14 Şubat 2017 Salı
Çocuklarımıza balık tutmayı öğretelim!
Anne babalar iyi niyetle yapar bunu. Onlara hep balık yedirirler. Onları ayakları yere basan bir hayata hazırlamıyorlar. Yeter ki çocuğu okusun, kendini kurtarabilecek bir altın bileziği olsun. Emsallerini ekarte etme mantığı çerçevesinde yarış atı gibi sadece okuma ve başarma odaklı bir koşuşturma bizimkisi. 20-25 yaşına kadar hedefine ulaşmak için okumanın dışında sosyal hayattan kopuk, ev hayatından uzak; akraba, eş-dosta mesafeli bir laboratuvar hayatından sonra hayata atılan çocuk üniversite bitirinceye kadar gördüğü ilgi ve alakayı iş ve sosyal hayata atıldıktan sonra da başkasından bekliyor.
Çocukluğundan beri kendisinin yapması gereken her şeyi ailesi yapmıştır. Yaş ilerlemesine rağmen büyümüyor. Yine her şeyin öğrencilik hayatında olduğu gibi olmasını bekliyor. Hiç dertlenmemize gerek yok. Bu, bizim eserimizdir. 20-25 yaşına kadar sorumluluk vermediğimiz çocuklarımızdan sorumluluk üstlenmelerini beklemeyelim. Bunlar; yiyip içecekler, evi misafir gibi kullanacaklar, mutfağa girmeyecekler. Pekiyi bu işleri kim yapacak, bu nöbeti kim devralacak dersen bu da soru mu Allah aşkına. Kürt Memed olarak bu nöbet senin. Bu yaşına kadar besledin. Yaptın madem bir iyilik. Bundan sonra da devam et bu iyiliği yapmaya. Biz değil miyiz onlara balık tutmayı öğretmeyen, biz değil miyiz onlara hep balık yediren, el bebek-gül bebek büyüten, uçan kuştan koruyan... Biz onlara oku dedik, onlar okudu. Onlardan ne aile reisliği bekleyeceksin ne de ev işi. Onlar işinin erkeği, işinin kadını olacaklar.
Yol yakınken bu aşırı korumacılıktan, sorumluluk vermeden sadece okumayı seçtirmekten vazgeçelim. Yaşına uygun azar azar sorumluluk verelim okumanın yanında. Bir şeyi yaparken diğerini yıkmayalım. Unutmayalım ki yeni yetişen bu nesil, anne ve babanın kendilerine baktığı, onların ise ebeveyne bakmadıkları/bakamadıkları bir nesil olmaya doğru gidiyor. Yok geriye dönüş olmaz, zamanında biz çok çektik çocuklarımız çekmesin diyorsak bari şehirdeki huzurevlerinin sayısını artıralım. 15.02.2017
13 Şubat 2017 Pazartesi
Mutlu azınlığın bel altı hezeyanları *
Olay sıcağı sıcağına. Sanırım kimlerden bahsettiğim anlaşılmıştır. Diyaloglarına konu olan olayın kahramanı bir hanımefendi. Ne ayarları, ne de akranları. Hakkında bu kadar konuşacak, tiye alacak şekilde öyle zannediyorum bir hukukları da yok. İşleri güçleri bu ülkenin değerlerini yaşamaya ve savunmaya çalışanlara hakaret ederek bir tükenmişlik sendromu yaşıyorlar. Halkın değerlerine yabancı, tanımadıkları bir bayanla ne konuşacaklarını, nasıl konuşacaklarını bilmeyen bu sözüm ona aydın tipler kimin mirası, kimin insanı, kimin bu ülkeden geçerken bıraktığı kişiler...insan düşünmeden edemiyor. Nasıl bu ülkede program yapabiliyorlar, nasıl yazı yazabiliyor, nasıl tiyatrocu olabiliyor. Yaptıkları program, yazdıkları program, sergiledikleri sanattan ziyade militancılık yaparak bir şekilde ayakta ve gündemde kalmaya devam ediyorlar. Yazık bu ülkeye! Bu ülke bunlara yıllarca ekmek verdi, aş verdi, iş verdi.
Bu yaptıklarıyla bu ülkede söz sahibi olmak iddiaları varsa züğürt tesellisi bile denmez buna. Çölde vaha gören insanın ruh hali bu, ya da kırmızı görmüş boğa. Son çırpınışları soyu tükenmekte olan bu mutlu azınlığın. Bir pişirim kadar kaldılar. Halkın içerisine çıkamadan kapalı yerlerde birbirlerine karşı körler ve sağırlara oynuyorlar. Yoksa kahırlarından çatlayıp gidecekler.
Bu ülkede her düşünce ve her fikirdeki insana ekmek var. Her türlü eleştiriye ve muhalefete de açıktır. Yeter ki edep, ahlak dairesinde kalmayı bilsinler. Bu iki edep yoksununa, bunları ekrana çıkaran yapımcıya, bu yapımcıya bu tür programları yapmasına izin ve imkan veren kanala kızmaya değmez bile. Çünkü acınacak halleri var. Programdaki seviyesiz diyaloga alkış tutan halktan sandığım kişilere acırım. Yazık onlara! Bu diyalog annenize, bacınıza yapılsa tavrınız nasıl olur? Yine alkış mı tutarsınız? Nasıl mide var sizde böyle!.. 13/02/2017
* 18/02/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
Kadınların yüklendiği misyon
12 Şubat 2017 Pazar
"İntihal" başlıklı yazıma cevap geldi *
* 15/02/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
Ne mal olduğumuzu niçin söylemeyiz? -2-
Ne mal olduğumuzu niçin söylemeyiz? -1-
Okumadığıma Pişmanımdan, Okuduğuma Pişmanıma Doğru *
Özel sektörde asgari ücretle çalışan veya
sanayide bir tamircinin yanında çırak-kalfa olarak çalışan ya da kendi işini
açıp iş-güç sahibi olan biri ile konuştuğun zaman hal-hatırdan sonra iş dönüp
dolaşıp “Okumadığıma eşekler gibi pişmanım. Babam çok ısrar etti. Ama ben
okumak istemedim. Okumuş olsaydım, bugün ben de sizin gibi olur, elim sıcak
sudan soğuk suya değmezdi. Elim, ayağım kirli olmazdı” şeklinde dert yananları
görürsün.
Çoğunun işi-gücü var, parası var, imkanı da
yerinde olmasına rağmen hemen hemen hepsinin içinde bir ukde olarak kalmış
okuyamamak. Hele bir de çocukluğundan beri çalışıp da işi rast gitmemiş, dolgun
maaş alamayan, çalışırken gecesi gündüzü olmayan, iş garantisi olmayanlara
gelince, onların pişmanlığı derinden bir ah çekmekle başlar, eşek kafam diyerek
devam eder.
Kimi vardiya usulü çalışıyor, kimi mesai
kavramı olmadan gece gündüz çalışıyor. Soğuk demiyorlar, sıcak demiyorlar. Kar
tatilleri yok. Varsa yoksa bir pazarları var. Yıllık izinleri ise patronun izin
verdiği kadardır. Kamuda çalışanlar 9 gün bayram tatili yaparken onlar 3-4 gün
tatili yaptıktan sonra işe koyulurlar. Rapordur, izindir nedir bilmezler.
Ölümden başka hiçbir şey, onları işlerinden geri koymaz. Hepsinin ortak noktası,
çekmiş oldukları çilenin suçlusu olarak kendilerini görmeleri ve
okumadıklarına/okuyamadıklarına bağlamalarıdır. Hayat onları öyle pişirmiş,
öyle cendereden geçirmiş olmalı ki kendi kendilerine öz eleştiri yapıp
pişmanlık duyuyorlar.
Her zaman okumayanlar pişman olacak değiller
ya, şimdi sıra okumuşlarda. Sayıları şu anda az olsa da okuyup okuduğuna pişman
olacakların sayısı her geçen yıl artacaktır. Çünkü okumuş işsizler ordusu
geliyor hem de kartopu gibi. Çoğu da fakülte mezunudur bunların. 23-24
yaşına kadar dirsek çürütmüş, mürekkep yalamış kişiler. Çünkü bitirdiği
fakültenin istihdam alanı yok. Bir kısmı, alanı dışında çalışmaya yöneliyor,
ekseriyeti ise her yıl daha yüksek puan alayım diye kamuda bir görev alabilmek
için KPSS sınavına hazırlanıyorlar. Her yıl yapılan merkezi sınavlara giriyorlar,
bir umut. Belki bu sene şansım yaver gider, bahtım açılır diye. Zira başka seçenekleri
yok. Çünkü bu yaştan sonra ne çiftçilik yapabilir ne de gider sanayide
çalışabilir. Çalışmak istese de zaten kimse iş vermez. Böyleleri ne pense
tutabilir ne de tornavida.
Her geçen yıl umutları tükenmeye başlar, içine
kapanır, bazen de isyanlara oynar. Patlamaya hazır bir bomba. Ne yediğinden
zevk alır ne de içtiğinden. Bir müddet sonra ailesinin sırtında bir kambur
olduklarını da hissetmeye başlarlar. Psikolojik yönden büyük çöküntü içerisine
girerler. "İşe yaramıyorum, bir katma değer üretemiyorum, bu yaşımda hala
harçlığımı ailemden alıyorum. ‘Oku! Baban gibi, eşek olma’ dediler.
Okuduk. Nereden de okuduk, bilmem ki. Vara okumasaydım… Şimdiye kadar sanayide
çalışsaydım, kendi iş yerimi açardım. Okumak için ailemin verdiği para da
sermayem olurdu. Bu yaşıma geldim, ne işim var ne de aşım. Kim verir vasıfsız
bir elemana iş. Kim verir, kızını bir işsize eş..." şeklinde kendi kendine
söylenir dururlar. Evlerinde ne huzur olur ne de ağızlarının tadı.
Okumuşların, okuduklarına pişmanlığı, okumayanların
pişmanlığına da benzemez. Devlete de küserler bir müddet sonra. Madem iş
veremeyecek ve istihdam alanı açamayacaktı, bu bölümleri niye açıp bizi oyaladı
diye. Büyük bir çoğunluğu suçu kendinde bulmaz, devleti suçlar.
İleride, sosyal patlamaların olmaması için
yetkililerin mutlaka tedbirler almasında fayda vardır. Zira her geçen yıl
üniversite bitirmiş, alanında çalışma imkânı bulamayanların sayısı artıyor. Her
yıl, iki milyondan fazla öğrenci sınava giriyor. Bir zamanlar ilk iki yüz bine
girenler, alanında iş bulabileceği bölümlere yerleşiyordu. Şimdi, ilk yirmi
bine girebilenler iş bulabilir durumda. Geriye kalanlar ise gözde ve aranan
bölümler yerine, istihdam imkânı olmayan bölümlere ya nasip diyerek gidiyor
istemeyerek. Maalesef bu eğitim sistemimiz, işsizler ordusuna katılacak
gençlerin işsizliğini, sadece iki ila beş yıl daha öteliyor.
Hâsılı, eğitim sistemimize giren herkesi;
elemeden, seri üretim yapan bir fabrikanın mamulü gibi mezun vermeye ve herkesi
üniversite mezunu yapmaya devam edersek onulmaz toplumsal yaralara hazır
olalım. 12.02.2017
*18/08/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.