Ana içeriğe atla

"Tramvay ezikleri sizi!"

Tramvay ezikleri! Evet söz bu şekilde. Söze bak, hizaya gel. Siz ne anlarsınız bu sözden? Aslında söz değil, tam bir hakaret. Günümüzün gençliğinin  ezme şekli. Kime mi söylüyor? Okula ulaşımını tramvayla sağlayan aynı sınıfta ders gördüğü arkadaşlarına. Utanmadan arlanmadan bir de ezik dediği bu arkadaşlarına aynı  sınıfta yüzlerine bakacak?

Niye utansın ki? Anlaşılan öyle görmüş olmalı ailesinden. Aklı sıra küçümsüyor arkadaşlarını. Toplu taşıma araçlarını kullanan insanlara tepeden bakan yeni yetme burjuvamız acınası halde olduğunun farkında bile değil. Ama suç bu çocukta değil. Onu bu şekilde yetiştiren/yetiştirmeye çalışan ailesinde. Baştan söyleyeyim genç olmasına rağmen kırk yaşındaki insanın gösterdiği olgunluğu gösteren gençlerimizin sayısı  az değil. Topluma ve arkadaşlarına bu şekil burun kıvırarak bakan kişiler de maalesef toplumumuzda var. 

Hanım kızımızı okula getir-götür işini her gün ailesi kendi özel arabalarıyla yapıyormuş, artık ailesinin o gün işi mi çıktı, -nedendir bilinmez- kızımız o gün okula tramvayla gelmek zorunda kalmış. Ya da kızımız tramvayla gidip gelen arkadaşlarını tramvayda yakalayıp onları sıcağı sıcağına ezmek için o günlük tramvaya binesi gelmiştir. Belki ailesi de tramvayın arkasından kızını takip etmiştir. Niye bindiğini bilemeyiz. Biz şimdi burada biraz niyet okuyoruz. Bu kızımız kimdir?

İmkanları yerinde olan, paraya para demeyen; yokluk, sıkıntı nedir bilmeyen bir ailenin çocuğu olsa gerek. Tüm varını yoğunu çocuğunun mutluluğu için seferber eden bir ailenin çocuğu diyelim. (Ne de olsa çocuklarımız varlık sebebimizdir, bunun için yaşıyoruz, bunun için çalışıyoruz?..) Aile kendi çektiğini (Aslında buna çekme denmez. Eski anne ve babalar bizi hayatın her türlü zorluklarına karşı mücadele etmeyi, hayata tutunmayı, hayatın cenderesinden geçmeyi, sorunları çözmeyi öğretti...) çocuğunun çekmemesi için saçını süpürge etmek için seferber olmuş durumda. Gideceği yere kendi götürüyor, çocuğunu kem gözlerden koruyor, servise bile vermiyor. Çocuklarının her istediğini alıyorlar, her dediğini yapıyorlar. Hiçbir sorumluluk vermiyorlar. Yediği önünde, yemediği arkasında. Öyle zannediyorum oturdukları evin önüne dahi çıkarılmamıştır bu çocuk. Hayattan steril edilmiş, soyutlanmış bir kızımız var karşımızda. (Ailesi tarafından bu şekilde yetiştirildiği halde çok merhametli, nazik kişiler de var bu arada.) Güya bu aile çocuğuna iyilik yapıyor. Maalesef yaptığı kötülüğün farkında bile değil. Bu çocuk kendi başına ayakları yere basarak hiçbir iş yapamaz onu söyleyeyim. Çünkü her ortam ve şeraitte yanında ailesi olmalıdır. Değilse yaşama şansı yoktur. En ufak bir sıkıntıda şok geçirir, kendine kıymayı bile göze alabilir. Çünkü  hayatın gerçekliğiyle hiç yüz yüze gelmemiştir. Hep balık yedirilmiş, balık tutması öğretilmemiştir. Ben bu tiplere hazır yiyici, aşırı korumacı olarak yetiştirilen bir nesil diyorum. Ayakları üzerine duramazlar. Hayatları boyunca birileri bunları sırtlarında taşıyacak. Ailesinden gördüğü bu el bebek, gül bebek tavrını yarın başkasından da bekleyecek. Bu anlattığım profilin sayısı az değil, haberiniz olsun. 

Çocuğunu bu şekil yetiştiren ve onu mutlu etmeye çalışan bir aile çocuğunu geçici bir süre mutlu eder. Çocuklarının üzüntüsüne asla tahammül edemezler. Kazara kendileri düşse, bakıma muhtaç olsa kızlarına kıyamadıkları için soluğu adına huzur dedikleri huzurevinde alırlar. Ya da evde kendilerine bakacak paralı birini bulurlar. Zaten huzurevine gitmezlerse üzerine titredikleri bu çocuk onlara bakmaz. Bence huzurevine gitmekle en iyisini yaparlar. Belki bayramdan bayrama kızları onlara bir çiçek gönderir, ya da bir şeker getirir. Yanlarında 5-10 dakika oyalanır, gider. Huzurevindeki bu ailemizin gözlerinden akan yaş –eğer kalmışsa-olsa olsa mutluluk gözyaşıdır. 14/03/2017



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde