15 Mart 2017 Çarşamba

Pİ Günü


14.03.2017 günü dersim geç başladı. Okula geldiğim zaman öğrencilerin öğretmenler odasına gelerek: "Öğretmenim! Pİ gününüz hayırlı olsun" dediklerini duyduğum zaman bugünün günlerden bir gün olduğunu anladım. Ama öğrenci 'fi' mi dedi, yoksa 'pi' mi dedi? Gürültüden tam anlayamadım. Sonradan Pİ gününün kutlandığını anladım.

Kafamı sağa sola çevirdim. Panolar ve kapılar Pİ ile süslenmişti. Bazı öğrenciler ise üzerinde Pİ olan tişörtleriyle gelmişti. Dersi beden eğitimi olan öğrenciler görüntüleriyle pi şekli çizmişler. Bir ders saati Pİ günü kutlamasına ayrıldı.

Hatta üzerinde pi'nin işareti olan pastalar bile yaptırılmış, meyve suyu ile birlikte afiyetle yendiğini whatsapptan gelen fotoğraf ile haberdar oldum. Okul süslemeleri, kutlaması ve görüntüsüyle bir şenlik havası oluştu. Dersi aksatmadan bir kutlamanın nasıl yapıldığını da bu şekilde görmüş oldum. Her şeyiyle mükemmel olan bu kutlamanın bir eksiğini gördüm. O da, her sınıf için yapılan yaş pastaların dikdörtgen şeklinde yapılmış olması. Halbuki 'Pİ' çember ve daire alanının bulunmasında kullanılıyordu. İşte bu yüzden pasta daire şeklinde olmalıydı. Olsun o kadar hata kadı kızında da olur dediğinizi duyar gibiyim.

Tüm bu olanları görüp işittikten sonra bana belirli gün ve haftalardan hangisi en önemli olanı deseniz tereddütsüz 14 Mart günü kutlanan 'pi günü' derim. İşin garibi böylesi önemli bir günün önemini öğretmenlikte 25.yılımı doldurduğum zaman öğrenmiş oldum.  Ayıplamayın. Bilmemek değil, sormamak ayıp biliyorsunuz. İşin garibi böyle bir gün var mıymış diye belirli gün ve haftalara baktım. Tıp Bayramını gördüm sadece. Benim gibi bilmeyenler için pi'nin ne olduğunu wikipedi'den paylaşalım: "Pi Günü, ünlü matematik sabiti pi sayısı anısına özel kabul edilmiştir ve her yıl 14 Mart'ta kutlanmaktadır. Bunun sebebi ise Amerikan tarih formatında bu günün 3/14 olarak geçmesi ve bunun pi sayısının en yaygın kullanımını anımsatmasıdır. Pi sayısı için en yaygın yaklaşım 3,14'tür. Gerçek değeri ise 3,141592653589793238462643383... şeklinde devam etmektedir. Çemberin çevresinin ve alanın hesaplanması başta olmak üzere matematik, geometri ve fizik gibi bilimlerde büyük bir öneme sahiptir." 

Öyle zannediyorum bu şekildeki bir kutlama sonucunda 'Pİ' çocukların zihninde iyice yer edinecek ve asla 'Pi'nin 3,14 olduğunu hayatları boyunca unutmayacaklar. Çünkü pasta daima gözlerinin önüne gelecek. Ben de bu durumu görünce aklıma yıllar önce çalıştığım bir lisede geçen bir anekdot geldi: "Her ders öğretmenine göre önemlidir mutlaka. Çünkü herkes kendi penceresinden bakar hayata... Kahta İmam Hatip Lisesinde görev yaparken Müdür Başyardımcısı Ali OLT anlatmıştı. Okula bakanlık müfettişleri gelmişti. Müfettiş ders denetimine girerken ders esnasında bahçedeki dolaşan öğrencileri görür, Ali OLT'a sorar:
-Bu çocuklar niye dışarıda?
-Dersleri boş.
-Hangi ders?
-Ivır zıvır dersler.
-Nasıl ıvır zıvır ders. Dersin adı ne?
-Resim dersi
Ivır zıvırı duyan müfettiş derse girmekten vazgeçer. Ali Hoca'yı oturtur. Bir saat kadar resim dersinin önemini anlatır. Çünkü müfettişin branşı Resim' imiş. 

Resim dersinin önemini o an iyice kavrayan Ali Hoca beni görünce," Ramazan Hocam, müfettişi dinledikten sonra o an imkanım olsaydı bütün dersleri kaldırıp hepsini Resim dersi yapmak isterdim." Dedi. Kulakları çınlasın Ali Hocam belki de şimdilerde resim yapmaya başlamıştır, kim bilir?" (http://dilinkemigiyok.blogspot.com.tr/2015/12/gorsel-sanatlar.html)

Ne diyelim? Gecikmeli de olsa "Pİ Gününüz" hayırlı olsun. Pastayı yiyemedik. Kutlamamız kuru kuruya oldu ama olsun. En azından  bir matematik kavramının -geç de olsa- önemini anlamış olduk. 15/03/2017

14 Mart 2017 Salı

ÖSYM'nin şakası yok

2017 YGS sınavı 12/03/2017 günü tüm yurtta yapıldı. Bu sınavda ÖSYM adından daha fazla söz ettirdi. Sayısını bilemiyorum ama belirlenen saatten sonra gelen öğrenciler sınava alınmadı. Çünkü ÖSYM sınav yerine intikalin en geç 09.45'de olması gerektiği kuralını koymuştu bu yıl ilk defa. Kıl payı kaçırıp kapıdan dönenler haber konusu oldu. Bununla ilgili hem MEB, hem de ÖSYM açıklama yapmak durumunda kaldı. Sınava zamanında yetişemediği için giremeyen öğrencilerin beklediği telafi imtihan hakkı konusunda olumlu bir açıklama  yoktu açıklamalarda.

ÖSYM'nin kural, kaideleri acımasızdır. Harfiyen de uygulatır. Hiç aksamaya meydan vermez. Nitekim bu sınavda da bir kez daha görüldü. ÖSYM'nin bu durumunu  YGS sınavından bir gün önce "ÖSYM kriterleri" başlığı ile Anadolu'da Bugün gazetesindeki köşemde anlatmaya çalışmıştım. En gereksiz bir kural da olsa ÖSYM, tüm kurallarını noktası, virgülüne uygulatır, demeye çalışmış, hayatın her alanına ait kaide ve kurallarımızın olduğunu fakat uygulanmadığını, geçici bir süre de olsa kuralları uygulama görevinin ÖSYM'ye verilmesi gerektiğini ifade etmiştim. Bunları yazmak için bir konuda uzman olmak gerekmiyor. Sadece ÖSYM'yi biraz tanımak yeterdi.

ÖSYM'yi ve sınavı uygulayanları  bu hareketlerinden dolayı çok eleştirenler oldu. Sınava giremediği için yetkililerle tartışan, agresif hareketlerde bulunan, sınav salonlarının camını kıranlar da oldu. Ama nafile. Süresi içerisinde gelemeyen sınava giremeyecekti. Öyle de oldu. Olan da sınava giremeyenlere oldu. Sınavın en yakın telafisi 2018 YGS sınavı. Başka yolu yok.

Sınava giremeyen öğrencilerin sayısı ne olursa olsun -istersen bir kişi olsun- onlar adına üzülmemek elde değil. Öncelikle onlara geçmiş olsun demek lazım. Haklarında demek ki hayırlı olan bu imiş, her kötü görünende bir hayır, hayır görünende de bir şer olabilir demek, artık geriye bakmadan yarınlara bakmak ve bundan ibretler çıkarmak lazım. Her insanın hayatında mutlaka bir dönüm noktası olabilir. Bakarsınız sınavı kaçıran çocukların da inşallah hayatlarında bir dönüm noktası olur. Her şeyden önce ümitsiz olmadan, hayata küsmeden yollarına devam etmelidirler. Kimseye de kızmasınlar. Oturup öz eleştiri yapsınlar. Bir defa başkasını eleştirmeden önce ilk önce kendilerini eleştirmeleri gerekir. Zamanında gelmiş olsalardı öyle zannediyorum başlarına böyle bir şey gelmeyecekti. Hayatta bu gecikme kulaklarına küpe olacaktır. Bir daha sınav veya başka bir randevu vb durumlarda hep zamanında bulunması gereken yerde olacaklardır. Bir daha sınava gideceği yere ulaşmak için trafik yoğunluğu, kaza dolayısıyla yolun geçici de olsa kapanabileceği gibi durumları mutlaka hesaba katmaları lazım. ÖSYM ise sınav merkezi olarak seçtiği yerleri belirlerken aynı güzergahtaki okullara vermemesi gerektiğini düşünmeli, ona göre planlama yapmalı, sınav merkezine her bir öğrencinin bireysel bir şekilde özel aracıyla gelebileceğini hesaba katmalı, trafiği kilitleyecek şekilde aynı güzergahtaki okullar yerine farklı yerlerdeki okulları seçme yoluna gitmelidir. Belediye ve emniyet sınav günleri bazı güzergahların yoğun olabileceğini hesaba katarak tedbir almalı, belirli saatlerde trafik yoğunluğunun olacağı güzergahlara sınav dışında kullanmak isteyenlerin geçmesine yasak getirebilir, hatta bu bölgelere öğrencilerin belediye otobüsleriyle ücretsiz taşınması düşünülmeliydi... Temenni edelim ki, önümüzdeki sınavlarda aynı durumlar söz konusu olmaz. Her kurum, kişi üzerine düşen görevi yapacaktır.

Millet olarak şunu da düşünmemizde fayda vardır. Gideceğimiz yere son anda varmak, gecikmeli varmak gibi bir hastalığımız var. Kafadan bir hesap yaparız, kaç dakikada varırız diye. Ona göre hareket ederiz. Hepimiz şunu bilmeli ki, evdeki hesap bazen çarşıya uymayabiliyor. ÖSYM'nin şakası yoktu, bunu bir kez daha gördük... 14/03/2017



"Tramvay Ezikleri Sizi!"

Tramvay ezikleri! Evet söz bu şekilde. Söze bak, hizaya gel. Siz ne anlarsınız bu sözden? Aslında söz değil, tam bir hakaret. Günümüzün gençliğinin  ezme şekli. Kime mi söylüyor? Okula ulaşımını tramvayla sağlayan aynı sınıfta ders gördüğü arkadaşlarına. Utanmadan arlanmadan bir de ezik dediği bu arkadaşlarına aynı  sınıfta yüzlerine bakacak?

Niye utansın ki? Anlaşılan öyle görmüş olmalı ailesinden. Aklı sıra küçümsüyor arkadaşlarını. Toplu taşıma araçlarını kullanan insanlara tepeden bakan yeni yetme burjuvamız acınası halde olduğunun farkında bile değil. Ama suç bu çocukta değil. Onu bu şekilde yetiştiren/yetiştirmeye çalışan ailesinde. Baştan söyleyeyim genç olmasına rağmen kırk yaşındaki insanın gösterdiği olgunluğu gösteren gençlerimizin sayısı  az değil. Topluma ve arkadaşlarına bu şekil burun kıvırarak bakan kişiler de maalesef toplumumuzda var. 

Hanım kızımızı okula getir-götür işini her gün ailesi kendi özel arabalarıyla yapıyormuş, artık ailesinin o gün işi mi çıktı, -nedendir bilinmez- kızımız o gün okula tramvayla gelmek zorunda kalmış. Ya da kızımız tramvayla gidip gelen arkadaşlarını tramvayda yakalayıp onları sıcağı sıcağına ezmek için o günlük tramvaya binesi gelmiştir. Belki ailesi de tramvayın arkasından kızını takip etmiştir. Niye bindiğini bilemeyiz. Biz şimdi burada biraz niyet okuyoruz. Bu kızımız kimdir?

İmkanları yerinde olan, paraya para demeyen; yokluk, sıkıntı nedir bilmeyen bir ailenin çocuğu olsa gerek. Tüm varını yoğunu çocuğunun mutluluğu için seferber eden bir ailenin çocuğu diyelim. (Ne de olsa çocuklarımız varlık sebebimizdir, bunun için yaşıyoruz, bunun için çalışıyoruz?..) Aile kendi çektiğini (Aslında buna çekme denmez. Eski anne ve babalar bizi hayatın her türlü zorluklarına karşı mücadele etmeyi, hayata tutunmayı, hayatın cenderesinden geçmeyi, sorunları çözmeyi öğretti...) çocuğunun çekmemesi için saçını süpürge etmek için seferber olmuş durumda. Gideceği yere kendi götürüyor, çocuğunu kem gözlerden koruyor, servise bile vermiyor. Çocuklarının her istediğini alıyorlar, her dediğini yapıyorlar. Hiçbir sorumluluk vermiyorlar. Yediği önünde, yemediği arkasında. Öyle zannediyorum oturdukları evin önüne dahi çıkarılmamıştır bu çocuk. Hayattan steril edilmiş, soyutlanmış bir kızımız var karşımızda. (Ailesi tarafından bu şekilde yetiştirildiği halde çok merhametli, nazik kişiler de var bu arada.) Güya bu aile çocuğuna iyilik yapıyor. Maalesef yaptığı kötülüğün farkında bile değil. Bu çocuk kendi başına ayakları yere basarak hiçbir iş yapamaz onu söyleyeyim. Çünkü her ortam ve şeraitte yanında ailesi olmalıdır. Değilse yaşama şansı yoktur. En ufak bir sıkıntıda şok geçirir, kendine kıymayı bile göze alabilir. Çünkü  hayatın gerçekliğiyle hiç yüz yüze gelmemiştir. Hep balık yedirilmiş, balık tutması öğretilmemiştir. Ben bu tiplere hazır yiyici, aşırı korumacı olarak yetiştirilen bir nesil diyorum. Ayakları üzerine duramazlar. Hayatları boyunca birileri bunları sırtlarında taşıyacak. Ailesinden gördüğü bu el bebek, gül bebek tavrını yarın başkasından da bekleyecek. Bu anlattığım profilin sayısı az değil, haberiniz olsun. 

Çocuğunu bu şekil yetiştiren ve onu mutlu etmeye çalışan bir aile çocuğunu geçici bir süre mutlu eder. Çocuklarının üzüntüsüne asla tahammül edemezler. Kazara kendileri düşse, bakıma muhtaç olsa kızlarına kıyamadıkları için soluğu adına huzur dedikleri huzurevinde alırlar. Ya da evde kendilerine bakacak paralı birini bulurlar. Zaten huzurevine gitmezlerse üzerine titredikleri bu çocuk onlara bakmaz. Bence huzurevine gitmekle en iyisini yaparlar. Belki bayramdan bayrama kızları onlara bir çiçek gönderir, ya da bir şeker getirir. Yanlarında 5-10 dakika oyalanır, gider. Huzurevindeki bu ailemizin gözlerinden akan yaş –eğer kalmışsa-olsa olsa mutluluk gözyaşıdır. 14/03/2017

13 Mart 2017 Pazartesi

Dış politikada İngiliz siyaseti izlemek **

Güneş batmayan bir imparatorluk kuran İngiltere tarih boyunca dünyada söz sahibi olmuş, birçok ülkeyi sömürmüş bir devlettir. Sömürmüş olmasına rağmen dünyada İngiltere'ye karşı gözle görülür bir düşmanlık yok. Niye acaba, hiç düşündünüz mü? Diğer devletlerden farklı bir siyaset izledikleri muhakkak.

Siz hiç İngiltere'nin meydanlarda bağırıp çağırdığını, dünyaya dizayn vermeye çalıştığını gördünüz mü? Her taşın altında İngiltere olmasına rağmen görünürde hiç sesi çıkmaz. En büyük oyun kurucudur. Ama hiç ön plana çıkmaz. Hiç risk almaz. Katıldığı savaşlarda da fazla askeri ölmez. Paylaşımlarda hep en büyük pastayı alır. Geri planda kurdukları plan tıkır tıkır işler. Hiçbir ülke ve millet onları düşman olarak görmez.

Sözlüklere 'İngiliz siyaseti' yazdığımız zaman karşımıza: "Kurnazlık ve soğukkanlılıkla bir işi yapma ya da yaptırma veya oyalama" anlamı çıkmaktadır. İngilizlerin tilki gibi kurnaz ve çok soğukkanlı oldukları muhakkak.

Türkiye eskinin silik dış politikasını bırakıp aktif bir siyaset izlemeye başlayalı beri birilerinin suyunu bulandırmaya başladı. Buna paralel olarak bize düşmanca tavır alanların sayısında da gözle görülür bir artış oldu. Bir defa Türkiye'nin şunu bilmesinde fayda vardır. Dış politikada haklı olman bir şey ifade etmiyor. Bu arenada gücü olanın borusu öter ve parsayı da onlar toplar. Dünyada bir paylaşım olacaksa mutlaka onlar dağıtır, bir başkasını oyun kurucu olarak görmek istemezler.

Türkiye'nin gücü bir yere kadardır. Haklı olduğu durumda istenmeyen ülke ilan edilmemek ve haksız duruma düşmemek istiyorsa, dünya siyasetinde dışlanmamak istiyorsa dengeli siyaset izlemesinde fayda vardır. Ülkelerle ortaya çıkan krizi iç siyasete taşımamalı, meydanlarda ve ekranlarda bir başka ülkeye ayar vermeye ve had bildirmeye kalkmamalı. Unutulmamalı ki dış politikada ortaya çıkan krizin çözüm yeri masalardır, meydanlar değil. Meydanlardaki hamasi nutuklar sorunu derinleştirir, çözmez. Ülkemiz aleyhine olan her türlü pisliğin arkasında Batı var. Gücün varsa belini doğrultamayacak şekilde nakavt edersin. Gücün sınırlı ise kazanımlar elde etmek için çabalarsın. Anlatmak istediğim haklı olduğunu anlatmanın yolu meydanlar değildir. Masalarda da haklılık ispatlanabilir. Devletler hakkında meydanlarda söz söylemek devletleri üzer. Çözebilecekleri meseleyi onur meselesi yapabilirler. Devletlerin onuru kişilerin onuruna benzemez. Yine unutmayalım ki yüzyıllardır dünyanın kanını emen sömürgeci devletler yüzüne gülerek her türlü şeytanlığı yapabilir, mertlik yerine belden aşağı vurmayı iyi bilirler.

Sözünü budaktan esirgemeden konuşmak gönüllere su serper, hatta insanın gururunu okşar. Ama iş bununla bitmiyor. Mazlumların sesi olan Türkiye dünyaya lazım. Haklı olduğumuz davayı kaybetmemek için soğukkanlı olmasında fayda vardır. Zira Avrupa'da milyonlarca gurbetçimiz var. Bize düşmanlıklarının hıncını ırkçılar onlardan çıkartma yoluna gidebilir. İki düşünüp bir konuşmasında fayda vardır.

Dış politikayı uzun soluklu bir maraton koşusu gibi düşünmek lazım. Tamam bizim politikamız İngiliz gibi sinsi, kurnaz olmasın. Ama bugünkü gibi de olmasın. “Düşmanın silahıyla silahlanalım.” Yoksa kurtlar sofrasında boğup yem ederler bizi. Dediğim  gibi bu ülke herkese lazım. 13.03.2017

** 14/03/2017 günü Kahta Söz gazetesinde yayımlanmıştır.


12 Mart 2017 Pazar

Bizde sınavlar

Başarıyı ölçmez, elemek için yapılır.
◆ Elemek için de ayrıntının ayrıntısına yer verilir.
◆ Seçenekler verilerek hazır yiyici nesillerin yetişmesinin temeli atılır.
◆ Kişi iyi bir atıcı ise testlerde ummadığı başarıyı yakalayabilir.
◆ Tüm sınavlar da amaç zekayı geliştirmek ve mantığı kullanmak için yapılır.
◆  Türkçe sorularına bakınca kişi dilinden nefret eder noktasına getirilir.
◆ İyi itibar görme, iyi meslek edinmenin yolu sayısal derslerle değerlendirilir, ülkeyi ve üniversiteleri genelde sayısal zekalar yönetir.
◆ Sözel ve sosyal zekanın alıcısı olmaz.
◆ En düzenli çalışan öğrenciler Fen Liselerini tercih eder, gece gündüz hayattan kopuk olarak kağıt üzerinde test çözdürülür.
◆ Çok bilgi yüklenerek her şeyi bildiğini sanan, her şeyi çorba etmiş, olaylar arasında bağlantı kuramayan diplomalı  cahiller yetiştirilir.
◆ Hiç bir ülkede bizim kadar çok bilgi yüklenmez. Genç ve çocuklarımız oynanan  bu sınav oyunu sayesinde çocukluğunu yaşayamaz.
◆ Toplum olarak  iyi çocuk yetiştirmenin yolu çok para kazanabilecek bir meslek sahibi olmaktır.
◆ Hiç bir bilgi hayatın içinde kullanılmaz.
◆  Sorunun seçenekleri arasına doğru seçeneğe yakın  cevaplar  konur. Amaç yanıltıp yanlış cevap vermesini sağlamaktır... 03.03.2015

Gökhan Özcan'ın Yenişafak gazetesindeki köşesinde yazdığı makalesinden: "İnsanlar mı okullarını bitiriyor, okullar mı insanları bitiriyor, ciddi şüphem var!" cümlesini kayda değer bularak 03/03/2015 tarihinde sanal alemde paylaşmışım. Paylaştığım bu cümlenin altına yapılan yorumlar üzerine eğitim ve öğretimin durumunu belirtmek için ben de sınavları değerlendiren yukarıdaki  yorumu yazmışım. Göz atınca çok bir şeyin değişmediğine kanaat getirdim. Bugün de 2017 YGS sınavı yapıldı. İki milyonu aşkın öğrencimiz ter döktü.

Tez elden öğrencilerin; analitik düşünmesini sağlayacak, olaylar arasında bağlantı kurabilecek, günlük hayatta kullanabilecekleri, yeteneklerini ölçen bir sınav sistemine geçilmesi gerekir. 12/03/2017

Bankamatik memurları

90'lı yıllarda işe gitmeden  ay başı gelince maaşını almak için bankamatiğin önüne giden bankamatik memurları var diye haber yapılırdı. Böyle haberleri duyunca milletin parası birilerine peşkeş çekiliyor, kimin parası kimlere yediriliyor, şeklinde konuşulur ve bu konu gündem olurdu.

Şimdilerde durum 90'lı yıllardan pek farklı değil maalesef. Binlerce kamu görevlisi 'uzman' adı altında işe gitmiyor, herhangi bir sorumluluğu olmadığı için mesai mefhumu diye bir kavram yok lügatinde. Güya kızağa çekildiler. Yerlerine bir başladı atandı. Uzman adı altında ihdas edilen bir ünvan ile halen resmi olarak görev yapan bu kişilerden belli bir kısmının emekliliği gelmedi, büyük çoğunluğu ise emekliliği hak ettiği halde emekli olma yoluna gitmiyor. Çünkü emekli olduğu takdirde maaş ve diğer gelirlerinde bir düşme söz konusu olacaktır. Hasılı 'Eğitim uzmanı' adı altında kızağa çekilen eskinin yöneticileri kanuni hakları olan 65 yaşına kadar uzmanlık yapmaya devam edecekler. Devlet de maaşlarını kuzu kuzu ödeyecektir.

Hesap-kitap işlerinden pek anlamam. Anlasam da kim ne kadar alır takibini yapmam. Fakat binleri geçen bu şekil bankamatik memurlarının aldığı yekün çok yüksek meblağlara ulaştığını söylemek için hesap kitap bilmeye gerek yok. Yazık değil mi kamu malını bu şekil çarçur etmeye? Kamu malını ben yetim malı olarak görürüm. Görevi, yetkisi kim olursa olsun böyle bir inisiyatif almaya hakkı yoktur. Hangi birimiz iş vermediğimiz bir insana yattığı yerden bu şekil bir para veririz. Verilen para yağma hasanın parası olduktan sonra fark etmiyor sanırım.

Burada statüsü eğitim -veya başka bir şey- uzmanı yapıldıktan sonra yattıkları yerden maaş alan bankamatik memurlarına bir sözüm olmaz. Bu; onların değil, sorumluların ayıbıdır. Yetkililer, biz bunlardan yeterli verim alamadık. Bu yüzden böyle bir karar verdik diyorlarsa bu, yine onların ayıbıdır. At sahibine göre kişner. Çalıştırmayı, verim almayı bilecekler. Bir daha böyle yanlışların yapılmaması için genel idare hizmetler sınıfına getirilen kişiler o makamlara sözleşmeli olarak alınmalıdır. Sözleşme de -5 yıl gibi- belirli bir süre ile sınırlandırılmalıdır. Tekrar çalışmak isterlerse süresini bir beş yıl daha uzatma yoluna gitmelidir. Kendisiyle çalışılmak istenmeyen kişinin süresi uzatılmadığı zaman eski görevine dönmelidir. Üst düzey müdürlük, daire başkanlığı, genel müdürlük gibi kazanılmış bir hak olmamalıdır. Yoksa bu şekil ucube kararlara daha çok imza atmış oluruz. 12.03.2017

Devlet terörle mücadelenin neresinde? *

Farkında mısın bilmem, terörle mücadelede Türkiye  belli bir mesafe kat etti. Bir ara neredeyse haftada bir canlı bomba patlar olmuştu. Bu karanlık gecelerin yok mu sabahı” demeye başlamıştık. Hele şükür! Bu günlerde böyle menfur olayları duymaz olduk.

Ülke üzerine oynanan oyunları Türkiye hala atlatmış değil. Çünkü düşman her bir taraftan her türlü imkanı kullanarak piyonlarıyla üzerimize gelmeye devam ediyor. Yeter ki bir yerde bir zaaf görmüş olsun. Her yol ve yöntem mubah onlar için. 2016 yılında bu ülkenin başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmedi. Hendek kalkışmasının altından kalkıldı. 15 Temmuz atlatıldı. DAİŞ, PKK ve FETÖ ile  mücadele etmek için devlet tüm imkanlarıyla seferber olmuş durumda. Devletin Suriye’nin  belli bölgelerinde DAİŞ ile temizlik harekatına girmesi ve orada mevzi kazanması DAİŞ’ten ülkemize gelebilecek tehlikelerin, terör ve canlı bomba eylemlerinin  kesilmesine sebep olmuştur. PKK’ya ise Güneydoğu’da göz açtırılmamaktadır. PKK’nın Meclis’teki siyasi uzantılarına dokunulmuştur. Terörle mücadelede devlet hiç olmadığı kadar ciddi görünmektedir. Devletin bugünkü bu mücadelesi işi kökten çözme ve terörün bataklığını kurutma sanki. Devletin bu başarısındaki en büyük pay; askeriye, emniyet ve yargıdaki FETÖ’cülerin temizlenmesi ve aynı zamanda istihbaratın daha iyi çalışmasıdır.

DAİŞ ve PKK ile mücadelede başarısını gösteren devlet maalesef aynı başarıyı FETÖ ile mücadelede gösterememiştir. Çünkü başarı istenilen seviyede değildir. FETÖ’nün 15 Temmuz kalkışmasını bertaraf etmede devlet başarılı olmaya başarılıdır. Fakat devletin her bir kılcal damarına girmiş kripto FETÖ’cüleri temizlemede devletin ne yaptığını/ne yapacağını çok bildiğini sanmıyorum. Çünkü FETÖ ile mücadele için ortaya konan sendika üyeliği, bankalarına para yatırma, bylock  gibi kriterler  yeterli gelmemektedir. İşin garibi bu kriterlere girmeyen FETÖ üyeleri devletin nezdinde tertemiz. Hatta herkesin hızlı FETÖ’cü bildiği kişiler dışarıda ellerini-kollarını sallayarak gezip dolaşıyor ve devlette görev yapmaya devam ediyor. Darbenin içerisinde olup kaçamayan içerideki hainleri hariç tutarsak bugün FETÖ ile mücadele bürokrasinin altı diyebileceğimiz kişilerle sınırlı olduğu görünmektedir. Zira örgütün siyasi ayağı ve bürokrasinin üst kesimiyle bir mücadele söz konusu değildir.

Açığa alma ve ihraçlarda hata ve yanlış var mı bilmiyorum. Ama bazı kişilerde “Masumlar da var” şeklindeki kanaat -eğer varsa bilelim ki- pek hayra alamet değildir. Yanlışlık olmasa bile “Bir şeyin şuyuu, vukuundan beterdir.” Acaba FETÖ ile mücadele bürokrasinin üstünde görev yapan bazı kripto FETÖ’cüler eliyle mi yürütülüyor diye düşünmeden edemiyor insan. (http://dilinkemigiyok.blogspot.com.tr/2017/02/acga-alma-ve-ihraclarda-hata-ve.html) Öyle zannediyorum birileri devletle oynuyor, bu mücadeleyi tıpkı Ergenekon ve Balyoz gibi sulandırmaya çalışıyor zannımca.  

Devlet FETÖ ile mücadelede samimi ise -ki samimi olduğuna inanıyorum- öncelikle ortaya koyduğu mücadele kriterlerini yeniden gözden geçirmelidir.  Aşağıdan başlayan bir mücadele yerine yukarıdan başlayan bir yol izlenmelidir. 11.03.2017


* 13/05/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.