Ana içeriğe atla

Ne mal olduğumuzu niçin söylemeyiz? -1-

Zaman zaman alışveriş yaparız. Bir şeyler alır, bir şeyler satarız. Genelde malımızı satarken göklere çıkartırız. Öyle bir anlatırız ki alıcı havada kapmaya çalışır. Çünkü mükemmel bir anlatımımız olur genelde. Anlatırken de malımızı gizleyerek olduğundan farklı göstererek satarız. Malı elimizden çıkartınca da iyi kar ettik diye övünürüz. "Aldatan bizden değildir" sözünü de aklımıza getirmeyiz. 

Güzel ahlak ile taçlandırılmayan  dini yaşantımız bizi birbirimize karşı güvensiz kılmaya devam edecek. Ne zaman iman ve ibadetimize ahlakımızı da katarsak insanlara güven veririz. Tadından yenmez bir Müslümanlığımız olur. Değilse bu iman ve ibadet bizi boğmaya devam edecek. Biraz örneklendirme yapalım isterseniz. 

Bu hafta mahallemdeki semt pazarına gittim. Tezgahlara bir göz attıktan sonra kamyonet ile getirdiği portakalını kasa kasa önüne yığmış bir pazarcının önünde durdum. Portakalı elime alıp hafifçe sıktım. Ben iyi bir portakalım, alabilirsin diyordu. 5 kilo verir misin dedim. Hemen poşete doldurmaya başladı. Tabii tezgahın bana görünmeyen kısmından. Kardeş oralar iyi değil dedim ise de "Hepsi aynı, hepsi aynı. İstersen buradan vereyim" diyerek arka tezgahtaki diğer kasadan doldurdu biraz da. Pazarcı portakalı doldurduktan sonra bir iyilik daha yapıverdi.  İçini göremeyeceğim şekilde el çabukluğuyla poşeti bağladı. Başka yerden birkaç daha alışveriş yaptıktan sonra iyiliksever pazarcımız tarafından bağlanan poşetimden hiçbir meyvem dökülmeden evin yolunu tuttum.

Akşam çaydan sonra sıra geldi meyve yemeye. Portakala baktım. Hiç tezgahta bana görünen ve al beni  diyen portakala benzemiyordu. Dış görünüşe aldanma, kalbini de bozma, bizzat içini test edelim dedim. Soydum. Don vurmuş bir portakal ile karşı karşıyaydım. Maalesef suyu da kalmamış. Portakal: "Bana kızma, benim suçum yok. Eksinin altında bir havada ben ancak bu kadar dayanabildim. Ben kendimi gizlemedim. Benim bu durumumu gizleyen sana benzeyen iki ayaklı bir mahluktur. Aslında o beni değil, kendini pazarladı. 5 lira karşılığında kendini ve dürüstlüğünü  sattı. Ne mal olduğu böylece ortaya çıktı. Sen bana değil, kendi hemcinsine kız. Böyleleri pirincin içindeki beyaz taş gibidir. Ederi de 5 liradır. Çok da ucuz yani. Verdiğin para seni öldürmez ama onu da ondurmaz bilesin. Kandırıldım diye de üzülme. Kandıran olmandan daha iyi değil mi? Kafana da takma, ederi beş lira olan bu mahluk için üzülmene ve kızmana değmez bile. Sen bu parayı düşürdüm say. Bir daha da ucuz mala yönelme. Sonra iyi mi kötü mü diye beni kontrol edeceğine biraz insan sarrafı ol. Satıcıya bak. Böyleleri analarını boyayıp babasına satan cinstendir. Pazarımızın da yüz karasıdır bunlar. Sen bilirim bir daha bu yaratıktan alışveriş yapmazsın. Zaten bu tipler aynı adama ikinci defa mal satamazlar. Her pazar günü yeni adam avlarlar. Tökezleyinceye kadar vurur kaçarlar. Günü kurtarırlar. Sen beş liranı elinin kiri olarak verdin, bir daha da bu adamı görmezsin, tanımazsın. Bunların işi hiç rast gitmez. Bakma böyle gözü açık olduklarına, el çabukluğuyla sahte mal verdiklerine. Bu tipler öne güzel malı koyan pazarcı esnafıdır. Akşam giderken de satamadığı çürük ve üşümüş mallarını pazarın içine döker giderler. Belediye onların pisliğini temizleyeceğim diye gece boyunca uğraşır durur. Kendisinden alınan  beş lira işgaliye parasını yirmi lira olarak belediyeden çıkartır.

Verdiğin beş lira, onun ya kendisinden ya ailesinden çıkar. Senin için rahat olsun. Yalnız böylelerini pazardaki dürüst esnaf bilir, belediye bilir, malına müşteri olan da bilir. Kimse de sesini çıkarmaz. Çünkü böyleleri kendilerine asla laf söyletmez, gerekirse kan akıtırlar. Sayıları gittikçe azalan bu tipleri Allah bildiği gibi yapsın.” 12/02/2017





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde