Ana içeriğe atla

Mutlu azınlığın bel altı hezeyanları *

-"Bir tane sultan var bugün Sultan Abdülhamid'in torunu. Onun aslında bir dükkanı varmış ben bugün öğrendim. Sana oradan bir saltanat fesi alıp ...'la  ziyarete geleceğiz. 
-Bekliyorum. Ayrıca ... ben kadını beğendim yahu. 
-Ada'yı veresin mi geldi abi?
-Ada'yı değil ama neyse sonra konuşuruz."

Yukarıdaki diyalog bir siyasi partiye yakınlığıyla bilinen bir TV kanalında  iki kişinin telefon görüşmesinden. Biri ekranda, diğeri telefonun diğer ucunda. Her cümle ise sahnede olan kişiler tarafından gülüşme ve alkışlarla destekleniyor. Canlı yayında telefon görüşmesi yapanlardan biri internet gazeteciliğinde okuyucu kitlesi fazla olan bir yazar, diğeri ise tiyatro sanatçısı. Konuşmayı izleyince yazarlık ve sanatçılık kimlere kalmış diyesi geliyor insanın. Bize benzeyen tarafları sadece iyi ayaklı olmaları. Aklı sıra dalga geçerek, belden aşağı vurarak, siyasi mesaj vererek muhatabı küçük düşürmeye çalışıyorlar. Kendi iç dünyası ve karakterlerini ortaya koyan bu ahlaktan, değerlerimizden yoksun bu seviyesiz konuşma salonda/sahnede izleyiciler tarafından da kıyasına alkışlanıyor. Bu tür seviyesiz konuşmalara ne kadar da teşne insanımız varmış meğer. Bir insanın neye güldüğü onun karakterini, kişiliğini ortaya koyar diye boşuna söylenmemiş. Adamlar niye konuşmasın? Sen beğensen de beğenmesen de izleyici ve müşterileri var. Nasıl da gülüyorlar...hem de katıla katıla. Ne diyelim Allah da onları güldürsün(!)

Olay sıcağı sıcağına. Sanırım kimlerden bahsettiğim anlaşılmıştır. Diyaloglarına konu olan olayın kahramanı bir hanımefendi. Ne ayarları, ne de akranları. Hakkında bu kadar konuşacak, tiye alacak şekilde öyle zannediyorum bir hukukları da yok. İşleri güçleri bu ülkenin değerlerini yaşamaya ve savunmaya çalışanlara hakaret ederek bir tükenmişlik sendromu yaşıyorlar. Halkın değerlerine yabancı, tanımadıkları bir bayanla ne konuşacaklarını, nasıl konuşacaklarını bilmeyen bu sözüm ona aydın tipler kimin mirası, kimin insanı, kimin bu ülkeden geçerken bıraktığı kişiler...insan düşünmeden edemiyor. Nasıl bu ülkede program yapabiliyorlar, nasıl yazı yazabiliyor, nasıl tiyatrocu olabiliyor. Yaptıkları program, yazdıkları program, sergiledikleri sanattan ziyade militancılık yaparak bir şekilde ayakta ve gündemde kalmaya devam ediyorlar. Yazık bu ülkeye! Bu ülke bunlara yıllarca ekmek verdi, aş verdi, iş verdi. 

Bu yaptıklarıyla bu ülkede söz sahibi olmak iddiaları varsa züğürt tesellisi bile denmez buna. Çölde vaha gören insanın ruh hali bu, ya da kırmızı görmüş boğa. Son çırpınışları soyu tükenmekte olan bu mutlu azınlığın. Bir pişirim kadar kaldılar. Halkın içerisine çıkamadan kapalı yerlerde birbirlerine karşı körler ve sağırlara oynuyorlar. Yoksa kahırlarından çatlayıp gidecekler.

Bu ülkede her düşünce ve her fikirdeki insana ekmek var. Her türlü eleştiriye ve muhalefete de açıktır. Yeter ki edep, ahlak dairesinde kalmayı bilsinler. Bu iki edep yoksununa, bunları ekrana çıkaran yapımcıya, bu yapımcıya bu tür programları yapmasına izin ve imkan veren kanala kızmaya değmez bile. Çünkü acınacak halleri var. Programdaki seviyesiz diyaloga alkış tutan halktan sandığım kişilere acırım. Yazık onlara! Bu diyalog annenize, bacınıza yapılsa tavrınız nasıl olur? Yine alkış mı tutarsınız? Nasıl mide var sizde böyle!.. 13/02/2017


* 18/02/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde