulunduğunu, sayımda haksızlık yapıldığını, birinin tercih
mührünü nasıl evete bastığını, oyların mühürsüz olduğunu...anlatmaya
çalıştılar. Ekranlarda etkili ve yetkili kişilerin dile getirdiği tüm ithamlar
12 yaşındaki çocukların ağzındaydı. Anlaşılan kaybedenler seçim gecesi
ürettikleri mazeret, gerekçe, iftira ve ithamlarla başarılı olmuşa benziyorlar.
Çocuklara, işte çocuklar! Kendilerine sandıkta görev verilenler
sorumluluklarını tam yerine getirmediklerinden yani emanete ihanet
ettiklerinden kaynaklanıyor bunlar, dedim.
Çocukların
bu şekilde büyüklerin ithamlarını aynen tekrarladıklarını görünce geleceğimiz
adına üzüldüm gerçekten. Ülkemizin geleceğini ilgilendiren önemli bir
referandumu ağzımıza ve yüzümüze bulaştırdığımızı ev ortamlarında veya
ekranlarda maalesef çocuklarımıza da duyurmuşuz. Çocuklar bilinçaltlarına
yerleşen bu duygularla büyüyecekler. Seçimlerde, referandumlarda demek ki hile
yapılabiliyormuş, şaibe de olabiliyormuş, bazı oyları saymamışlar, zarflar
mühürsüzmüş…diyecekler. Bu tür tartışmalar çocukları iyi yönde eğitiyorsa buyurun
tartışmalarımızı onların gözü önünde yapalım. Hani edep sahibi birine: “Edebi
nereden öğrendin” diye sormuşlar. Adam: “edepsizlerden” şeklinde cevap vermiş.
Keşke böyle bir faydası olsa... Ya çocuklar büyüyünce “Büyüklerimden böyle
gördüm, seçimlerde hile yapılabiliyormuş” derlerse ne yapacağız?
Seçim veya referandumda itirazlar mutlaka olacaktır. Bu
itirazların yapılacağı yerler kanunen bellidir. Ekranlarda dillendirerek
insanların kafasında şüphe oluşturmanın bir manası yok. Farkına varmadan suçu
meşrulaştırmış oluruz. Hile vardır veya yoktur tartışması yapacaksak bu işi
çocuklardan uzak bir ortamda yapmak lazım. Bu yolu, yöntemi, bu inceliği
bilmeyenlere “Çocuklar duymasın” dizisini birkaç bölüm izlemelerini tavsiye
ederim. İnanın eğer amaçları bağcıyı dövmek değilse öğrenecekleri çok şey var o
dizide. 22/04/2017
* 26/04/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
* 26/04/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)