Ana içeriğe atla

Bankamatik memurları

90'lı yıllarda işe gitmeden  ay başı gelince maaşını almak için bankamatiğin önüne giden bankamatik memurları var diye haber yapılırdı. Böyle haberleri duyunca milletin parası birilerine peşkeş çekiliyor, kimin parası kimlere yediriliyor, şeklinde konuşulur ve bu konu gündem olurdu.

Şimdilerde durum 90'lı yıllardan pek farklı değil maalesef. Binlerce kamu görevlisi 'uzman' adı altında işe gitmiyor, herhangi bir sorumluluğu olmadığı için mesai mefhumu diye bir kavram yok lügatinde. Güya kızağa çekildiler. Yerlerine bir başladı atandı. Uzman adı altında ihdas edilen bir ünvan ile halen resmi olarak görev yapan bu kişilerden belli bir kısmının emekliliği gelmedi, büyük çoğunluğu ise emekliliği hak ettiği halde emekli olma yoluna gitmiyor. Çünkü emekli olduğu takdirde maaş ve diğer gelirlerinde bir düşme söz konusu olacaktır. Hasılı 'Eğitim uzmanı' adı altında kızağa çekilen eskinin yöneticileri kanuni hakları olan 65 yaşına kadar uzmanlık yapmaya devam edecekler. Devlet de maaşlarını kuzu kuzu ödeyecektir.

Hesap-kitap işlerinden pek anlamam. Anlasam da kim ne kadar alır takibini yapmam. Fakat binleri geçen bu şekil bankamatik memurlarının aldığı yekün çok yüksek meblağlara ulaştığını söylemek için hesap kitap bilmeye gerek yok. Yazık değil mi kamu malını bu şekil çarçur etmeye? Kamu malını ben yetim malı olarak görürüm. Görevi, yetkisi kim olursa olsun böyle bir inisiyatif almaya hakkı yoktur. Hangi birimiz iş vermediğimiz bir insana yattığı yerden bu şekil bir para veririz. Verilen para yağma hasanın parası olduktan sonra fark etmiyor sanırım.

Burada statüsü eğitim -veya başka bir şey- uzmanı yapıldıktan sonra yattıkları yerden maaş alan bankamatik memurlarına bir sözüm olmaz. Bu; onların değil, sorumluların ayıbıdır. Yetkililer, biz bunlardan yeterli verim alamadık. Bu yüzden böyle bir karar verdik diyorlarsa bu, yine onların ayıbıdır. At sahibine göre kişner. Çalıştırmayı, verim almayı bilecekler. Bir daha böyle yanlışların yapılmaması için genel idare hizmetler sınıfına getirilen kişiler o makamlara sözleşmeli olarak alınmalıdır. Sözleşme de -5 yıl gibi- belirli bir süre ile sınırlandırılmalıdır. Tekrar çalışmak isterlerse süresini bir beş yıl daha uzatma yoluna gitmelidir. Kendisiyle çalışılmak istenmeyen kişinin süresi uzatılmadığı zaman eski görevine dönmelidir. Üst düzey müdürlük, daire başkanlığı, genel müdürlük gibi kazanılmış bir hak olmamalıdır. Yoksa bu şekil ucube kararlara daha çok imza atmış oluruz. 12.03.2017

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde