Ana içeriğe atla

Okumadığıma Pişmanımdan, Okuduğuma Pişmanıma Doğru *

Özel sektörde asgari ücretle çalışan veya sanayide bir tamircinin yanında çırak-kalfa olarak çalışan ya da kendi işini açıp iş-güç sahibi olan biri ile konuştuğun zaman hal-hatırdan sonra iş dönüp dolaşıp “Okumadığıma eşekler gibi pişmanım. Babam çok ısrar etti. Ama ben okumak istemedim. Okumuş olsaydım, bugün ben de sizin gibi olur, elim sıcak sudan soğuk suya değmezdi. Elim, ayağım kirli olmazdı” şeklinde dert yananları görürsün.

Çoğunun işi-gücü var, parası var, imkanı da yerinde olmasına rağmen hemen hemen hepsinin içinde bir ukde olarak kalmış okuyamamak. Hele bir de çocukluğundan beri çalışıp da işi rast gitmemiş, dolgun maaş alamayan, çalışırken gecesi gündüzü olmayan, iş garantisi olmayanlara gelince, onların pişmanlığı derinden bir ah çekmekle başlar, eşek kafam diyerek devam eder.

Kimi vardiya usulü çalışıyor, kimi mesai kavramı olmadan gece gündüz çalışıyor. Soğuk demiyorlar, sıcak demiyorlar. Kar tatilleri yok. Varsa yoksa bir pazarları var. Yıllık izinleri ise patronun izin verdiği kadardır. Kamuda çalışanlar 9 gün bayram tatili yaparken onlar 3-4 gün tatili yaptıktan sonra işe koyulurlar. Rapordur, izindir nedir bilmezler. Ölümden başka hiçbir şey, onları işlerinden geri koymaz. Hepsinin ortak noktası, çekmiş oldukları çilenin suçlusu olarak kendilerini görmeleri ve okumadıklarına/okuyamadıklarına bağlamalarıdır. Hayat onları öyle pişirmiş, öyle cendereden geçirmiş olmalı ki kendi kendilerine öz eleştiri yapıp pişmanlık duyuyorlar.

Her zaman okumayanlar pişman olacak değiller ya, şimdi sıra okumuşlarda. Sayıları şu anda az olsa da okuyup okuduğuna pişman olacakların sayısı her geçen yıl artacaktır. Çünkü okumuş işsizler ordusu geliyor hem de kartopu gibi.  Çoğu da fakülte mezunudur bunların. 23-24 yaşına kadar dirsek çürütmüş, mürekkep yalamış kişiler. Çünkü bitirdiği fakültenin istihdam alanı yok. Bir kısmı, alanı dışında çalışmaya yöneliyor, ekseriyeti ise her yıl daha yüksek puan alayım diye kamuda bir görev alabilmek için KPSS sınavına hazırlanıyorlar. Her yıl yapılan merkezi sınavlara giriyorlar, bir umut. Belki bu sene şansım yaver gider, bahtım açılır diye. Zira başka seçenekleri yok. Çünkü bu yaştan sonra ne çiftçilik yapabilir ne de gider sanayide çalışabilir. Çalışmak istese de zaten kimse iş vermez. Böyleleri ne pense tutabilir ne de tornavida.

Her geçen yıl umutları tükenmeye başlar, içine kapanır, bazen de isyanlara oynar. Patlamaya hazır bir bomba. Ne yediğinden zevk alır ne de içtiğinden. Bir müddet sonra ailesinin sırtında bir kambur olduklarını da hissetmeye başlarlar. Psikolojik yönden büyük çöküntü içerisine girerler. "İşe yaramıyorum, bir katma değer üretemiyorum, bu yaşımda hala harçlığımı ailemden alıyorum. ‘Oku! Baban gibi, eşek olma’  dediler. Okuduk. Nereden de okuduk, bilmem ki. Vara okumasaydım… Şimdiye kadar sanayide çalışsaydım, kendi iş yerimi açardım. Okumak için ailemin verdiği para da sermayem olurdu. Bu yaşıma geldim, ne işim var ne de aşım. Kim verir vasıfsız bir elemana iş. Kim verir, kızını bir işsize eş..." şeklinde kendi kendine söylenir dururlar. Evlerinde ne huzur olur ne de ağızlarının tadı.
Okumuşların, okuduklarına pişmanlığı, okumayanların pişmanlığına da benzemez. Devlete de küserler bir müddet sonra. Madem iş veremeyecek ve istihdam alanı açamayacaktı, bu bölümleri niye açıp bizi oyaladı diye. Büyük bir çoğunluğu suçu kendinde bulmaz, devleti suçlar.

İleride, sosyal patlamaların olmaması için yetkililerin mutlaka tedbirler almasında fayda vardır. Zira her geçen yıl üniversite bitirmiş, alanında çalışma imkânı bulamayanların sayısı artıyor. Her yıl, iki milyondan fazla öğrenci sınava giriyor. Bir zamanlar ilk iki yüz bine girenler, alanında iş bulabileceği bölümlere yerleşiyordu. Şimdi, ilk yirmi bine girebilenler iş bulabilir durumda. Geriye kalanlar ise gözde ve aranan bölümler yerine, istihdam imkânı olmayan bölümlere ya nasip diyerek gidiyor istemeyerek. Maalesef bu eğitim sistemimiz, işsizler ordusuna katılacak gençlerin işsizliğini, sadece iki ila beş  yıl daha öteliyor.
Hâsılı, eğitim sistemimize giren herkesi; elemeden, seri üretim yapan bir fabrikanın mamulü gibi mezun vermeye ve herkesi üniversite mezunu yapmaya devam edersek onulmaz toplumsal yaralara hazır olalım. 12.02.2017

*18/08/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde